Günler Kısa Geceler Sonsuz Özel Bölüm I
ÖZEL BÖLÜM I
İyi okumalar!
~~~
- Finalden 4 yıl
sonra…
- Lal
“Biraz heyecanlıyım galiba anne.”
Annem soluk pembe bir rujla renklendirdiği
dudağını ısırırken gülmemeye çalışıyor gibi görünüyordu. “Biraz mı gerçekten
annecim? Soğukta kalmış gibi titriyorsun ve biz Temmuz’un sonunda yanıyor
haldeyiz.”
Elbisemin eteklerini çekiştirdim. Aynadan
bir kendime bir de yanımda duruyor olan anneme bakıyorken şaşkındım. “Sen daha
güzel olmuşsun, ben üstümü değiştireceğim.”
Arkamı dönüp dolaba gitmeye çalıştığımda
annem sıkı sıkı kollarımı tuttu. “Lal! Saçmalama bebeğim, o kadar güzelsin ki
şu anda… Sadece heyecandan nereye saracağını şaşırdın.”
Dudaklarımı bükerek aynanın yanında duran
pufa oturdum yavaşça. “Sakin olamıyorum ki. Her gün gördüğüm insanlar gelecek
aslında biraz sonra, alışkın olmam gerek ama öyle olmuyor. Sanki ilk kez
göreceğim herkesi.”
Bir ay arayla önce mezuniyetim, şimdi de
sözüm olması bünyeme ağır gelmişti. Bu iki etkinliğin arasında Tuna’yı bir anda
dizlerinin üzerinde bana birlikte bir ömrü tamamlamayı teklif ederken buluşum
da göz ardı edilemezdi tabii.
“Heyecanlı olman çok doğal ama geldiklerinde
her zamanki ortam oluşacak ve sakinleşeceksin. Gelecekler neredeyse zaten.”
Tuna ile hayatımızdaki insanların ortak
oluşu, daha doğrusu o benim hayatıma dahil olduktan sonra ailesinin de bana
aile oluşu bugün için çoğunlukla keyfi bir bölünme yaratmıştı. Tuna ile
birlikte gelecek olanlar sayıca azken, büyük çoğunluk burada olup ‘kız tarafı’
gibi davranmayı seçmişti. Bunda babamın karşısında değil yanında olmayı seçen
grubun etkisi büyüktü.
Şu anda salon kalabalıktı. Gelmeye
başladıklarında herkesle selamlaşmış ve heyecanımı kontrol edemeyince kendimi
odama atmıştım. Annem peşimden gelse de ben aynı haldeydim.
Odanın kapısı tek bir kez tok bir sesle
çalındıktan sonra yavaşça aralandı. İçeriye giren kişiyi gördüğümde uzunca bir
nefes verip topuklularımın üzerinde olabildiğince hızlanarak oraya yöneldim.
Kollarımı geniş gövdesine sardığımda uyum sağlayarak beni çevreledi.
“Neden aşağıya gelmiyorsunuz? Ya Berke’yi
ya da Birkan’ı birazdan boğacağım, izlemek istemez misiniz?”
Babamın olağan bir şeylerden bahseder gibi
konuşmasıyla annem söylenirken ben çenemi göğsüne yaslayarak ona baktım. Güneş
bizimle olduğundan Birkan abi de buradaki gruba eklenmişti. Babamı asıl
delirten Uras-Mert ikilisi Tuna’yla gelecek olsa da burada da iddialı isimler
vardı.
“İstemeyiz hayatım. Misafirlerimizi
hayatlarıyla tehdit etmemişsindir umarım aşağıda.”
Alnımın kenarına dudaklarını bastırdı
annemi cevaplamadan önce. “Tehdit etmedim, aniden gerçekleştireceğim ki
diğerlerine ibret olsun.”
Tüm gerginliğime rağmen dayanamayıp
kıkırdadım. “Ben iniyorum, kızını sakinleştirme görevini üstlen o halde.
Aşağıdakilerle ben ilgilenirim.”
Annem yanağımdan öpüp kapıya gidecekken,
babam bir kolunu benden çekip onu yakalayarak gitmeden önce dudağının
kenarından öpmüştü. Çocuk gibi elimle gözlerimi örttüm. Parmaklarımın arasından
onları görsem de söylendim. “Psikolojim bozulacak yanımda böyle şeyler yapmayın
lütfen.”
Annem gülerek odadan kaçarken elimi
gözümden çektim. “Terzi kendi söküğünü dikemiyor mu kara böcek? Dört yıl boşuna
mı okudun, düzeltirsin psikolojini.”
Etrafta bolca psikolog bulunuyorken bir
diğeri de ben olmaya karar vermiştim. Önümde yüksek lisans sürecim olsa da
lisansım bitmişti. Çoğu gitmiş azı kalmış da diyebilirdik.
“Çaktırma ama kopyayla geçtim dersleri hep
ben baba.”
Güldü. “Bölüm birinciliğini kopyayla
başaran ilk öğrencisin o halde.”
Akademik takıntılarım Tuna’yı delirtse de
-onla olan vaktimden çalıyorum diye mızmızlanıyordu- babamın bundan en hoşnut
isim olduğunu biliyordum. Ufacık bir başarımla bile o kadar gurur duyuyor ve
bunu bana yansıtmaktan hiç çekinmiyordu ki kazandığım hiçbir şey yeterli
gelmiyordu. Hep daha fazlasını elde etmek ve ondan tebrikler, gülümsemeler
almak istiyordum.
Sude ve Güneş’in iki elden maşaladığı
saçlarımı geriye doğru attım. “Harika birisiyim.”
“Seni daha harika yapacak olan ne olurdu
biliyor musun?”
Merakla gömleğini çekiştirdim. “Ne?”
“Bugünü iptal edip, önümüzdeki yirmi yıl
evliliğin e’sini bile anmamak…”
“Baba…” dedim sitemle. “Öncelikle hemen
evlenmiyorum, ayrıca evlenecek olsam da bu kişiyi benden daha iyi tanıyorsun
zaten.”
Yüksek lisansım tamamlanana kadar evlenme
planımız yoktu. Tuna’nın bu konuda beni köşeye sıkıştırmamasından memnundum.
Bugünkü söz aslında biraz sembolikti. Evlenme teklifinden sonra taşımaya
başladığım tektaşın yanına bir alyans eklenecekti ve bir eşini de Tuna
taşıyacaktı.
“Tanısam ne tanımasam ne Lal? Ben henüz
Peri’nin evlenmesini bile sindiremedim.”
“On yıldır evliler,” dedim şaşkınca.
“Kızları okula başladı baba…”
Yüzünü buruşturdu. “Sus, hatırlatma böyle şeyleri
bana. Kilitlerim odaya seni, kovarım herkesi kara böcek.” Ağzıma fermuar çeker
gibi yaptım.
Aşağıdan adımın aynı anda birden fazla
kişi tarafından seslenildiğini duyduğumda irkilmiştim. “Geldiler mi?” diyerek
kendi kendime konuşurken babamın derin bir nefes aldığını hissettim.
“Muhtemelen kapıyı açman için çağırıyorlardır.”
Onu taklit ederek ben de soluklandım
derince. Yanaklarıma temas eden büyük avuçlarıyla yüzümün çoğu kaplanmıştı.
“Hep çok mutlu ol demeyeceğim sana, ben mutlu olduğundan emin olmak için sen
istesen de istemesen de elimden gelenin fazlasıyla müdahale edeceğim her şeye.”
Dudaklarım kıvrıldı. “Çünkü babalar böyle
yapar.” dediğimde alnımı öptü. “Çünkü babalar böyle yapar fıstığım.”
Biz anın yoğunluğuna dalmışken adımı
bağıranlara birkaç ses daha eklendi. Ben inmeden kapıyı açmadıklarını ve
gelenlerin kapıda dikildiklerini anladığımda panikle hareketlendim. “Kapıyı
açmam lazım!”
“Beklesinler biraz, işleri ne?” Babam
homurdansa da elinden tutarak onunla birlikte aşağıya yol aldım. İndiğimizde
evin girişinde bir kalabalık vardı. Annemin ‘sonunda’ der gibi bana baktığını
görüyordum. Ona öpücük atıp kapıya ilerledim. Babamın elini bırakmadan önce güç
alır gibi sıkmıştım.
Zilin bir kez daha çalmasına izin vermeden
kapıyı sonuna kadar açtığımda karşımda içerideki kadar olmasa da hatırı sayılır
bir kalabalık vardı.
Uras abi ve Nilperi abla öndeydi. Kenardan
Mert abiyi ve Simge ablayı görüyordum. Yasemin teyze ve Kadir amca da
buradalardı. Kerem ve Çınar da görüş açıma girdiğinde asıl görmem gereken
kişiyi onların kafası yüzünden görememiştim.
“Biraz erken açtınız kapıyı abim, biz
beklerdik daha.” Mert abinin konuşmasıyla mahcup bir bakış attım. Özür diler
gibi bakmamla Simge ablanın onu dirseğiyle ittirdiğini görmüştüm. “Şaka kız
saftirik, kesin Demir Özkan seni esir alıp kapıyı açtırmamıştır.”
Az çok gerçeği tahmin etmiş olmasına
bakmadan elimle içeriyi gösterdim. “Hoş geldiniz.”
Öpüşüp koklaşma faslına kimse gerek
duymadı. Aramızda birbirine özlem duyan kimse yoktu, en fazla üç dört gündür
birbirini görmeyen kişilerdi hepsi.
Üzerindeki çiçekli elbiseyle göze çarpan
Gülin’i gördüğümde gülümsedim. Onun elini tuttuğu bedene bakışlarımı
yönelttiğimde ise gülüşüm sönmek yerine harlanmıştı. Herkes içeriye
doluştuğunda Tuna’yı görebilir hale gelmiştim.
“Çok güzelsin,” diye kulağıma doğru
fısıldarken yanağı yanağıma değmişti. Yakınlaştığı anda çekim alanına
kapıldığım için gözlerimi kırpıştırıp normale dönmeyi bekledim.
“İnsanlar varken kulaktan kulağa konuşmak
çok ayıp dayı.” Gülin bizi ayıplarken geri çekildim hemen. “Dayın yaramazın
teki güzelim, sen bakma ona.”
“Şu gün bir sonlansın, ben göstereceğim
yaramazı gece kuşu. Geçelim içeriye hadi.”
Gülin bizi arkada bırakarak önden
koşturmayı seçmişti. Kollarımız birbirine sürtünecek kadar yakın mesafede salona
ilerlerken sessizdik. İçeri girdiğimizde koltuklar dışında da herkes bir yer
bulabilsin diye salonu sandalyelerle doldurduğumuz için değişik bir ortam
oluşmuştu.
Nilperi ablanın Tuna’ya bıraktığı, Uras
abiyle arasında kalan boşluğu gördüğümde diğer boş kısma ilerledim. Oktay
abinin oturduğu tekli koltuğun ve bana yakın köşesinde babamın oturduğu üçlü
koltuğun arasındaki sandalyedeydim.
Bir tarafım sakinliğinden şüphe
duymayacağım güvenli bir limandı. İçim biraz rahatlamıştı açıkçası.
“Sana biraz daha yaklaşayım mı Oktay abi?”
diyerek sandalyemi ona doğru çekiştirdiğimde güldü. “Yaklaş, ben acil bir
durumda seni tahliye ederim hemen.”
Salondaki diğer simalara döndüğümde
birinin konuşma başlatması için yalvarabilirdim. Neyi bekliyorlardı?
“İkinci kez Demir Özkan’dan kız istemem
gerekmesi akıl alır gibi değil. Üstelik o benden Müge’yi istemedi bile…” Uras
abinin küskün bir çocuk gibi kollarını bağlayarak arkasına yaslanmasıyla
sessizlik bölünürken birkaç kişi dışında herkes gülüyordu. Birkaç kişiden kastım
ise babam, Uras abi ben ve Tuna’ydık.
“Kaderin bu senin kardeşim, hangi
günahının bedeli orasını bilemiyorum gerçi.” Mert abi iç açıcı tesellisiyle
araya girerken göz ucuyla babama baktım. Uras abiye kilitlenmişti.
“İlkini baban istedi, sen mi istedin sanki?”
Babam cümlesi biterken aydınlanmış gibi kaşlarını havalandırdı. “Gerçi keşke
sen isteseydin, vermez geçerdim. Kadir abi araya karışınca kafam bulanmıştı.”
Bu törenin bir alma-verme etkinliği
olmadığını salonda herkes kavrayacak kadar akıl sahibiydi. Ancak didişmeye
bayıldıkları için bunu tartışmaya çevirmeye de bayılıyorlardı.
“Ama…” derken bir Uras abiye bir babama
baktı Tuna. “Bugün Uras abim isteyecek Lal’i.”
“Tüh,” dedi babam. “Şansınıza küsün o
zaman, iyi akşamlar herkese.”
Kahkahalar yükselirken babamın koltuğun
kenarında duran koluna dokundum. “Baba…”
“Efendim babacım?”
“Biraz daha şaka yaparsanız küsüp
gideceğim, heyecanlıyım zaten.”
“Sen dinleme onları Lal, biraz daha devam
ederlerse biz bazı eksiklerle devam edeceğiz bu işe.” Nilperi ablayı duyduğumda
minnetle ona baktım. Konuda adı geçen herkesin üzerinde ortak ve güçlü etkisi
bulunan tek kişi oydu.
Dakikalar sonra ortamda az öncekinden
uzak, tatlı sohbetler başladığında vücudum gevşemişti. Sohbete katılmasam da
sakince onları dinlerken yüzümde bir gülümseme asılıydı.
“Bu kadar boğaza kahve dayanmaz, Lal’i
yormayalım hiç.” diyen Kadir amcaya kıkırdadım. İçeride yirmiden fazla kişi
vardı.
“Kahveleri babasına yaptırsaydık bari.
Benim içesim vardı.” Uras abi salondakileri güldürüp babamın delici bakışlarına
hedef olurken; ben, yıllar geçse de onların rahatlıkla Demir Özkan’dan babam
olarak bahsettiklerinde içimi kaplayan hislerimle baş başaydım.
Kimse garipsemiyordu. İlk zamanlarda
dilimden bazen tereddütle dökülen ‘baba’ sözcüğü artık reflekse dönüşmüştü.
Bunun yalnızca benim için değil, ailemiz için de geçerli olması ise yıllar
sonra hayat tarafından elime tutuşturulan bir özür hediyesi gibiydi.
“Kalkıp itiraz etmeye girişecek kimse
yoksa-…” diyerek başladığı cümlesi bitmeden Kadir amca babama baktı. “Sen dahil
değilsin buna Demir, itirazlarını içinde tut lütfen. Yüzükleri getirin hadi.”
Birkaç dakika içinde kendimi Tuna’nın
yanında ayakta duruyorken bulmuştum. En uzun koltuğun önündeydik. Kalan herkes
karşımıza ve yan taraflara denk gelecek şekilde dizilmişti. Bir kısım
ayaktaydı, bir kısım ise oturuyordu.
Yüzük tepsisini tutan Sude, sağımdaydı.
Tuna’nın numarasını almama aracı olan, bana ışık yakan kişi oydu ve beş yıl
önce bunu yapmaya cesaret edememiş olsaydım hayatımda eksik kalacak olan parça
sayısı sayılamayacak kadar çoktu.
Sude’ye baktığımda onu bana gülümserken
bulmuştum. Heyecanlı duruyordu. Heyecanımı benimle bölüşüyor, hatta belki
fazlasını üstleniyor olan dostlara ve bir aileye sahip olduğum için her zaman
yaptığım gibi içimden peş peşe teşekkürler sıraladım.
“Benim kesmemde ısrarcı mısınız?”
Babamın yüzünü buruşturarak sorduğu
sorusunun aksine gözlerinden taşan bambaşka şeyler olduğunu hepimiz fark ediyor
olsak da kimse sesini çıkartmadı. Annemin başını onun koluna yasladığını
gördüm. “Sen yapmayacaksan bir sonraki adayımız Mert.”
“Kızımın parmağını keser o, kurdeleyi
kesiyorum diye. Ben yaparım tamam.”
Babamın kabullenmek için son bir itişe
ihtiyacı vardı ve annem basit bir hamleyle bunu halledebilmişti. Tuna kulağıma
doğru eğildi. “Mert abim senin parmağını kesse de yanlışlıkla olurdu bu ama
birazdan benim parmağım bile isteye makasın ucunda kalabilir Gece.”
Gülüşümü bastıramadığımda geri çekilmeden
önce yanağıma belli belirsiz dudaklarını sürttü. “Gülüşünü görmeye değiyor
neyse ki, birkaç parmak feda edebilirim bu akşam.”
Fısıldamaları babam bize yaklaştığında son
buldu. Az önceki halimize döndüğümüzde Tuna’nın yanağımdan uzaklaşışıyla
birlikte babamla karşı karşıya kalmıştım. Dudaklarım titreyecekmiş gibi
sızlayınca hızla birbirlerine bastırdım. Evlenip bu evden ayrılmama en az iki
yıl vardı ama günün hissettirdikleri ve babamın bakışları dengemi altüst
ediyordu.
Salondan çıt çıkmaması anı daha da yoğun
hale getiriyordu. Babam, sırayla bize kısa süreli bakışlar atmasının ardından
Sude’nin tuttuğu tepsiye uzandı. Kırmızı bir kurdeleyle birbirlerine bağlı
yüzükleri sağ ellerimizin yüzük parmaklarına geçirirken nefesimi farkında
olmadan tutmuştum.
Tuna ile aramda somut bir bağ yaratan
kurdele aramızda sarkarken kalbim hızlandı. Babam makasa uzanmadan önce
duraksadı. Bir şeyler söylemesi gereken andaydık. Onu duymanın bana duygusal
olarak iyi gelmeyebileceğini düşünüyordum.
“Aklımdakileri dile getirirsem, Lal zar
zor tuttuğunu gördüğüm yaşları yanaklarına taşıracak. Ben de hepinizi evden
kovup kızımı sakinleştirme işine odaklanacağım. Bu yüzden ilişkiniz, ikiniz
hakkında yıllardır ne söylediysem hepsi bugün de geçerli. Bunu bilin yeterli.”
Konuşurken benimle göz teması kurmaktan kaçınmasına aldırmadan ben dikkatle ona
bakıyordum.
“Herhangi bir gıcık kız babası gibi damada
saldırganlaşmak isterdim ama benim sınavım da damadımın kardeşim olmasıymış
sanırım. İkinizin de üzülmesi, mutsuz olması bana katbekat geri dönüyor.
Birbirinizi de beni de üzmeyin. Bu odada örnek alabileceğiniz bolca çift var, siz
çıtayı daha da yükseltin. Çok mutlu olun.”
Son kelimesiyle aynı anda kestiği kurdele
iki parçaya bölünüp yüzüklerimizden sarktı. Kollarımı kaldırıp babama sıkıca
sarılmadan önce hiç beklemedim.
Az önce konuşmasını uzatmama sebebini boşa
çıkartarak yanaklarıma inen yaşlarla ona sığındım. Tuna’nın ablası ve Uras abi
tarafından sarmalandığını göz ucuyla görmüştüm.
Bizim yumağımıza annem eklendiğinde
aralarında sıkışıp kalmanın verdiği sevincim ilk yaşadığım andaki kadar tazeydi
sanki. Eksikliğini doğduğumdan beri ağırladığım babaya ve insanların
dualarında, dileklerinde kavuşmayı dilediği aşka aynı anda sahip olmuştum. Bu
ailenin bana verdikleri o kadar çoktu ki bazen borçlu hissetmekten kendimi
alıkoyamıyordum.
Borcumu onları son nefesime kadar
kendimden de çok severek ödemek aklıma gelen en adil seçenek olduğundan
kollarımı çoktan bu işe sıvamıştım zaten.
~
- Tuna
“Etrafımızdakilerin bir bir evleniyor
olması çok tatlı değil mi?”
Koluma sıkıca sarılarak çenesini
yaslamışken mırıl mırıl konuşan Lal’i belinden daha güçlü destekledim.
“Bunlardan biri biz olsaydık daha tatlı olurdu sanırım.”
Lal narin elinde benimle eş yüzüğü
taşımaya başlayalı bir buçuk yıl geride kalmıştı. Bu süre boyunca önce Mert
abim ve Simge ablayı, ardından da -aslında sadece birkaç saat önce- Kerem ve
Sude’yi evlendirmiştik.
Sude’nin doğum günleriyle olan küskün
ilişkisinin kaynağı babasıydı. Kerem bunu başka bir anıyla değiştirmek
istediğinden, kışın ortasında bir düğünde bulmuştuk kendimizi. Ocak ayının
üçüncü haftasında evlenmelerini normal karşılıyorduk dolayısıyla. Hatta
arkasındaki hikâye sebebiyle özellikle Lal ve Güneş düğün tarihine hayran
olmuşlardı.
Lal’in yüksek lisansı bu yaz sona
erecekti. Biter bitmez karım olmasını istesem de onun iki ayağını bir pabuca
sokmaktan haz etmiyordum. Mesleğiyle ilgili ne yapmak istiyorsa, dilediğince
beni bekletebilirdi. On yedi yılını bencil bir adamın pençesinde parçalamıştı,
kalan yılların yeni bir bencile ihtiyacı yoktu. Öyle olmaması için bir koldan
ben diğer koldan da Demir abim fazlasıyla dikkatliydik.
Düğün sonlandıktan sonra biraz yaş
ayrımcılığı yaparak oluşan grupla geldiğimiz mekândan ayrılmak üzereydik.
Saatin gece ikiyi bulmuş olması artık dağılın sinyalleri veriyordu.
Güneş ve Çınar, Güneş birkaç kadehten
sonra sızmaya niyetlenince yarım saat kadar önce yanımızdan ayrılmışlardı.
Berke’nin peşine takıldığı bir kadının ardından nereye kaybolduğu üzerinde
düşünmeyecektim. Kerem ve Sude’ye artık veda etmemiz gereken kısımdaydık.
Tam karşımızda sarmaş dolaş otururken bir
şeyler fısıldaşıp kıkırdıyorlardı. İkisi de pek bir şey içmemişlerdi ama
içmeden sarhoşlardı. Bu sarhoşluğun mutluluklarından kaynaklanıyor olduğu
belliydi.
“Biz de kaçıyoruz artık. Siz de gidin,
yoksa sabahki uçuşa nah yetişeceksiniz.”
Onlara sesimi duyurduğumda bize döndüler.
Kısa süremeyen bir vedanın ardından onların taksiyle uzaklaşmalarını izledik.
Lal, dudaklarında asılı duran sırıtışıyla
bana yaklaştı. Aramızda en fazla alkol alanın boyundan fazla içerek Lal oluşunu
gece boyunca eğlenerek izlemiştim. Genelde pek eli gitmese de arada esiyordu ve
bir ayyaşa dönüşüyordu. Sızan ya da kusan bir sarhoş değildi. Aksine neşe dolu,
kıpır kıpır birine dönüşüyordu. Bunu ilk keşfettiğimde ona gizlice içki içirip
bu halini bolca izleme planlarımdan aklıma abim düşünce vazgeçmek zorunda
kalmıştım.
“Ne oldu gece kuşu? Komik miyim ben?”
Başını hızlı hızlı iki yana salladı. Bunun
başını döndürmesiyle sendelemişti. Belinden tutarak göğsüme yasladım bedenini.
“Komik değilsin.” dedi baş sallaması yetmemiş gibi açıklayarak. “Çok yakışıklısın
ama…”
Saçlarını kulaklarının arkasına
sıkıştırırken kaşlarım havalandı. “Öyle miymişim?”
“Hı hım,” diyerek çocuk gibi homurdandı.
Alnına birkaç öpücük bıraktım. Başını zorlukla geriye atarak bana bakmaya
çalışıyordu. “Nişanlıma yakışmaya çalışıyorum.”
Kaşlarını çattığında yeşillerinde çakan
şimşeklerin sebebini anlayamadığım için şaşkındım. “Nişanlı mısın sen?”
Büyük bir kahkaha patlatmadan önce ciddi
olup olmadığından emin olmak için yüzünü izledim birkaç saniye. Gayet ciddi
olduğunu görünce başımı geriye atarak gülmeye başlamıştım.
Göğsüme yediğim güçsüz ama ona göre sert
darbeyle gözlerimi gözlerine diktim. “Ne gülüyorsun?” diye sorarken burnunu
çekti. Saldırganlığının yerini hüzün aldığında kıyamayarak belini okşadım. “Sağ
eline bak bakalım orada ne var gece güzeli?”
Ağzının içinde bir şeyler mırıldanıp elini
havaya kaldırdı. Havalanan elinin sol eli olduğunu sesli olarak belirtmeden
yavaşça değiştirmesini sağladım. “Gördün mü yüzüklerini?”
Gözlerini kırpıştırdı. “Ben de
nişanlanmışım Tuna.”
“O halde…” dedim çıkarım yapması için
fırsat tanıyarak.
“Biz nişanlılarımızı aldatıyoruz, onlar
nerede?”
Ağlayacak gibi sorduğu soruyla güleyim mi
yoksa ona eşlik edip ağlayayım mı bilememiştim. Sarhoşken beni unutacaktıysa
işimiz vardı bu saftirikle.
“Boş ver onları,” dedim biraz uğraşıp
delirtmekte sakınca görmeyerek. Nişanlı oluşumuzu unutmasının küçük cezası
sayabilirdi bunu. “Ben sana çok aşığım, umurumda değiller.”
Derin bir nefes aldı. Yanağını göğsüme
yaslayıp kedi gibi sürtündü. “Ben de sana çok aşığım. Sana kaçacağım.”
“Bana mı kaçacaksın?” derken gülüşümü
zorlukla tutuyordum.
“Evet, babam bizi saklar herkesten.
Nişanlım bulamaz.”
Daha fazla başka biriyle nişanlı olduğunu
ima ederse damarlarımdaki Demir Özkan kıskançlığı ve yıllardır yanında olarak
gözlemle edindiğim Uras Kalyoncu kıskançlığı birleşip beni bir canavara
çevirecekti. Bu ikilinin ayrı ayrı kıskançlıklarından daha ürkünç bir şey
varsa, o da karma haliydi ki o da maalesef bende mevcuttu.
“Gece!” dedim belinden geriye çekip yüz
yüze gelmemiz için alan sağlarken. Alnımı alnına yaslamıştım bir yandan da.
“Nişanlın benim, parmağındaki yüzük bizim yüzüğümüz. Sen benimsin, benimlesin.
Sarhoşluktan bulanan aklına söyle beni delirtmesin bebeğim.”
Gür kirpikleri birkaç kez birbirlerine
dolandı. Gözünü kapatıp açtıkça ayılıyor mu bilmiyordum ama umuyordum ki
öyleydi. Bir süre sonra bana daha normal bakmaya başladı. “Ben biraz sarhoş
olmuşum.”
“İnan fark edebiliyorum gece kuşu.”
Kollarıma tutunup yükseldi. Çeneme
dudaklarını bastırdığında ruhum da bedenim de erimişti ama belli etmemeyi
denedim.
“İlik gibi hatun çevirmiş, bu saate
kalmazdı hiç. Ballı pezevenk.”
Kulağıma dolan yabancı sesin kaynağı
umurumda olmayabilirdi. Eğer o kaynak, bana hitap ediyor ve aç gözlerle
kollarımda tuttuğum kadını süzüyor olmasaydı inanın umurumda olması için bir
sebebim olmazdı. Ama elime birden fazla sebep tutuşturulmuşken durulabilecek
kadar sakin bir adam değildim.
“Tekrarla,” dedim başımı yavaşça sağa
çevirip yarı ayık bize bakan orta yaşlı herifi görüş açıma alırken. “O sikik
ağzından ne çıktı senin az önce?”
Lal’in bana daha sıkı tutunmasının, aklı
bir karış havada olsa da gerilimimi hissedişinden olduğunu biliyordum. Onun
için sakinleşmek ve buradan uzaklaşmak da bir seçenek gibi görünmeye başlamıştı
bu yüzden.
“Bu gece sabah olmaz diyorum sana, bizim
hakkımızı da sen mi yiyorsun bu hatunu götürürken?”
Lal’i düşmeyeceğinden emin olduğum bir
şekilde bırakıp adamın üzerine fırladığım an bir iki saniyeden ibaret bir
kesitti.
İçinden çıktığımız mekânın kapısında
dikilen korumalar hareketliliği fark edip gelene dek hıncımı almış sayılmazdım.
Ağzımdan dökülenlerin bile farkında olmadan tüm gücümle yakasına yapıştığım
adamdan iki iri yarı koruma eşliğinde güç bela geri çekilmişken piçin
bilincinin ne ara kaybolduğundan habersizdim.
Bilincini yitirmesi, korumaları ambulans
çağırmaya ittiğinde yanına eklenen polislerle birlikte gece hiç olmadığı kadar
renklenmişti.
Bir saat sonra dışarıdan daha soğuk bir
alanda, ön kısmı demir parmaklıklarla çevrili nezarethanedeydim. Aklım buraya
gelirken zar zor görebildiğim Lal’deydi. Sarhoştu, yanında değildim ve yanından
ayrılmadan önce tam önünde bir adamın haşatını çıkartmıştım. Şu an ne halde
olduğunu tahmin etmek istemiyordum.
“Tuna Özkan,” diye seslenen üniformalı
polise döndüm. “Benim.” demiştim istemsizce ama zaten bulunduğum yerde benden
başka kimse yoktu.
“Çıkıyorsun, yukarıda imza attıktan sonra
gidebilirsin.”
Adama hiçbir şey demeden hızla ilerlemeye
başladım. Bana eşlik eden başka bir polisle birlikte iki kat yukarı çıktık. Koridorun
sağ kanadına döndüğümüzde duvara yaslı sandalyelerde oturan iki kişi ve hemen
yanlarında ayakta bekleyen diğer kişiyi tanıyordum.
Varlığımı fark eden ilk kişi ayakta
bekleyen Uras abimdi. Beni gördüğünde hasar tespiti yaptığı belli şekilde
bedenimi ve yüzümü inceledi ona doğru yürüyüşüm boyunca. Onun tek bir noktaya
odaklanışı sandalyedeki Demir abimin de ilgisini çektiğinden ikinci incelemeye
de o girişmişti.
Abim ayaklandığında yanlarına varmıştım.
Lal onun hareketliliğiyle başını kaldırdığında beni gördü. Böylece ben de onu
görmüştüm ama bir an için görmemeyi yeğledim. Beyaz teni kıpkırmızıydı,
gözlerinin de altta kalır yanı yoktu kırmızılık konusunda. Yanaklarında kurumuş
yaşları görüyordum.
“Tuna!” diyerek sarsak bir şekilde üzerime
atladığında sırtına kolumu sardım. “Şş, buradayım.”
“Dilinden tek kelime dökülsün diye
şaklaban olduk, bu sinir topunu görünce hemen Tuna diye mırla tabii.” Uras abim
sanırım ortamı yumuşatmak istemişti ama bunun getirisi benim Lal’in ben yokken
konuşmayışına dertlenmem ve Demir abimin durumu baştan düşünerek gerilmesiydi.
Lal bana sarıldığında sakinleşmek yerine
içerleyerek sızlanıp ağlamaya başlamıştı. Sırtını sıvazlayarak onu tutarken
gözlerini ayırmadan bana bakan ikiliye çekinmeden karşılık verdim.
“Doğru düzgün kimseye bir şey
anlattıramadık, Lal zaten diline kilit vurup sustu. Dökül sarı kafa, hızlı.”
Uras abime baktım. “Beni siz çıkartmadınız
mı oradan?” dedim garipseyerek.
“Bizim bir şey yapmamıza gerek kalmadı,
bayılttığın herif her ne boksa bu ilk vakası değilmiş. Daha önce de benzer
olaylarda haşatını çıkartmışlar.”
Ben hiddetle “Orospu çocuğu,” diye
mırıldanırken Demir abim sabır diler gibi başını oynattı. “Fıstığım?” diye
seslendiğinde Lal onu duyduğunu belli ederek kıpırdandı ama arkasına dönmedi.
“Seni birkaç dakika burada oturtup
Tuna’nın imza işlerini halledip gelelim. Sonra eve gideceğiz tamam mı?”
“Ben de geleceğim.”
“Gerek yok babam, otur burada. Üzme beni
hadi.”
Lal tereddütle başını göğsümden çekti.
Sulu gözlerinden öpücükler çaldım. “Geleceğim hemen yanına.”
“Söz?”
“Söz, gece güzeli.”
Lal’i az önce oturuyor olduğu yere
bıraktıktan sonra imza atacağımı sanarak geniş kapıdan geçmek üzere
hareketlendim. Demir abimin koluma yapışıp aksi yönde beni çekiştirmesini
beklemiyordum bu sırada. Lal’in görüş açısından çıktığımızda az önceki sakin
tavrı yerini öfkeye bıraktı.
“Bu saatte sizi karakoldan toplamak için
mi güveniyorum ben sana Tuna?”
Gözlerimi kaçırmadım. Geri adım atmadım.
“Piçin teki ağzını yaya yaya Lal hakkında konuşacak, ben de gülüp geçecek miydim
Demir Özkan?”
Abimin mavilerinde saniyelik beliren
parlamanın bir neşe ya da heyecan belirtisi olmadığı ortadaydı. Uras abim onun
koluna yapıştığında bunun Demir abimin hastaneye gidişini engellemek için bir
önlem olduğunu biliyordum. Onu tutmasına rağmen Uras abim de gözlerini kısmış,
gerilmişti. Çoğu özelliğimin bu ikiliden karma oluşundan bahsederken şaka
yapmıyordum.
“Ne dedi?” diye sordu tek nefeste Demir
abim.
Başımı iki yana salladım. “Dedi bir
şeyler, belasını da buldu abi. Daha fazla Lal’i korkutmadan gidebilir miyiz?”
Ona ayrıntı verirsem sönmek yerine
harlanacaktı. Şu an son ihtiyacımız olan buydu.
“Tuna söylemezsen ben aklımdan geçen ilk
şeyi doğru sayıp gider yine o puştu boğarım.”
Yutkunurken yardım ister gibi Uras abime
baktım bir an. Burnundan uzunca bir nefes verdi. Hâlâ abimi kolundan tutuyordu.
“Ve Lal’e inanılmaz tatlı bir gece armağan etmiş olursunuz. Önce nişanlısı,
sonra da babası nezarete düşünce eminim bayılacaktır bu güzel geceye.”
Demir abim öfkeyle kolunu ondan kurtardı.
Hızla ilerlediği yerin neresi olduğunu düşünmedim. Çünkü az önce Uras abim
oldukça doğru noktadan vurmuştu onu. Lal’e sarılmak için hızlanmıştı.
Abimi takip ederken Uras abim kolunu
omuzuma attı. “Çenesi yerinden çıkmış, burnunu da kırmışsın orospu çocuğunun.”
“Az olmuş, ciyaklayıp durmasaydı biraz
daha vaktim olurdu korumalar gelene kadar.”
Bıyık altından sırıttı. “Ablanın bu
geceden haberi olacak biliyorsun değil mi?”
“İspiyoncu bir kocası var, tabii haberi
olur.”
Abimi Lal’i omuzuna yatırırken görecek
kadar ilerlediğimizde daha fazla adım atmadan önce bir duraksadım. “Gerçi
kardeşi de isterse kocası kadar ispiyoncu olabilir.”
Tek kaşı havalandı. Devam et der gibi
bekledi. “Birini nasıl doğru yerlere vurup hızla devireceğimi, tek yumrukla
burnunu nasıl kırabileceğimi kim öğretmişti bana Uras Kalyoncu?”
Omuzumu parmaklarıyla sıktı. “Kendi
kendine öğrenmişsindir sarı kafa, Allah vergisi.”
Sırıttım. “Bu gecenin ayrıntıları aramızda
kalırsa, bu yalanı benimseyebilirim abi.”
“Bacak kadar kalsaydın da beni tehdit
edemeseydin keşke en küçük Özkan.”
Abimlere doğru yürümeye devam ederken omuz
silktim. “Eminim o kadarken de hepinizi halletmişimdir. Kendime güveniyorum.”
Lal ona yaklaştığımı gördüğünde hızla
babasının omuzundan doğruldu. Kalkmasına fırsat vermeden diğer tarafındaki
boşluğa yerleştim. “Özür dilerim Gece’m.” dedim onu kendime çekip saçlarına
çenemi yaslarken. “Şahit olmamalıydın böyle bir sahneye.”
“Evet!” diyerek sitemle doğrulmasını
beklemediğimden şaşkındım. Bizi izleyen ikili de benimle aynı halde görünüyordu.
“Ne kadar korktum haberin var mı?”
Yanaklarını avuçlarımla sarıp severek
sakinleşmesini umarken sessiz bir kabullenişle başımı salladım.
“Nişanı atacak kadar çok mu mesela?”
derken hevesli görünen Demir abimin sorusuyla Uras abim kısık bir kahkaha attı.
Bense kaşlarımı çatmış Lal’in cevabını beklerken gerilmiştim.
“O kadar değildi.” dedi mırıl mırıl.
Boynuma doğru geri yattığında sırıttım. “O
kadar değilmiş Demir Özkan, duydun değil mi?”
“Yoğun bakımlık edemedin mi bir iki tane
daha vurup? O zaman kesin nişan atardı bak.”
Lal hızla doğrulup ona döndü. “Baba!” diye
cırladığında abim ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırmıştı. “Şaka yaptım kara
böcek, şaka.”
Lal homurdanıp gözleri kapalı halde bana
yaslandı yeniden. Abimin dudaklarını oynattığını görmüştüm hemen ardından. ‘Şaka değildi’ diyordu heceleri bastıra
bastıra.
Ayıplayıcı bakışlar attım başımla Lal’i
göstererek. Onun gibi ‘kızına
söyleyeceğim’ diye ağzımı kıpırdattım.
Dudaklarımı okuyan ikinci isim homurdandı.
“Tehdit makinesine bak, durmadan yapıştırıyor. İttifak kurmanın zamanı gelmiş
Demir Özkan.”
Demir abim yüzünü buruşturdu. “Seninle mi
ittifak kuracağım?”
“İlişkiniz savaş sırasında aklınızı
karıştırabilir diye çekiniyorsanız-…” Giderek kısılan sesim, üzerime odaklanan
iki delici bakıştandı.
Yüzümü Lal’in saçları arasına gizleyip
çocuk gibi saklandım. “Koru beni gece kuşu.” dediğimde kollarımdaki bedeni
gülüşüyle titremişti.
Korkudan, üzüntüden değil gülüşüyle
titremesi içimi ferahlatırken canıma yönelik tehditlere rağmen kollarımda
oluşunun tadını çıkartmayı sürdürdüm.
Âşıktım.
Aşkı öylesine güzel bir çiftin yanı
başında izleyerek öğrenmiştim ki aşka da, kollarımdaki kadına da âşıktım.
Hep korktuğum, ablam ve Uras abimin
birbirini sevdiği kadar sevilemeyeceğim diyerek olası kişilerden kaçındığım
zamanlarda kendisini kucağıma düşürmüştü Lal. Öylesine doğru anda ve öylesine
güzel gelmişti ki bana sadece aşkına karşılık vermek kalmıştı. Gün geçtikçe
artan bir şekilde de yıllardır karşılık veriyordum aşkına.
Nefesim tükenene dek de aşkına delicesine karşılık
vermeye devam edecektim.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder