Aykırı Çiçek 17.Bölüm

 17.BÖLÜM



“Sessizlik yeminin sonlanmadı mı halen?”

Gözlerimi ön camdan ayırmamış olsam da Acar’ın kırmızı ışıkta durduğumuz için telaşsızca bana döndüğünün farkındaydım.

Beni omuzuna atıp arabaya bindirdikten sonraki kısım hızlı gelişmişti. Ajansa peşinden sürüklendiğimi düşünürken çoktan bambaşka bir yola saptığımızı anladığımda Acar’a nereye gittiğimizi sormuş, beni evime götürmesini söylemiştim. Ancak beni pek taktığı söylenemezdi, varış noktasını bilmesem de yaklaşık 20 dakikadır yoldaydık.

Bu 20 dakikanın yarısından fazlasını ise inadımdan tek kelime etmeyerek ön camdan yolu izleyip geçirmiştim, geçirmeye de devam ediyordum.

“Sonlanmamış, tamam.” Sorusunun cevabını kendisi verdiğinde ışık da yeşile döndü ve yeniden hareket etmeye başladık. “Az kaldı zaten, beş dakikaya varırız.”

“Nereye varırız ya, nereye?” Dayanamayıp konuşurken aynı anda da ona döndüm. Bakışları yoldaydı ama çok kısa bir an şaşkınca beni süzüp yeniden önüne döndü. “Aniden ne bağırıyorsun kızım, kaza mı yapalım?”

“Bağırmıyorum ben.” derken sesimin halen biraz yüksek çıktığını fark edince öksürür gibi yaptım. Sinirimi bozmasaydı bağırmazdım zaten, onun yüzünden olmuştu.

“Tamam güzelim, ben yanlış duymuşumdur. Bağırmıyorsun.”

Güzelim dediğinde öncekilerde olduğu gibi çığlık atma ihtiyacı duysam da sakin kalmayı başardım. “Bir daha olmasın.”

Burnundan sert bir nefes vererek güldüğünde gözlerimi kaçırdım. Çok güzel gülüyordu.

“Sen nasıl istersen.”

Kollarımı çocuk gibi göğsümde birleştirip homurdandım. “Gören de her dediğimi dinleyip yapıyorsun zannedecek, sen nasıl istersenmiş…”

“Üzerinde o elbise varken cidden bu hareketi yapmak zorunda mısın?” Neyi kastettiğini anlamayıp istemsizce bakışlarımı aşağıya indirip göğsüme baktım.

Çilekli elbisemin derin göğüs dekoltesine doğru yükselen göğüslerim olması gerekenden daha dolgun ve dışarıda duruyordu. Araba kullanırken bunu nasıl görmüş olduğunu bilmiyordum, ama her fırsatı değerlendiriyor gibiydi.

“Böyle rahat ediyorum.” Bana bunu söyledi diye kollarımı indirip yakamı çekiştireceğimi zannediyorsa, zannetmeye devam edebilirdi. Umursamadan olduğum gibi kaldım.

Ağzının içinde bir şeyler homurdandı.

“Duyamadım..?” dedim alayla.

“Şu arabayı bir park edeyim, daha yakından fısıldayacağım Feris. Kolayca duyarsın.” Kendinden emin bir şekilde konuşması anlık bir tereddüde düşmeme sebep oldu. Bazen Acar’dan korkmuyor değildim.

Acar’a laf yetiştireceğim diye etrafa hiç bakmadığımı fark ettim. Cama döndüğümde ise bir binanın garajına girmek üzere olduğumuzu görmüştüm. Acar vitesin yanındaki gözden küçük bir kumanda çıkartıp garaj kapısının açılmasını sağladığında küçük bir yokuş inerek içeriye girmiş olduk.

Nereye geldiğimizi bu sahneden sonra anlamamak biraz aptallık olurdu sanırım. Evine gelmiştik.

Aile evinin dışında kendine ait olan bir dairesi olduğunu biliyordum. Melih’ten dinlediğim kadarıyla sık sık kendini bu eve atıp yalnız kalmayı tercih ediyordu.

Kısa bir sürenin ardından araba tamamen durunca kapımı açmak yerine bekledim. Kemerimi bile çözmeden oturduğum için Acar kendi kemerinden kurtulunca bana baktı. “Arabada otururuz diye garaja girmiş gibi mi duruyorum?”

“Benim fikrimi sormadan beni apar topar evine getirmiş gibi duruyorsun.”

“Tam olarak öyle yaptım, in hadi.”

Beni beklemeden inip kapısını kapattı. Arabanın önünden dolaşıp benim kapıma gelince sırıttım. “Çok naziksin Acarcım.” dediğimde üzerime doğru eğilmesini beklemiyordum. Bu ani yakınlık nefesimi istemsizce keserken kasıldım.

Hızlı bir hamleyle kemerimi çözdüğünde durumu yanlış anladığım için kendime kızdığım sırada yanağımın dudağıma en yakın kısmında minik bir öpücük hissettim. “Heyecanın boşa gitmesin.”

Benimle dalga geçmesi sinirlerimi hoplatırken elimi rastgele bedenine geçirdim. Omuzuna vurduğumda bundan fiziksel olarak etkilenmişe benzemiyordu. “Çok acıdı, şimdi sen öp de geçsin.” Dalga geçmeye devam ediyordu, çığlık atıp boğazlamak üzereydim. Beni her anlamda delirtiyordu.

Çatık kaşlarım ve kıstığım gözlerimle karşı karşıya kalınca öpmeyeceğimi anlamış olacak ki sakince geri çekildi. “Borcun olsun.”

Garaj kokusundan artık rahatsız olmaya başlamıştım. Genelde midemi bulandıran, maruz kalmayı sevmediğim kokuyu daha fazla solumak istemeyerek arabadan indim. Çantamı omuzuma takıp bir iki adım attığımda Acar da arabayı kilitlemiş ve bana yetişmişti.

“Asansör şurada.” Eliyle gösterdiği taraf doğru yürümeye başladık. Geri dönüp kaçmak isteyen tarafımı göz ardı etmeyi denedim. Eve gidiyorduk, iyi güzel fakat ne konuşacaktık ya da ne diye bunu yapıyorduk bilmiyordum. Üzerinde çok fazla düşünmemeye çalıştım.

Asansöre bindiğimizde 12. kata çıkıyor olduğumuzu görünce hafifçe yutkundum. 13 yazan bir tuş yoktu, en üst kata çıkıyorduk yani.

Çok yoğun bir korkum olmasa da yükseklikten haz etmezdim, 4-5 kattan sonrası bana fazla geliyordu.

Asansörün aynasına dönüp kendime bakarken bu gerçeği aklıma getirmemeyi denedim. Saçlarım her bakışımda daha beter hale geliyordu. Artık sıcağın beni çok da rahatsız etmeyeceğini düşünerek saçıma geçirdiğim tokayı sertçe çektim. Özgürlüğe kavuşan saçlarım omuzlarımdan dökülürken Acar dikkatle beni izliyordu.

“Böyleyken daha güzeller.” Saçlarımın en uç kısımlarına kırılacaklarmış gibi hafifçe dokunduğunda gülümsedim. Benimle ilgili beğendiği her ayrıntı benim için özeldi, bunun benim için ne anlama geldiğini bilmediğine emindim.

Asansörün durmasıyla bu an bölündü. Kapı açıldığında kendimi dışarıya atan ilk ben oldum. Asansörün ortada kalacağı şekilde iki daire kapısı vardı. Acar, üzerinde 23 yazan kapıya ilerlediğinde peşine takıldım.

Cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtığında iyice geriye ittiği kapıyı bırakıp bir adım geri geldi. İçeri girme önceliğini bana verdiğini anlayarak oyalanmadan ileri adımladım. İçeriye girer girmez etrafta bolca kullanılmış olan kahve ve krem tonları gözlerimi rahatlatmıştı.

Acar’dan yas evi gibi karartılmış bir dekorasyon beklemediğimi söylemezdim. Beni yanıltması hoşuma gitmişti.

Sağımda duran portmantonun önünde ayağımdaki kısa topuklu sandaletlerden kurtuldum. Evin içinde ayakkabıyla gezmek kadar iğrendiğim bir şey yoktu sanırım.

Meraklı bir çocuk gibi gözlerimi etrafta dolandırsam da yerimden kıpırdamadım. Acar da içeriye geçip kapıyı kapatmıştı bu sırada.

“Hoş geldin,” dediğinde bakışlarım onu buldu. “Evime.”

Koyu kahvelerinin yoğunlaştığını aramızdaki mesafeye rağmen görebiliyordum. Bu yoğunluk onun gözlerinden dışarıya çıkıp beni çepeçevre sarmış gibi birkaç saniye duraksadım. “Hoş buldum.”

“Salon.” diyerek eliyle çift kanatlı bir kapıyı işaret etti. Salona girdiğimizde buranın çoğunlukla kahve tonlarıyla kaplı olduğunu gördüm. Eşyaya boğulmamış, ferah ve rahat duruyordu.

Gözüme kestirdiğim koltuklardan birine ilerleyip oturmak üzereyken bakışlarım salonun diğer ucundaki masaya takıldı. Ahşap, uzun bir masaydı. Dikkatimi çeken ise masanın kendisi değil, üzerinde duranlardı.

Çantamın koltuğa düşmüş olmasına aldırmadan masaya doğru ilerledim. Çıplak ayaklarımın parkede yarattığı adım sesleriyle masaya ulaştığımda yan yana duran vazolara baktım.

İçlerinde turuncu güller olan vazolara…

Acar’a yolladığım güllerin vazolarını özel olarak seçiyordum, bu iki vazoyu da adım gibi hatırlıyor olmam bu yüzdendi. Son iki vazoydu bunlar.

Yüzüme yayılan gülümsemeyi saklamaya gerek duymadan hızla arkamı döndüm. Acar’ın bir adım arkamda duruyor olduğunu da böylece fark edebilmiştim. “Evine getirmişsin onları.” dedim heyecanla.

Halen gülümsüyordum, bakışları gülümsememe kısa bir an takılıp ardından gözlerime ulaştı. “Öyle görünüyor.”

Halinden anladığım kadarıyla gülleri buraya getirdiğini benim görmemi çok da istiyor gibi değildi. Beni eve getirirken masadaki gülleri hesaba katmadığı belliydi.

Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatıp parmak uçlarımda yükseldim. Dudaklarımı hafif bir baskıyla dudaklarına dokundurup geri çekildim. Arabadan inerken söylediği şeye atıfta bulunarak konuştum. “Borcumu geciktirmeyeyim.”

Öpücüğün asıl sebebinin güller olduğunu ikimiz de biliyorduk ama üzerine gitmedim. Üzerinde yükselmeye çalıştığım parmak uçlarımın acıdığını hissederek geri inecekken Acar kolunu belime sararak bunu engelleyip, bedenimi göğsüne doğru çekti.

Avuçlarım omuzlarına yerini biliyormuş gibi yaslanınca ağırlığımı ona verdiğim için parmak uçlarımda kalmak artık daha kolaydı. Yüzüne normalden çok daha yakındım, aldığı nefesleri hissedebiliyordum.

“Bu kadar güzel gülümsememelisin Feris, gülleri gördün diye onları kıskandıracak kadar güzel gülümsememelisin.” Yakınır gibi fısıldadığında gülüşüm, aldığım iltifatın şaşkınlığıyla kayboldu.

“O gün, seni öptükten sonra her şeyi mahvettim, anladım. Yapmamalıydım, ama zamanı geri alamam, o anı değiştiremem.” Restoranda benim yaptığım gibi kendini açıklamaya başladığı için bölmeden dinlemeye devam ettim. Omuzlarındaki ellerimi çekmedim, o da belimdeki dokunuşunu sürdürdü.

“İnce düşünceli bir adam değilim, hiç olmadım. Karşımdakini kırıp kırmadığımı umursayarak hareket etmiyorum, bununla övünmeyeceğim ama ben buyum.”

“Bunun farkındaysan, değiştiredebilirsin.” Araya girmeyeceğim desem de yine dayanamamıştım.

“Değiştirmek istemiyorum.” Net bir tavırla konuşup söylediği cümle kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Ağzımı aralamışken beni susturup kendisi devam etti. “Kimsenin kırılması umurumda değil, en azından bugüne kadar öyleydi. Sen bana içini dökerken kırgın bakışlarla yeşillerini gözlerime dikene kadar öyleydi.”

Sonunun nereye bağlanacağını merak ederek sessiz kaldım. “Beni sen değiştir, beni sana kadar değiştir. Seni kırmayacak, benden uzaklaşıp kaçmana sebep olmayacak kadar değiştir Feris.”

Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakakaldım. Söyledikleri bir bir zihnime dolup algımı işgal ederken karşımdakinin Acar olduğunu kendime hatırlattım.

Karşımdaki adam Acar’dı, beni kırdığı için pişmandı ve bunu bir daha yapmamak için benden yardım istiyordu.

“Olur mu?” Daldığımı ve bir süredir hiçbir şey söylememiş olduğumu Acar’ın sesiyle anladım. “Hım?” gibi anlamsız bir ses çıkarttım. Acar çatılan kaşlarıyla alnını alnıma yasladı. “Beni dinlememiş olamazsın değil mi? Aynı konuşmayı bir kez daha yapamayabilirim çünkü.”

“Dinledim.” dediğimde ifadesi yumuşadı. Nedensizce yüzüne bakmaktan çekinerek başımı omuzuna yasladım. Gözlerimi boynuna dikip belirgin âdemelmasına bakarken, ondan kaçıp onda saklanmam biraz ironikti.

“Sıkı tutun.” derken neyi kastettiğini hemen sonrasında anlamıştım. Belimdeki ellerinden birini kalçama kaydırıp beni havaya kaldırdığında itiraz etmeden bacaklarımı beline sararak ona tutundum. Başımı kıpırdatmadan beklerken Acar koltuklara doğru ilerleyip oturdu.

Kucağındaki yerimi daha konforlu hale getirip tamamen üzerine yayıldım. Bu mayışıklığıma hafifçe güldüğünü saçlarımın üzerinde hissetmiştim.

Sırtımı okşamaya başlayan büyük avucu kendimi toparlamama pek yardımcı olmuyordu. Gece hiç uyuyamamıştım, biraz daha devam ederse gözlerim kapanacak ve derin bir uykuya dalacaktım.

Burnumu boynuna götürüp yasladığım yerde derin bir nefes aldım. Her şey o kadar hızlı ve planladığımın dışında ilerliyordu ki bazen Acar’la olduğum anların rüya çıkacağından şüpheleniyordum. Böyle bir şey olur ve bu rüyadan uyanırsam muhtemelen önümüzdeki beş yıl kendime gelemezdim.

“Cevap vermeyecek misin bana?”

Cevap vermem için bu kadar üstelemesi anlamsızdı. Hayır diyeceğimi mi düşünüyordu?

“Vermeyeceğim.” dedim biraz uğraşmak isteyerek.

“Ne?” Böyle dememi beklemediği için hızla tepki verince kıkırdadım. Sırtımdaki eli durduğu için huysuzlanan bir bebek gibi homurdanıp başımı kaldırdım. “Şaka yaptım şaka, ne bu şoktan şoka sürüklendin hemen?”

Gözleri yüzümün her noktasında gezindikten sonra gözlerimde durdu. “Şaka yaptın öyle mi?”

“Hı hım, şaka yaptım. Yontarım- ay yani değiştiririm ben seni, aşk olsun aramızda lafı mı olur?” dedim yanlışlıkla söylemiş gibi yaparak.

Acar’ın kaşları havalandı. “Yontarsın?” Bastıra bastıra konuşunca şirince gülümsemeye çalıştım. “Dilim sürçtü.”

“Benim de elim sürçsün mü?” deyince ne olduğunu anlayana kadar Acar çoktan iki elini bel boşluğuma uzatıp tikimle oynamaya başlamıştı. Dokunduğu anda çığlık atarak kucağında debelenmem sonuçsuz kalmış, bir milim kıpırdayamadan onun insafına kalmıştım.

Sık sık eli belimde gezinse de tikim olduğunu fark ettiğinden haberim yoktu. Evet, her dokunduğunda istemsizce irkiliyordum ama belli etmediğimi sanmıştım.

“Acar!” dedim kesik çıkan sesimle. “Ya dursana!” Bir yandan onu durdurmaya çalışıp bir yandan katılarak güldüğüm için Acar da halime sırıtıyordu. Nefes nefese kalıp artık tıkanmaya başladığımda Acar bana acımış olacak ki parmaklarını kıpırdatmayı bıraktı.

Gülüşüm yavaş yavaş kesilirken kendimi sakinleştirmem biraz zaman alacak gibiydi. Dakikalarca koşmuş gibi yorulmuştum.

“Bayılacaktım, neden durmadın?” dedim söylenmeye başlayarak. “Kendini hiç sıkmadan gülmeni izleme fikri hoşuma gitmişti.” Duraksamadan cevap verince yanak içlerimi ısırdım.

Ardından bunu yapmak yerine farklı bir bakış açısıyla düşünerek Acar’ın yanaklarını iki elimle kavrayıp dudaklarına yapıştım.

Saniyelik bir bocalamanın ardından benim öpüşümün birkaç katı sertlikte karşılık vermeye başlayan Acar, ağzının içine doğru kısıkça inlememe sebep oldu.

 

!Kitabın son hassasiyet uyarısını bırakıyorum buraya!

Bu sahne hiç ağır değil fakat genel bir uyarı olarak açıklamada da belirttiğim gibi kitapta bu tarz birçok sahne olacak, rahatsız oluyorsanız devam etmemenizi öneririm. Uyarı koymayacağım bundan sonra çünkü ;)

 

Dudaklarının üzerine bıraktığım inleme az önceki sertliğini arar hale gelmeme sebep oldu. Dudaklarımı emerken onlara doyamıyormuş gibiydi. Yanaklarındaki ellerimi çekmeden hafifçe avuçlarımı çizen sakallarını okşadım.

Belimin iki kenarında sıkıca kenetli duran elleri beni kendisine doğru bastırdı. Gözlerimi dayanamayıp kapattığımda dilinin ağzıma sızmak için dudaklarımı zorladığını hissettim. İtirazsızca buna izin verdiğimde dili, dilime dolandı.

Belimdeki ellerinden biri aşağıya doğru kaydı, kalçamı avucunun içinde yoğurur gibi sıktığında elbisemin kumaşı elinde buruşup katlandı. Bu, kendimi ona sürtmem için bir iç güdü uyandırsa da bunun çoktan ateşlenen fitili iyice tutuşturacağını biliyordum.

Bedenim tamamen ona yaslıydı, kasıldığını fazlasıyla yakından hissedebiliyordum. Dilini dişlerimin arasında sıkıştırıp ısırır gibi tuttuğumda bu kez inleyişi dudaklarımızın arasında kaybolan o oldu. Bir anda dudaklarımı serbest bırakıp geri çekildiğinde gözlerimi aralayıp ona baktım.

Koyu kahverengi gözlerinin siyaha çalan bir yoğunluğa ulaştığını, hissettiklerini açıkça dile getirdiğini gördüğümde; bundan beni öpmesinden daha çok etkilendiğimi fark ettim.

Beni istiyor olmasından etkileniyordum, beni en az benim onu istediğim kadar istiyordu ve bunu fazlasıyla sevmiştim.

“Nasıl bir şeysin sen?” Bu soruyu sorarken ciddi olup olmadığını anlayamıyordum. Garip bir soruydu, ama o kadar ciddi ve net bakıyordu ki emin olamamıştım.

“Güzel bir şeyim bence. Değil mi?” Muzipleşerek kendimi övmeye çalışıyormuşum gibi konuştuğumda uzanıp dudaklarıma minik bir öpücük bıraktı. “Fazlasıyla.”

“Biliyorum biliyorum, sık sık duyuyorum zaten.”

Kalçamda duran eliyle popomu cimcikler gibi sıkıştırınca yerimde hopladım. “Acıdı!”

“Sık sık duyuyorsun öyle mi?” Acımı takmadan gerilmiş gibi konuştuğunda kollarımı boynuna doladım. “Öyle tabii, ne sandın Acarcım?”

“Feris.” Adımı söyleyip ardına hiçbir şey eklememeye iyi alışmıştı, sürekli yapıp duruyordu.

“Efendim?”

“Yok bir şey.” dediğinde ters ters baktım. “O zaman neden seslendin?”

“Canım istedi, bir sorun mu var Feriscim.” Beni taklit ederek adıma getirdiği eke güldüm. “Yo, ne sorunu olacakmış?” dedikten sonra başımı yeniden omuzuna yaslayarak yattım.

Kucağında olma işine her geçen saniye daha da alışıyordum, böyle giderse yapışık ikizler gibi kalmak zorunda kalacaktık. Bir eli yine sırtıma ulaşıp sıvazlamaya başladı.

“Uykum geliyor sen sırtımı okşayınca.” dedim açıkça. Ya dursun ya da uyuduğumda şok olmasın diye belirtme ihtiyacı hissetmiştim.

“Uyu o zaman güzelim, ne yapayım?” Olağan bir durummuş gibi konuşunca gülümsedim.

“Sen de uyumak ister misin?”

“Uyurken böyle bir hizmet alacak mıyım?” derken eliyle sırtımı patpatladı hafifçe. “Şöyle yapsak…” deyip elimi yanağına götürüp okşadım. “Sırtın biraz ters kalıyor.”

“İdare eder.” dese de sesi çoktan memnuniyet dolu hale gelmişti.

Gözlerimi kapatıp uyumak için bedenimi ve zihnimi tamamen serbest bırakırken, sık sık hayal ettiğim şekilde; burnumda onun kokusu ve hissedebildiğim tatlı dokunuşlarıyla huzurlu bir uykuya daldım.

Bugünü de unutmak istemediğim, bir daha yaşamak için çoğu şeyden vazgeçebileceğim günler listesine çoktan eklemiştim.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm