Aykırı Çiçek 33.Bölüm

 33.BÖLÜM



“Küsmemişler midir o zaman?” Yanağımı koltuğun yüzeyine bastırarak sürücü koltuğundaki Acar’a baktım dikkatle. Gözleri yoldan birkaç saniye ayrılıp üzerime çevrildi. “Küsmemişlerdir dedim ya güzelim, neden küssünler?”

Dudaklarım istemsizce aşağı kıvrıldı. “Annem üzüldü ama, gördüm ben.”

“Onlarla kalmanı istiyorlardı çünkü Feris. Geceyi orada geçirmemene üzüldü annen.”

Henüz hava yeni kararmaya başlamışken evden Acar ve Tuğrul amca ile çıkalı yaklaşık on dakika oluyordu. Bugün fazlasıyla adım atmış, annemi görmüş, üçüzlerimden bir diğerini ve küçük abimi tanımıştım. Sabah kendimi şirkete atmamla başlayan gün, akşama dönerken daha büyük bir adım atabilir ve geceyi o evde geçirebilirdim.

Ama içimden bir ses bunun için gerçekten erken olduğunu söylemiş ve ben de ona uymuştum. Üst üste binen düşüncelerim ve duygularım gece birikecekti. O sırada bulunduğum yer orası olursa yine kendimi bir krizin kucağında bulacak olmaktan korkmuştum. Sonuç olarak ise Acar’ın gelişini küçük bir bahaneye çevirerek oradan ayrılmıştım.

“Orada mı kalmalıydım sizce?” Öne oturmayıp benim tüm ısrarlarıma rağmen arka koltuğa yerleşen Tuğrul amcaya dönerek onun da fikrini merak ettiğimi belli ettim. “İçinden ne geliyorsa onu yapmalısın güzel kızım benim, kimsenin senin tercihlerini yargılamaya hakkı yok. Ailen ya da bir başkası fark etmez, sen nasıl mutluysan öyle yap.”

“Onlarlayken mutluyum, beni üzmüyorlar ki.”

“Orada kalmak istemeyişinin sebebi ne peki?”

“Gece kötü hissetmekten korktum, onların yanındayken bunu yaşarsam kendilerini suçlarlardı.” dedim açıkça. “Yani orada kalmaya hazır hissetmedin demek ki, bunda bir gariplik yok.”

Bunu kabullenmeye ve daha fazla durumu sorgulamamaya karar vererek önüme döndüm. Camdan yolu izlerken dakikalar sonra girdiğimiz sokak tanıdıklaştı. Tuğrul amca kapısına uzanmadan önce koltukların arasından kafasını uzattı. “Canını sıkarsa kaç buraya gel.” Acar’ı işaret ederek kurduğu cümleye gülerken bir yandan da başımı salladım. “Tamam.”

Bizim inmeyeceğimizi anlamıştım ama yine de içim rahat etmedi. “Demet teyzeye merhaba deseydik keşke.”

“Evde değil, bir arkadaşıyla dışarıdalarmış. En kısa zamanda uğra ama mutlaka, çok seviniriz.” Tuğrul amca kapısı açıkken beni cevapladığında onayladım. Acar’la kısa ve benim anlayamadığım bir bakışma yaşadılar. Ardından arabadan inip eve ilerledi. O içeri girerken Acar arabayı yeniden hareket ettirmeye başladı.

Az önce çiselemeye başlayan yağmur hızlandığından trafik tıkanmaya başlamıştı. “Atölyeye gidelim.” dedim daha çok yol alamamışken. Acar, sıkışan trafik sayesinde bakışlarını rahatlıkla üzerime çevirdi ve yüzümde oyalandı. “Eve gideriz diye düşünmüştüm.”

Evden kastının kendi evi olduğunu biliyordum. Başımı omuzuma doğru eğdim. “Atölyeye gitsek daha iyi olur, biraz resim yapmak istiyorum.”

“Resim yaparken tek olman gerekecek mi?” dediğinde ciddiyetimi korumaya çalışarak konuştum. “Evet, biri varken çizemem.”

Acar bunu duyduğuna sevinmediğini tüm mimikleriyle belli ederek yeniden ön cama dönünce sırıttım. “Üzüldün mü Merihcim?”

“Yok.” Tok bir sesle kısacık cevaplayıp gözlerini üzerime döndürmedi. Son günlerde Acar’ı çok az görüyor, hatta neredeyse hiç görmüyordum. Mesajlaşıyor ya da bazen telefonla konuşuyor olsak da en son doğru düzgün vakit geçirdiğimiz an sanırım benim yine onun evinde olduğum gündü. Aklım o güne giderken yaşanan anlar gözümün önünde belirmeye başladığında başımı iki yana salladım. Kendi kendimi yükseltmesem daha hoş olurdu.

“Üzüldüysen sana kıyak geçip izlemene izin verecektim, ama madem üzülmedin…” dedim ellerimi iki yana açarak. “O zaman sorun yok.”

“Sen benimle oyun mu oynuyorsun?” diyerek bana doğru eğilmesini beklemiyordum. Kalbim hızlanmaya başlarken dışarıya pek bir şey yansıtmadan masum bakışlarla gözlerimi kırpıştırdım. “Ne oyunu?”

Konuşmaya başlayacağı sırada öndeki arabanın ilerlediğini fark edince çenesini tutup yüzünü yola çevirdim. “Bak yol açılmış.” Ağzının içinde bir şeyler söyledikten sonra arabayı hareket ettirdi.

Yol açıldığı için fazla hızlı olmasa da en azından ilerleyebiliyorduk. Sıkıldığım için bacaklarımı sağa sola kıpırdatıp dizimi sallarken Acar’ın büyük avucu dizimin biraz yukarısına kapandı. Pantolonumun sert kumaşından dahi hissedebildiğim sıcaklığı bakışlarımın oraya dönmesine sebep oldu. “Kıpır kıpırsın, ne oldu?”

“Sıkıldım.” derken ellerimi eline uzatıp parmak boğumlarıyla oynamaya başladım. Acar sessiz kaldığında ben de başka bir şey demedim. Dikkatimi eline verip kendi kendime vakit geçiriyordum. “Ellerin çok güzel.”

“Sen mi söylüyorsun bunu?” diye sorduğunda gülümsedim. Ona ilk olarak elimin fotoğrafını atmıştım, ellerimi beğendiğini biliyordum. “Benimkilerden güzel demedim zaten, ama gideri var yani.” Bilmiş bilmiş konuştuğumda Acar bacağımdaki elini kapatıyormuş gibi yaparak bacağımı sıkıştırdı. “Sağ olun Feris Hanım, buna da şükür.”

“Şükür tabii, şükür. Yat kalk bana dua falan et sen.” Abarta abarta konuşurken bir yandan gülüyordum. Araba kırmızı ışıkta yavaşlayıp durunca Acar’ın gözleri yüzümü buldu. Gülüşüm istemsizce azalıp kaybolurken bakışlarındaki yoğunluk ilgimi çekmişti. “Niye öyle bakıyorsun?” diye sordum kısıkça.

“Nasıl bakıyormuşum?” derken aynı şekilde bakmaya devam ediyordu. Sanki içine dolup taşan hisler gözlerine yansımış, aşkı kalbinden taşmış gibi bakıyordu. Ya da ben bakışlarını buna yormaya ihtiyaç duyuyordum. “Şeymiş gibi…” Cevap vermekten kaçışıma mı yoksa başka bir şeye mi bilmiyorum ama dudakları kıvrıldı, çok sık karşılaşmadığım gülümsemesi ortaya çıktığında aklıma kazımak ister gibi dikkatle gülüşünü izliyordum.

Kırmızı ışık yıllardır yeşile dönmemiş gibi hissediyordum. Uzun bir süredir bu haldeymişiz gibiydi, ama henüz bir dakika bile olmadığının da farkındaydım.

“Neymiş gibi Feris?” Beni köşeye sıkıştırmaya mı çalışıyordu? Tek bir cevabımla asıl köşeye sıkışan kendisi olmayacakmış gibi rahattı. Aşıkmış gibi desem ne yapacaktı?

Aniden gelen bir dürtü dudaklarımı aralayıp bunu gerçekten sesli olarak dile getirmeme sebep oldu. “Aşıkmış gibi.” dedikten sonra bunun bir faciaya dönmesinden ürkerek elimi ağzıma kapattım. Acar açık sözlünün tekiydi. Az sonra kalbimi kıracak bir şey söylemeyeceğinin garantisi yoktu ki zaten her şeye alınıp durduğum hassas bir dönemdeydim uzun süredir.

“Bayağı şeffaf bir adammışım.” dediği sırada ışık yeşile döndü ve arabayı yeniden sürmeye başladı. Bakışları benden çekilmiş olsa da ben koltukta neredeyse tamamen ona dönmüş haldeydim. Benim ani hareketime rağmen bacağımdaki elini çekmedi. “Acar!” derken sesim kontrolsüzce yüksek çıkınca gözlerini kıstı. “Söyle zümrüt göz, duyuyorum seni.”

“İtiraz etsene! Niye etmedin?” Gözlerimi onun aksine kocaman açmış halde cevap almaya çalışırken Acar ben havadan sudan bahsediyormuşum gibi rahatça araba kullanmaya devam ediyordu. “İtiraz etmem gerekse ederdim Feris.”

Kendimi dramatik bir şekilde kapıya doğru bırakırken Acar refleksle bileğimi tutup dik konumda kalmamı sağladı. “Ne yapıyorsun Feris? Kafanı vuracaksın.”

“Rüyadayken acı hissedemem, bırak vurayım kafamı.” Kendimi yeniden geriye attım. Bu sırada araba önce hızlanmış ardından sağa doğru meyillenerek yavaşlayıp durmuştu. Yol kenarındaki bir cepte durmuş olmamızı göz ardı ederken dizilerimin üzerinde koltukta yükselmiş halde Acar’a bakıyordum. “Rüya falan yok kızım deli misin sen? Otur, düşeceksin.”

“Ne demek rüya yok!” diye parladım. “Rüya değilse senin bana cidden aşık olmuş ve bunu bir de kabullenmiş olman gerekiyor.” Sesli olarak dile getirdiğimde iyice şaşırdığım bu durumun içinde gerçekten bulunmam imkânsız geliyordu.

“Aşık mıyım bilmiyorum.” dediğinde derin bir nefes aldım. Bu cümle tanıdığım Acar’dan çıkmak için daha uygun duruyordu. “Ama daha önce kimse için böyle şeyler hissetmediğimden eminim.” Az önce bileğimi tuttuğu elini yukarıya kaydırıp elimi avucunun içine aldı. Nedensizce buz kesen parmaklarım onun sıcak avucunda kaybolurken bakışlarımı kısa bir an birleşen ellerimize çevirip yeniden kahverengi irislerine döndüm.

“Kimseye birkaç saat ulaşamadım diye meraktan delirmedim, dikkatimin dağılmasından nefret ettiğim işlerimi bir dakika bile düşünmeden bırakıp kendimi oradan oraya atıp birini aramadım.” Her cümlesinde aldığım nefesler bana daha da yetersiz gelmeye başlamışken dinlediklerimi sindirmeye çalışıyordum. “Yalnız kalmak için her yolu deneyip insanlardan kaçan biriydim ben Feris, buna rağmen seni her an yanımda istiyor olmam ne anlama geliyor?”

Kalbim duyduklarımla birlikte göğsümden fırlayacakmış gibi hızlanırken telaşla elimi Acar’ın sol göğsüne yasladım. Kalbimde hissettiğim atışların belki de daha hızlısı avucumun içine çarptığında başımı iki yana salladım peş peşe. Başımı döndürecek hızla yaptığım bu hareketten hemen sonra bedenimi Acar’ın bedenine doğru bıraktım.

Acar, beni oyuncak bir bebekmişim gibi kolayca kucakladığında direksiyon ile arasına sıkışmış olmamı umursamadım. Bir elim göğsünde, kalbinin üzerine yaslıyken diğerini boynuna sardım. Alnımı alnına bastırdığımda Acar belimde duran eliyle orayı hafifçe okşadı. “Teşekkür ederim.”

“Teşekkür mü edersin?” diyerek şaşkınca sorduğumda güldü. Dudağımın kenarını yavaşça öptükten sonra alnını benimkinden çekmeden devam etti. “Kalbin beni seçtiği için teşekkür ederim zümrüt göz.”

Gözlerim hissettiklerimin verdiği dinginlikle kapanırken birkaç dakika hiç hareket etmeden öylece durduk. Acar’ın kalp atışlarının düzene girişini anbean avucumun içerisinde hissetmeye odaklanmıştım, bu sırada yüzümün birkaç yerine konan öpücükleri tamamen mayışmama sebep olmuştu.

Acar beni yeniden yolcu koltuğuna bıraktığında sağ elini kucağıma çekerek sıkıca tutunmuş, araba atölyenin olduğu sokağa girene dek elimi hiç çekmemiştim. Yüzümde yer edinen huzurlu gülümsemeyi saklamaya gerek duymuyordum. Acar’ın da benzer bir şekilde rahatlamış gibi görünen bir ifadesi vardı.

Araba tamamen durduğunda Acar’ın benimle yukarıya gelmeme ihtimali olup olmadığını anlamak için göz ucuyla ne yaptığına baktım. O da bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırmaya gerek duymadım.

“İnmiyor musun?” diye sorduğunda kapı koluna uzandım. “Sen gelmeyecek misin?” derken modum ister istemez düşmüştü.

“Gelmemi mi isterdin?” Benimle oynadığını anladığımda göz devirip kapımı açtım. Gelme desem de gelecekti, sırf kafam karışsın diye yapıyordu. Arabadan indiğimde yağmakta olan yağmur hızla bedenimi kuşatırken Acar’ı arkamda bırakarak binaya yöneldim. Kapıya ulaştığımda bina kapısının şifresini girmek üzereyken aklıma gelen şeyle dudaklarımı sertçe ısırdıktan sonra arkamı döndüm.

Anahtarım yoktu.

Sabah şirkete giderken öyle aceleyle çıkmıştım ki anahtarı almamıştım. Yedek anahtarım ise Koray’daydı.

Acar arabadan ne ara çıkarttığını anlamadığım şemsiyeyle yanıma gelip ikimizin üzerinde tutarak yağmur damlalarını engellerken yüzümdeki ifadeyi inceliyordu. “Neden girmiyoruz?”

“Anahtarım…” diye mırıldandım. “Yanımda değil, şimdi hatırladım.”

“Erken hatırlamışsın güzelim.” Dalga geçtiği için sinirlenip omuzuna vurdum. Haksız taraf olduğumu fark ettiğimde ise aynı yeri yavaşça okşamıştım. “Yedek anahtar Koray’da.”

“Yarın alırsın, eve gidiyoruz.”

“Korayların evi senin evinden daha yakın asl-…” Ben cümlemi tamamlayamadan Acar parmaklarımızı birbirine geçirip arabaya doğru yürümeye başladı. Adımlarına uyum sağlamaya çalışırken hızlanan yağmuru izliyordum.

“Bu gece benimle uyu istiyorum.” Arabaya bir adım kala söylediği şey buydu. Bunu gerçekten en büyük isteği buymuş gibi söylemişti. Melih’in bana Acar’ı anlatıyor olduğu dönemlerde sıkça tekrarladığı, Acar kimseyle uyumaz yatağı geç odada kimse olmasın ister, kalıbını anımsarken şu an bulunduğumuz hale kıkırdadım.

Acar’ın hayatına dahil olma planım -benden kaynaklanan bazı özel sebeplerle sekteye uğramış olsa da- tıkırında işliyor gibi görünüyordu. “Uyuyayım Merihcim.”

Arabaya binip yeniden yola koyulmamız ve evin kapısından girişimiz neredeyse bir saati bulmuştu. İstanbul’a bayılıyordum ama trafik bazen kaçıp gitme isteği uyandırıyordu.

Kucağımda duran kutuyu sıkıca kavradım. Yakınlarda bir pastanede durmuştuk ve Acar kucağıma koca bir kutu çikolata kaplı çilek bırakmıştı. Hepsini arabada yemek istesem de kutuyu bile açtırmamış olmasına çok da itiraz edememiştim.

Acar kapıyı kapatırken karşı komşularına denk gelmediğimiz için rahat hissediyordum. Gerçi pat diye kapıda belirip zili çalabilme ihtimalleri yüksekti ama yine de karşılaşmadığımıza sevinmiştim.

Kutuyu kenarda duran cam sehpaya bırakıp ceketimi çıkarttım. Üzerimde ince bir tişört vardı ama evin içi sıcaktı. Acar benden önce kutuyu alıp mutfağa götürürken peşine takıldım. Buzdolabını açacakmış gibi oraya yönelince hızla durdurdum. “Yemeyecek miyiz? Niye saklıyorsun, yoksa başka misafirlerine mi vereceksin?”

“Bütün kutuyu yemeye çalışmandan korkuyorum.” dediğinde göz devirdim. “Parası neyse veririz, sorun etme.”

Burnumu işaret ve orta parmaklarının arasına sıkıştırıp çektiğinde bileğine yapıştım. “Acıyor.” Acımıyordu ama Acar yemiş gibi duruyordu. Parmaklarını çekip yerine dudaklarını bastırdı. Burnumun üzerine minik bir öpücük bıraktı.

Acar’ın bana odaklanmasını fırsat bilip çileklerin kutusunu açıp kucakladım. Arkamda duran ada tezgâha bıraktığım kutuda yarısı bitter çikolatayla yarısı sütlü çikolatayla kaplı çilekler vardı. Ağzım sulanırken bitter olanlardan birini yeşil kısmından kavradım. Dudaklarımı etrafına sardığım çileği daha ısıramadan Acar sırtıma göğsünü yaslayıp beni çepeçevre sardığı için irkilmiştim.

Çilekten bir parça kopartıp neredeyse yarısını ağzıma gönderirken kalan kısmı Acar’ın ağzına uzattım. Başımı geriye atarak yüzüne bakarken boynum tamamen gerilmişti. Çileği ısırırken dudakları parmaklarımı da teğet geçerek ıslaklığını bana bulaştırdığında ateşe değmişim gibi elimi indirdim. Yeşil yaprakları kutunun kapak kısmına bırakıp dikkatimi dağıtmak için yeni bir çilek kavradım.

“Bitter çikolata mı seviyorsun? Hepsini öyle alsaydım keşke.” Elimdeki çileğin diğerine oranla küçük olmasını fırsat bilip hepsini ağzıma tıktım. “Fındıklı çikolata dışında her çikolatayı severim.”

“Alerjin olmasa onu da severdin kesin.”

Alerjimi nereden bildiği hakkında bir fikrim yoktu. Ama daha önce laf arasında söylemiş olduğumu varsayarak sorgulamadım. “Muhtemelen.”

“Çileklerini yiyene kadar ben duşa girip geleyim olur mu?” Ona doğru eğdiğim başımın üzerini öptüğünde başımı salladım. Acar mutfaktan çıktığında ben de iki üç çileği daha mideme indirip geri kalanları buzdolabına kaldırdım.

Ceketimin cebinde bıraktığım telefonumu alıp salona geçtim. Üç kişilik bir koltuktan da büyük duran koltuğa kendimi yayvan bir şekilde bıraktığımda şarjımın bitmeye yakın olduğunu gördüm. Acar’ın şarjının nerede olduğunu bilmiyordum, çıkınca sormayı aklıma not ederek telefonumu açtım.

Koray’a Acar’la olduğumu, anahtarı yarın alacağımı ve yarın oturup konuşmamız gerektiğini peş peşe açıkladığım birkaç mesaj yolladıktan sonra telefonumu orta sehpaya bıraktım. Koltukta tamamen yatmışken duyduğum telefon sesi benimkine ait değildi. Acar’ın telefonu çalıyordu.

Dış kapının yakınlarından geldiğini anladığım telefon sesi gittikçe tizleşiyormuş gibi kulaklarımı tırmaladığında en azından sesini kısabilirim diye düşünerek ayaklandım. Kapının yanındaki küçük cam sehpada duran telefona ulaştığımda zil sesi yeni kesilmişti. Ben telefona dokunamadan bir kez daha çalmaya başladı.

Ekranda Caner’in ismini gördüğümde açıp açmamak arasında gidip gelmiştim. Acar’ın telefonunu kafama göre açmam garip olur muydu?

Ben karar verene kadar telefon kapandı, ardından bu kez çalan kapı ziliydi. Binanın dışından çaldığını anladığım kapının fazla çetrefilli bir otomatı vardı. Hangi tuşa basmam gerektiğini anlayamamışken sanırım bu kadar sese tepkisiz kalamayan Acar beline sardığı koyu renk bir havluyla görüş açıma girdi. Saçlarından aşağıya doğru akan damlaları gözlerimle takip ettiğim kısa bir anın ardından bana yaklaştı. “Ne oluyor?”

“Telefonun çaldı, sonra da kapı…”

Acar bir tuşa basılı tutarken bir anda ekran aydınlandı ve kapının önünde kimlerin olduğunu görebilir hale geldik.

Yan yana dizilmiş dörtlünün yüzünü gördüğümde şaşkındım. Caner, Çağla, Melih ve Koray bina kapısında bekliyordu.

Herkesi bir nebze anlamıştım ama Koray bu ekibe nasıl dahil olmuştu acaba?

“Yine basıldık!” dedim bir hafta kadar önce Fatih’in bizi basmış olduğunu anımsayarak. “Taşınacağım buradan, yolgeçen hanı oldu bu ev.”

“Açsana kapıyı.” dediğimde Acar emin misin der gibi bana bakıyordu. Kıkırdayarak çenesini öptüm. “Aç, sonra da git giyin. Ben karşılarım.”

“Evde yokmuş gibi yapalım.”

“Güvenlik söylemiştir çoktan, girişte adamla iki saat konuştun Acar. Melih’i tanıyor demiştin.”

Acar omuzlarını düşürerek kırmızı bir tuşa bastı. Kapının açıldığını belli eden sesin ardından dörtlü içeriye girmiş, kameranın açısından çıkmışlardı. Acar içeri gitmek için hareketlenmediğinde göğsüne bastırdığım ellerimle onu ittim. “Gitsene be!”

Islak göğsüne yasladığım avuçlarım onu itmeye yetmezken dudaklarıma doğru eğilip alt dudağımı hafifçe emdiğinde şaşkınca inledim. “Acar!”

“Şansım beş dakika yaver gitti anahtarın yok diye buraya geldik, bir bunlar eksikti.” diye homurdanarak son kez dudağımı öptükten sonra odasına yöneldi.

12.katta olduğumuz için henüz buraya ulaşamamış olan dörtlüyü kapı açık beklemeye karar verip elimi kapıya uzattım. Kapıyı açıp omuzumu kenara yaslamışken asansör henüz 7.kattaydı.

Bir dakika geçmeden asansör bulunduğumuz kata ulaştı. Kapısı açıldığında koridora dökülen küçük kalabalıkla karşı karşıyaydım. Hepsi beni gördüğü anda put kesilirken yüzümde ya da bedenimde bir gariplik olduğunu zannedecek kadar gerilmiştim.

“İzgi?” Koro halinde adımı söylediklerinde el salladım. Şaşıranlara dahil olduğuna göre Koray ona attığım mesajları henüz görmemişti.

“Hoş geldiniz.” dediğimde şokunu ilk atlatan Çağla oldu. Bana yaklaştığında sarılacağını anlayıp aynı şekilde karşılık verdim. “Burada olduğunu bilmiyorduk, gitmemizi istersen…” diyerek kulağıma fısıldadığında sarılışımı sıkılaştırdım. Çağla’dan ilk andan beri aldığım enerji hep olumluydu, beni şaşırtmamaya devam ediyordu.

“Saçmalama, niye gideceksiniz? Geçin hadi.”

Çağla içeri girdiğinde arkasından ilerlerken bana kocaman sırıtan Caner’e ben de güldüm. “Naber küçük ayyaş?”

En son ikizlerin doğum gününde -yaklaşık iki ay önce- beni sarhoşken gören Caner o halime atıfta bulunurken omuz silktim. O günkü halim ve bugünkü halim arasında dağlar kadar fark vardı, hayatımda değişmeyen hiçbir şey kalmamıştı. “İyiyim, sen?”

“Aynı tas aynı hamam diyelim.” dedikten sonra o da içeriye girdi. “Acar nerede?”

“Gelir şimdi.” dediğim sırada bunu bekliyormuş gibi ıslak saçları ve üzerine geçirdiği basket şortu ve kısa kollu tişörtüyle Acar belirdi koridorda.

Bu sırada Koray ve Melih de eve girmiş, kapıyı kapatmıştık.

“Hayırdır, evime bu tatlı ziyaretinizi neye borçluyuz?” Tatlı kısmını bastıra bastıra söylediğinde uyarırcasına öksürdüm. “Hoş geldiniz diyor, kendi dilinde.” diyerek açıkladığımda hepsi gülmemek için zor duruyor gibilerdi.

“Bugün ajansa gelmeyince biz sana gelelim dedik, Melih’i de Koray’la bulunca biraz kalabalıklaştık böyle.” Çağla’nın söyledikleriyle Koray’ın nasıl onlara dahil olduğunu anladığım için başımı salladım. Arkamda duruyor olan Koray kolunu omuzuma atınca ona yaslandım. “Mesajlarımı görmedin değil mi?”

“Görmedim.” derken bir yandan da telefonunu çıkartıyordu. Melih yanağımdan makas alıp çoktan salona geçmiş olan Çağlaların peşine takıldığında koridorda bize karşıdan bakan Acar ile birlikte kalmış olduk.

Koray mesajları okuduğunda gülerek bana döndü. “Erken görsem gelmezdim diyeceğim… Ama yalan olmasın, kesin gelirdim.” dedikten sonra Acar’a baktı. “Rahatsızlık verdik.”

“Evet.” Acar duraksamadan onaylayınca Koray sırıttı. “İyi yapmışız.”

Koray beni bırakıp, diğerlerinin girdiği yerin salon olduğunu anlamış olacak ki peşlerinden yürüdü. Acar arkasından büyük bir sevgiyle(!) bakarken yanına gittim. Çatılan kaşlarını parmaklarımla düzeltmesi için çekiştirdim. “Erken kırışırsın Acarcım, çatma kaşlarını. Zaten kalmış şurada 30 olmana iki yıl.”

“Feris!” diyerek onunla dalga geçiyor olduğumu anladığı için kızgınca homurdandığında yanağını öpüp salona kaçtım.

Yaklaşık bir saat sonra herkes açıktan kırılıyormuş gibi davrandığı için sipariş ettiğimiz çeşitli yemekler sehpaya dağılmışken elimdeki pizza dilimini kemirmekle meşguldüm. Çağla ve Caner’in benim hayatımla ilgili bir şeyler bilip bilmediklerinden emin değildim ama konu genel olarak bambaşka yerlerde geziniyordu. Melih’in anlattığı olayı merakla dinlediğim sırada yemediğim siyah zeytinleri yanımda oturan Koray’ın avucuna bırakıyordum.

“Tatlı da isteseydik keşke, içim bayıldı tuzlu yemekten.” Caner sehpanın dibinde yere çökmüş oturuyordu, önündeki kutuları ileri iterken bunu söyleyince aklıma dolapta duran çilekler geldi. Acar alttan alttan sırıtarak bana bakıyordu. Çileklerimi paylaşıp paylaşmayacağımı izliyordu.

“Dolapta çikolatalı çilekler var.” dedim en sonunda. Herkes iki tane yese bitecekti ama yapacak bir şey yoktu, yarın yine alırdım.

Koray önce bana ardından Acar’a baktı. “Çilek olduğundan haberin var ve hepsini yemedin yani? İyi misin sen?” Alnıma elini bastırınca çığlığımsı bir sesle ittirdim. “Ya elin yağlıydı, çekil Koray!”

Saçlarıma değip değmediğinden emin olamadığım için masada duran paketli ıslak mendillerden birini almak için uzandım. Yarısı kalmış olan pizza dilimimi Acar’a uzattığımda tek lokmada yutmuştu. Islak mendille alnımı silerken Çağla bana bileğindeki tokayı uzattı. “Topla istersen.”

Lastik tokayı alıp saçlarımı tepede topuz haline getirdim. “Teşekkür ederim.”

“Çilekleri getirelim biz o zaman.” diyerek ayaklanan Çağla ben dışında kimseye bakmadığı için kastettiği kişinin kim olduğunu anlamakta zorlanmadım. Amacının çilekler dışında başka bir şeyi de kapsadığı belliydi ama bir şey demeden kalktım. “Getirelim.”

“Bir de çay mı yapsanız?” Caner’in istekleri bitmezken arkasındaki koltukta oturan Melih kafasına vurdu. “Uşağın mı var lan kalk onu da sen yap.”

“Yok! Biz yaparız. Bu salak daha demliğin hangi katına çay koyacağını bilmez.” Çağla direkt cevaplarken ben bu haline anlam verememiştim. Yine de onunla birlikte mutfağa doğru ilerledim.

Mutfağa girdiğimizde Çağla mutfak kapısını oldukça yavaş şekilde kapattığında kaşlarım hafifçe çatık halde onu izliyordum. “Ne oluyor?”

“Birliktesiniz değil mi Acar’la?” diye cıvıldayarak bana doğru atıldığında gülerek bedenini dengede tutmaya çalıştım. “Acar’dan daha çok heyecanlı gibisin.” dediğimde küçük bir kahkaha attı. “Tahmin edebiliyorum, ketum herifin teki. Liseden beri böyle.”

“Melih öyle değil ama.” dedim küçük bir yem atarak. Daha önce fark etmediğim, ama özellikle bu akşam dikkatimi çeken duruma destek için bu yem gerekliydi. Çağla boğazını temizler gibi küçük bir öksürükle benden kollarını çekti. “Değil, ikisi farklılar bayağı.”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. İleri gitmek istemiyordum ama kendimi tutamadım. “Acar kendi duygularına, Melih de etrafındakilerin duygularına kör. Bunu benzerlik sayabiliriz sanki…”

Çağla ela gözlerini kırpıştırarak bana baktığında elini tuttum. “Bence küçük sırdaşın olabilirim.”

“İzgi…” derken yorgunlaşan ifadesine buruk bir gülümsemeyle baktım. “Çok seviyorsun?” dedim sorar gibi.

“Çok.” diye fısıldayabilmişti. Elini sıkıca tutmaya devam ettim. Yan yana arkamızdaki tezgaha yaslandığımızda Çağla gözleri dolu dolu olmuş halde ileriye bakıyordu. “Ne zamandır?” diye sordum.

“Hep.” diye cevapladığında dudağımı ısırdım. Liseden tanıştıklarını biliyordum. Caner, Melih ve Acar yaşıttı. Çağla ise onlardan iki yaş küçüktü fakat Caner ile daha eskiye dayanan bir arkadaşlığı olduğundan bir şekilde dördü yakınlaşmışlardı. Bu da nereden baksanız 10 yıl kadar bir süre çoktan geçti demekti.

Ben bir yıl bile dolmadan kendimi Acar’ın dibinde bulmuşken kendimi çok zorlanmış hissediyordum, Çağla bu kadar uzun süredir nasıl saklanıyordu? Üstelik sürekli dip dibelerdi.

Başını omuzuma yatırdığında yanağımı kafasına yasladım. Onu hem çok iyi anlıyor hem de hiç anlayamıyor gibi hissediyordum. “Kimse biliyor mu?”

“Caner. O da lise döneminde biliyordu. Sonra vazgeçtiğime inandırmayı başardım.”

“Melih bilse seni kırmamak için elinden geleni yapardı, bunu benden daha iyi biliyorsun.” dediğimde güler gibi bir ses çıkarttı. “Bana acıyıp el üstüne tutmasını istemedim, küçücük bir şey hissettiğini düşünsem hamle yapardım ama o ışık hiç yanmadı İzgi.”

Sessiz kaldım. Birbirimize yapışmış haldeyken mutfağın kapısı açıldığında ikimiz de yerimizde zıplamıştık. Melih içeri girdiğinde bizi gördüğünde şaşkınca duraksadı. “İyi misiniz?”

“İyiyiz Melih.” diyerek Çağla’ya sarılmayı sürdürdüm. Çağla dolan gözlerini belli etmemek için omuzumdan kalkmamıştı.

“Neden sarılıyorsunuz?”

“Sarılamaz mıyız?” sesi benimle aynı anda Çağla’dan da çıkınca mutfakta yankılandı. Melih teslim olmuş gibi ellerini kaldırdı. “Sarılırsınız tabii, ben bölmeyeyim sizi. Yardım için gelmiştim.”

“Biz hallediyoruz.” dedim. Melih gözleri halen bana sarılan Çağla’ya takılsa da uzatmadan mutfaktan çıktı. “Gitti.” dediğimde Çağla kafasını kaldırdı.

“Yakalanıyorduk.”

“Fark ettim.” dedim derin bir nefes vererek. “Yapalım şu çayı, daha sakin bir zamanda konuşuruz.”

“Acar nereden buldu seni?” diyerek yanağımı öptüğünde kıkırdadım. “Aslında ben onu buldum.”

Çağla daha fazla üzülmesin diye Acar’la olan saçma anlarımdan küçük bir derlemeyi ona sunarken bir yandan çayla ve çilekleri tabağa koymakla uğraşmıştık. Çay demlenene kadar salona geçmek yerine mutfakta konuşmaya devam ederken kimse mutfağa gelmemişti.

“Hödüğe bak ya, kalkıp gitti yani cidden?” Çağla, Acar’ın atölyeye geldiği ilk an ve ardından beni öptükten sonra basıp gitmesini içeren anıyı dinlerken demliği alıp Acar’a fırlatmak istiyor gibi duruyordu. “Öyle oldu.” Anlatmak benim de o ana gidip sinirlenmiş olmama sebep olunca kollarımı göğsümde kavuşturdum.

“Doğum günü gecesi gördüm sadece ama değişik bir enerji almıştım Şeyda’dan.” dediğinde gözlerim irice açıldı. Benim şüphelerim olsa da şu an ortada Şeyda’nın Melih’e takıntılı olduğu gibi bir gerçek vardı, eğer öyleyse Çağla’nın bunu öğrenirse çok sevineceğini sanmıyordum.

“Biraz… Değişik biri.” diyerek kaçamak bir cevap verdim. “Karşı komşusuyum demişti Acar için, sen denk geldin mi tekrar?”

Yalan söylemek yerine dürüstçe başımı sallayarak onayladım. “Burada denk geldik, geçen hafta.”

Çağla ağzına tıkıştırdığı çileği yutmadan elini salladı devam et dercesine. Az önce Çağla’nın yıllardır sakladığı bir sırra ortak olmuştum. Hızlı ama derin bir bağ olduğuna inanarak ondan bir şey saklamaktan çekindim. Ayrıca bana bu konuda bir yancı da gerekiyordu. Acar’a belli etmeden önce halletmem gereken bazı şeyler vardı.

Dudaklarımı araladım. Sesimi olabildiğince kısık tutarken Çağla’nın gözlerinin her an daha da irileşmesine sebep olan durumu açıklamaya başlamıştım.

 

~

 

“Beni de yol üstünde atsan mı Koray?” Koray sarılıyor olduğumuz birkaç saniyenin ardından beni bırakırken Caner’e döndü. Az önce eve gitmek için ilk ayaklanan Koray olmuştu. “Direkt eve bırakırım, ayıp ediyorsun.”

Caner ve Koray’ın kafalarının uyuşmasına şaşırmamıştım. Melih ve Acar’dan daha çok birbirlerine benziyorlardı kişilik olarak. Küçük bir vedalaşma faslının ardından onlar evden çıkarken Koray’dan yarın anahtarımı alacağım için onunla yapacağım konuşmaları biraz ertelemiştim.

Saat gece yarısına yaklaşıyordu. Ama bir gram uykum yoktu. Kapıyı kapattıktan sonra geriye kalanlar olarak salona döndüğümüzde pantolonumun beni darlatışına daha fazla dayanamayarak Acar’a döndüm. “Bana giyecek bir şeyler verir misin?”

“Vereyim güzelim.” Biz içeriye geçemeden Melih konuştu. “Biz de kalkalım mı artık Çağla, seni bırakayım eve geçerim ben de.”

“Hayır!” diye mızmızlanarak Çağla’nın koluna girdim. “Yarın cumartesi zaten. Niye hemen gidiyorsunuz ki?”

“Size ne oldu bu gece, biz mi ikiziz siz mi belli değil. Yapışık geziyorsunuz.” Melih ikimizi işaret ederek hayırdır der gibi kafasını sallarken sırıttım. “Sizin olmayan ikizlik bağınızdan bize ne Melihcim.”

“Şu eki herkese ekleyip durma Feris.” Acar koyun can kasap et derdinde deyimini uygulamaya dökerken gözlerimi kıstım. “Niye? Tapulu mu?”

“Evet.” Bastıra bastıra söylerken yüzünü bana yaklaştırdı. “Bana özel kalsın.”

Kırpıştırdığım gözlerimle Acar’ın etki alanına kapılıp giderken Çağla alttan beni dürttüğünde boğazımı temizleyerek kendime gelmeye çalıştım. “Bakarız, teklifleri değerlendireceğim.”

Acar homurdanarak beni tuttuğu gibi odaya götürürken Melih ve Çağla bakıp el salladım. “Kıyafetlerini vermek için heyecanlandı, ondan acele ediyor herhalde.” Aşırı inandırıcı açıklamama ikisi de yanaklarını şişirip gülmemeye çalıştığında boşa çabalamayı kesip önüme döndüm.

Acar’ın odasına girdiğimizde Acar kapıyı kapattığı gibi beni sertçe kapıya yasladığında başımı geriye atarak ona baktım. Boynum gerginleşip öne çıkarken meydan okumaya çalıştığım bakışlarla yüzüne bakıyordum. “Benim teklifim dışında bir teklif almana fırsat verirmişim gibi mi duruyor?”

Acar’ın daha önce keşfetmemiş olduğum tarafıyla tanıştığıma memnun olmadığımı söyleyemezdim. Kollarımı omuzlarından atıp ensesine doğru sararken parmak ucumda yükseldim. Yüzlerimiz arasındaki mesafeyi sıfıra indirmeye çalıştığımda bana yardım ederek hafifçe eğildi.

Burnunu yanağımdan başlattığı bir yolculuğa çıkartıp tenimde hareket ettirirken gözlerim kısılıp kapandı. En son burnunu burnuma sertçe vurup dudaklarımı ağzının içine yuvarlayıp hoyrat bir şekilde emdiğinde kollarımı sıkılaştırdım. Ensesine tutunurken ayaklarım yerden kesilmiş gibi hissediyordum.

“Sürekli tenim teninde olsun istiyorum, bunu yanlış anlayıp sana sığ bir şekilde yaklaştığımı düşüneceğinden çekinmesem…” Sesindeki vaatleri algılayabildiğim için karıncalanmaya başlayan vücudumu pelte gibi yıkılmaması için onunkine yasladım. “Çekinmesen?” dedim devamını duymak istediğimi açıkça belli ederek.

Dudaklarında küçük bir tebessüm belirirken kahverengileri koyuya dönüp, siyaha yakınlaşınca içeride bizi bekleyen ikiliyi anımsayarak daha fazla uzatmadan ayaklarımı yere bastım. Acımaya başlayan parmak uçlarım rahatlarken Acar beni kucağına almak için hamle yaptığında başımı iki yana salladım. “Bizi bekliyorlar.”

“Beklesinler.” derken ben onaylasam içeride Melih ve Çağla varken sevişmemizde bir sakınca yokmuş gibi bakıyordu. Alnımı çenesine vurdum hafifçe. “Saçmalama.”

“Biraz daha baş başa kalmazsak göstereceğim saçmalamanın nasıl olduğunu.”

Acar’ın memnuniyetsiz tavırları eşliğinde çıkarttığı şort ve tişörtü giydiğimde bütün dikkatiyle giyinirken beni izlediği için ellerimi birbirine çarptım. “Film bitti, gidebiliriz.”

“Baştan izleyemez miyim?” dediğinde gülmeme engel olamadım. Acar’ı odada bırakıp çıktığımda peşimden söylenerek geliyordu. Melih ve Çağla’yı salonda bulamayınca arkamı dönecekken Acar beni ileri ittirdi hafifçe. “Terastalardır, teras kapısındaki perdeye bak.”

Yarısı çekili duran perdeye baktım. Ardından dışarıya çıktık. Salıncak şeklindeki tekli koltukta oturan Çağla ve başka bir koltuğa yayılmış olan Melih biz geldiğimizde aniden sustular. Ben yine terasın verdiği gerginlikle babasına yapışan korkak bir çocuk gibi Acar’la bütünleşirken biz de yan yana olacak şekilde oturduk.

“Üşürsen söyle.” Acar kendisine doğru çektiği bedenimi sararken kulağıma doğru konuştuğunda başımı salladım. Soğuk değildi.

“Yarın gitmeyeceksin ajansa sanırım.” Melih, Acar’a bakarak konuşunca merakla ona döndüm. “Yarın cumartesi değil mi?”

“Acar manyak olduğu için sadece pazar günleri dinleniyor.” Çağla’nın açıklaması Acar’ın ona ters ters bakmasına sebep olurken elimle yüzünü kapattım. “Öyle bakmasana kıza.”

Avuç içimi öpüp elimi yüzünden çekti. “Gitmeyeceğim.”

Çağla’nın kafasına diktiği cam şişeye baktım. Bira mıydı o?

“Sen onu ne ara buldun?” Acar da benimle aynı şeyi fark etmiş olacak ki bunu sorgulamıştı. “Mutfaktan aldım.” dedikten sonra eliyle Melih’i gösterdi. “O içmek istemedi.”

“Araba kullanacağım için olabilir mi sivri zekâ?”

“Olabilir.” Çağla başparmağıyla onay işareti yapınca güldüm. “Başka bir şeyler var mı? Ben de içeceğim.” diyerek hevesle ayağa kalkışım Acar tarafından engellendi. “Otur, ben getiririm.”

“Siz de için ama,” derken Melih ve Acar’a baktım tek tek. “Burada kalırsınız, olmaz mı Melih?”

Melih ve Acar küçük bir bakışma yaşadılar. Ardından Melih başını salladı. “Öyle olsun bakalım İzgi Hanım, seni mi kıracağım?”

Acar ve Melih terastan çıktığında onlar içkileri getirene kadar koştur koştur Çağla’nın yanına gittim. Salıncak tek kişilik olsa da genişti, yanına sıkıştım. “Mantıklı bir şey yapmıyoruz gibi…” dediğinde elimi boş ver der gibi salladım.

“Bugüne kadar mantıklı olduk da ne oldu? Biraz da mantıksız takılalım.”

Gecenin en başında kurduğum cümleleri, her şey olup bittikten sonra biri bana hatırlatsaydı kafamı duvarlara vuracağımdan emindim.

Bu gece için mantıksız olmak çok da doğru bir plan sayılmazdı.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm