Aykırı Çiçek Özel Bölüm I

 ÖZEL BÖLÜM I



Annelik, yıllar boyunca zihnimde bir yaradan ibaretti. İkinci aşamada Pınar Göktürk’le kavuştuğum bir mucizeye dönüşmüştü. Üçüncü aşama ise, bana yüklenen bir sorumluluğa evrilmişti.

Aldıkları nefeslerden tutun, küçük parmaklarıyla beni sıkıca kavramalarına kadar her hareketlerine hayranlık duyduğum iki minik cana anne olmuştum.

Anne olmanın bir sorumluluktan ibaret olmadığını, her dokunuşumda ve her bakışımda onlarla aramda görünmez iplerle asılı duran bağın kuvvetlenişine şahit oldukça öğrenmiştim. Hâlâ daha öğrenmeye devam ediyordum.

Bebeklerimiz iki gün sonra onuncu aylarını dolduracaklardı. Bu on ayın göz açıp kapatıncaya dek akıp geçtiğini söylemem büyük bir yalan olurdu.

İlk birkaç ay, annem ve Demet teyze dönüşümlü olarak hep yanımda olmuşlardı. Babamın ve Tuğrul amcanın da canına minnet olduğundan, bolca yardımlarını almıştım. İkizlerle yalnız kaldığım anlar sınırlıydı. Ben bu sürecin daha da devam etmesini bekliyorken, annem bebeklerimle güvenli bir bağ kurabilmem için artık onlardan yardım alma işini azaltarak bırakmamı tavsiye etmişti. Yapabileceğime dair inancım düşük, kendime olan acımasızlığım yüksekken annemleri yollamak ve ikizlerle ilgilenmek bir riskti. Ama bir şekilde cesaretimi toplayıp aldığım, sendelesem de sonunda dengede kalabildiğim bir risk olmuştu.

Göbek adı işkolik olan Acar’ı, özellikle ilk altı ay toplam kaç kez ajansta tüm gün tutabildiniz diye soracak olursanız; cevabım koca bir sıfırdı. Ya geç gidiyor, ya erken geliyor ya da hiç gitmiyordu. İkizlere -annemler olmadan- alışma sürecimin daha yumuşak geçişinin en büyük desteği de bu şekilde Acar olmuştu zaten.

“Anne!” diyerek henüz birkaç kelimeden ibaret olan kelime dağarcığından, benim en sevdiğimi seçen Leyan’ı daha sıkı sardım kucağımda. “Annem?” diyerek yanıtladığımda ilgimi çekebilmekten memnundu. Yeni tamamlanan ön dişleriyle sırıttığında yanağına bastırdığım dudaklarımla kocaman bir öpücük çalmıştım kızımdan.

Öğle uykusundan beni şaşırtmayarak ikizinden önce uyanan Leyan’ı, her zamanki gibi kucaklayıp odadan çıkartmıştım. Beş dakika geciktiğimde kendi kendine mırıldandığı pek anlam içermeyen şarkısı Leyla’yı da uykusundan uyandırıyordu genellikle.

Rengi doğduğundan beri gittikçe açılan kumral saçlarını geriye doğru atıp düzelttim. Tepesinde minik bir palmiye yapmıştım ama elini atıp çekiştire çekiştire bollaştırdığından şimdi darlanıyordu. Nisan ayının ortasındaydık, havalar tam ısınmamıştı ama evin içini aynı sıcaklıkta tutmak için özel bir çaba sarf eden babaları sayesinde ikizler en ufak bir hava değişiminde menopozlu kadınlara dönüşebiliyorlardı.

Yüzü bana dönük olacak şekilde dizlerimde oturan Leyan’ın sırtındaki elimi gevşettim. Bedeni göğsüme doğru düştüğünde kıkır kıkır gülmeye başlamıştı. “Komik mi kızım?” desem de hem gülüyor hem de yine göğsüme düşmesi için hafif doğrultuyordum bedenini. Gülüşlerini duymanın verdiği huzuru daha önce deneyimlemediğimden emindim.

Leyla ve Leyan güldüğünde, gülüşlerinin daima sürmesi ve hiç sönmemesi için yapabileceklerimin bir sınırı olmadığının farkına varıyordum.

Koltuğun kenarına bıraktığım bebek telsizinden gelen tiz mırıldanmalarla, Leyan’ı omuzuma doğru yatırıp hızla ayaklandım. “Leyla uyanmış annecim, yanına gidelim bakalım.”

Söylediklerimi dikkatle dinliyordu. Son haftalarda konuştuklarımıza daha da dikkat kesilmeye başlamışlardı. Taklit ede ede öğrendikleri iki elin parmağını geçmeyen kelime haznelerini yakın bir zamanda genişletecek olduklarını tahmin etmek güç değildi.

Yatak odamızın tam karşısındaki oda, ikizlere aitti. En hızlı ulaşabileceğimiz odanın bebek odası olması en mantıklı olandı. Hatta bazen odalarını, odamızın içinde bir alan olarak tasarlatmak için Yaman abimi köşeye sıkıştırasım gelmiyor da değildi. Ağladıklarında, daha doğrusu biri ağladığında saniyeler içinde yanlarına ulaşamazsak ağlayan sayısı hızla ikiye yükseliyordu.

Demet teyze, Acar ve Melih’in de özellikle ilk bir yıl böyle senkronize ağladıklarını söyleyip beni rahatlatmıştı. Annem ise bize tip tip bakıp, kendisinin üç ayrı ağlamaya müdahale etmesiyle hava atmıştı bir süreliğine.

Odaya girdiğimde Leyla’nın beşiğine bizi görebileceği kadar yaklaştım. Ağlamaya başlamadan yetiştiğim için mutluydum. Oturur hale geldiği beşikte boynunu geriye atıp bana ve kucağımda duran ikizine baktı birkaç saniye. “Anne?” demişti burada olduğuma beni duymadan inanmıyormuş gibi.

“Günaydın aşkım.” dediğimde gözlerini kırpıştırdı. Saç renkleri her ne kadar birbirlerine zıt olabilecek kadar farklıysa da gözlerini benden kopyalamakta bir sakınca görmemişlerdi. Leyla’nın gece karası saçlarına ve Leyan’ın açık kumral tutamlarına yeşil gözleri eşlik ediyordu.

Acar’ın hamileliğim boyunca sahip olduğu ama doğumdan sonra benimle paylaşmaya karar verdiği korkusu, yani ‘ikizlerden biri ya da belki ikisi senin yeşillerin yerine benim dümdüz kahvelerimi alırsa babalarından nefret edecekler’ korkusu boşa çıkmıştı.

Leyan’ı yavaşça beşiğin içine bıraktığımda benden ayrılmamak için diretmedi. İkizinin yanına oturmaktan memnun görünüyordu. İkisi yan yana bezle şişen popolarının üzerinde oturmuşken yukarıdan onları izlemek için kendime biraz zaman tanıdım. Kısa bir sürenin ardından bu anı kendimle sınırlandırmak içimde birkaç yeri sıkınca, cebimde duran telefonuma uzanmıştım.

Telefonu gördüklerinde şaşkın şaşkın baktıkları bir poz yakalayıp çektim. Hallerine gülerken fotoğrafı da hızla Acar’a yolladım.

Telefonu cebime geri koyduktan sonra Leyla’nın beziyle ilgilendiğim birkaç dakikanın ardından beşiğe bir iki oyuncak bırakıp onlar oynarken odadaki ufak dağınıklığı elden geçirmiştim. Her ne kadar haftanın belli günleri evi dip köşe temizlemek için gelen yardımcılar olsa da bebekli ve özellikle iki bebekli bir evde saat başı etraf toplamak farz gibiydi.

Yarım saate yakın bir süre sonra ikisini kucaklayıp yeniden aşağıya inmiştim. İkisiyle aynı anda hareket etmek gün geçtikçe zorlaşıyor olsa da bana sıkıca yapışmalarından faydalanıyordum. Salona indiğimizde yerleştiğim yerde, uyandığında karnını doyurmuş olduğum Leyan’ı koluma doğru yaslı olacak şekilde bırakıp Leyla’yı kucağıma yatırdım.

Her an her yerde açlıkla göğsüme kapanmalarına artık aşina olduğumdan, yakası rahat açılan kıyafetler giymek bir rutin haline gelmişti. Sağ göğsümü sütyenden çıkartmakla uğraşırken Leyla sabırsızca mırıldanıp avucunu göğsüme yapıştırdı. “Gören de günlerdir süt içmiyorsunuz sanacak Leyla Hanım, iki dakika dur annecim.”

Meme ucum dudaklarına değdiği anda sesli bir biçimde emmeye başladı. Uyumadan birkaç saat önce emmiş olsalar da ikisi de her uykudan uyanışlarında kıtlıktan çıkmışa dönüyorlardı.

Karnı tok olduğundan ikizini koluma paşa gibi devrilmiş halde izleyen Leyan’ı saçlarından öptüm. Yarım saat gibi bir süre geçmesine rağmen fotoğraftan sonra herhangi bir tepki vermemiş olan Acar aklıma geldiğinde şaşkındım. Toplantıda olabileceğini düşünüyordum. Aksi takdirde çoktan görüntülü ya da en kötü ihtimalle normal bir arama yapmış olması gerekirdi.

Leyla soluksuz bir biçimde süt içmeyi sürdürürken kulağıma onun ağız şapırdatma sesleri dışında bir tıkırtı doldu. Dikkat kesilip sesin kaynağına odaklandığımda, duyduğum sesin kapıdan geldiğini kavramıştım. Anahtar sesinin ardından açılan kapı biraz sonra geri kapandı.

Başımı salladım ‘e doğru’ der gibi. Fotoğraf fazla sevimliydi, görüntülü aramayla işten sıyrılmamız mümkün olmamıştı. Salonun kapısında beliren Acar’ı gördüğümde güldüm.

Benim tepkimi katlayıp gölgede bırakan Leyan diğer tarafa devrilme pahasına da olsa kafasını hızla kolumdan kaldırmıştı. “Ba!” diye çığlığımsı bir sesle yerinde hareketlendiğinde ağzındaki memeyi pat diye bırakan Leyla da kıpırdandı.

Acar, sahne ışığını tek başına üstlenmiş olmasına sırıtarak bize doğru geldi. “Güzelliğim,” derken Leyan’ı kollarının altından kavrayıp kucaklamıştı.

Öğününü yarıda kesecek olmayı umursamadan kendini ileri doğru atan Leyla’yı zorlukla tuttum. “Kaçmıyor baba aşkım, beş dakika sonra alsın seni. Doymadın daha.”

Leyan, yükseldiği tepenin keyfini sürerken Leyla dudaklarını büzmüş onları izliyordu. “Acarcım, kızın kıskançlıktan krize sürüklenmeden önce oturur musun?”

Acar, Leyan’ın sırtını kendi göğsüne yasladı. Ardından yanıma oturdu yavaşça. “Otururuz tabii, siz isteyin yeter.”

Leyla’ya onları gösterdim. “Bak, buradalar annem.” dedikten sonra meme ucumu dudaklarına sürttüm yeniden emmesi için. Doymadığından emindim, beni yanıltmadan içmeye devam etti. Bir gözü babasının üzerinde olsa da lıkır lıkır süt içmekten de kaçınmıyordu.

“Yarasın babacım, biraz hararetin mi varmış senin?”

Leyla’nın nefessizce süt içişiyle dalga geçen Acar’a kaşlarımı kaldırdım. “Dalga geçtiğini anlayabilseydi canına okurdu.”

Çenesini Leyan’ın başının üstüne yasladı. “Neyse ki biraz daha zamanımız var bu gerçekleşene dek.”

“Ben kızlarım için not alıyorum, ileride tek tek anlatacağım.”

Başını bana doğru eğip dudağımın kenarını sertçe öptü. “Ölürüm sana da kızlarına da.”

Gözlerimi kıstım. Her ne kadar uyarılarımın ucu bucağı olmasa da şu ‘ölümü sık anma’ işini bir türlü bırakmasını sağlayamıyordum. Bir yıl bile geçmeden önce, az önce kurduğu cümleyi uygulamaya dökmüş; ölümün kıyısından dönmüştü. Andığı her an kendimi yine o günlerde buluyordum.

“Bakma öyle, dikkatini dağıtmak için dudaklarına yapışamıyorum. Biraz kalabalığız şu an.”

Kalabalığız demesine dayanamayıp kıkırdadım. “Ama çok tatlı bir kalabalığız.”

“Hem de nasıl,” dedi içi gidermiş gibi. “Fotoğrafı attın ya, elimdeki işi ne ara Melih’e paslayıp yola çıktım hatırlamıyorum.”

“Melih’i nereye kadar bunun bir amcalık görevi olduğunu söyleyerek oyalamaya devam edeceksin hayatım?”

“Fazla mızmızlanınca kucağına ikizlerden birini beş dakika bıraksam yetiyor. Şarj oluyor, sonra gıkı çıkmıyor.”

Başımı geriye doğru atarak küçük bir kahkaha attığımda sarsıldığım için Leyla’nın keyfini bozmuş olacağım ki mememe tırnaklarını geçirdi. Hissettiğim anlık acıyla kısıkça inledim.

“Biraz nazik olalım babacım, sizin bir noktada işiniz bitecek o dolgunluklarla ama hor kullanmasanız mı acaba?”

Leyla’nın tırnakladığı göğsüm gibi Acar’ın omuzunu tırnaklamak istesem de kollarım kızıma sarılı olduğundan yapamamıştım. “Leyan,” diye seslendim.

Leyan’ın yeşilleri beni buldu. “Benim yerime babana bir tane yapıştırsan keşke aşkım.”

Şezlongdaymış gibi yayıldığı yerde cümlemden sadece tek bir şey süzerek “Ba?” diye mırıldandı.

“Evet güzelim, ba.” dedim gülerek. Yaklaşık on kelimelik bir cümleden çıkara çıkara bunu çıkartabilmişti hanımefendi.

Acar, Leyan’ın bozulan palmiyesini sağa sola yatırıp oynarken burnunu saç diplerine yaslayıp soluklandı. “İkinci heceyi ne zaman ekleyeceksiniz acaba hanımlar? Ba demek ve baba demek arasında ne kadar zorluk farkı olabilir ki?”

Aynı hecenin tekrarı olmasına rağmen, Acar’a baba değil de ba diye seslenen ikizler hallerinden memnunlardı. Her ikisinin de ilk çıkarttıkları hecenin ‘ba’ olması Acar’ı delirtecek kadar sevindirmişti. Benimki biraz daha geç olsa da en azından direkt ‘anne’ diyerek başlamışlardı seslenmeye.

“Bence senin çabalayıp baba dedirtmeye uğraşmandan büyük bir zevk alıyorlar Acarcım. Keyifleri bozulmasın diye baba demiyor olabilirler.”

Acar sırayla kızlarını inceledi. “Benim kızlarım böyle şeyler yapmazlar.” dediğinde artık meme ucumu serbest bırakmış olan Leyla’yı doğrulturken dudaklarımı araladım. “Ama benim kızlarım yaparlar.”

Acar kastettiğim ayrıntıyı anladığında burnundan keskin bir nefes verip güldü.

Leyla’yı amacına ulaşabilmesi için babasına uzattım. Acar alışkın olduğu pozisyonlardan birini gerçekleştirip, dizlerini ikizlere paylaştırdı. İkisi de sırtları Acar’ın göğsüne yaslı halde yayıldılar.

Üstümü düzelttikten sonra kollarımı göğsümde birleştirdim. “Ben?” dedim şımarıkça. “Yer kalmadı, başka bir yer bulmaya mı gideyim?”

Bebeklerimizin saçlarına sırayla öpücükler bırakarak onların kıkırtılarını odaya doldurmakla meşgul olan kocamın bakışları üzerime çevrildi. “Gitmene izin verirmiş gibi duruyor muyum oradan bakıldığında?”

“Buradan bakıldığında tüm odaları dolmuş bir otele benziyorsun sadece Acarcım.”

“Otelin en eski müşterisi sensin zümrüt göz, yabancı değilsin buluruz sana bir yer.”

Bedenimi devirip yanağımı dizine yasladım. “Buldum zaten, sana mı soracağım kocamı yatak olarak kullanırken?”

“Kocan…” dedi dişlerinin arasından. “Ee?” diyerek şansımı zorlamakta bir sakınca görmedim. Kucağında iki minik beden varken üstüme atlayabilme ihtimali yoktu. “Gece göstereceğim ben sana kocanı da yatağı da güzelim. Sabret biraz.”

Dudaklarımı ıslattım bile isteye. “Ben sabrederim hayatım, sen sabredebil de ben sabır taşı bile olurum.”

Kaşları havalandı. Bir şey yumurtlayacağımı anlamıştı. Beni kitap gibi akıcı olarak okuma özelliğine sahipti çünkü. “Akşam misafirlerimiz var. Gece için kurduğun planlar biraz(!) ertelenebilir sanırım.”

Yüzü buruştu. “Kim geliyor? Kızlarımın tepesine çöken delilerden herhangi birini davet ettiysen…”

“Bahsettiğin insanlar kızlarımızın dayıları ve amcaları Acarcım.”

“E yani? Sonuçta hiçbiri baba değil, dayı ya da amca olmaları umurumda gibi mi bebeğim?”

Dizinde yatıp yüzüne doğru dönmüşken göz devirdim. “Akşam yine abimle kızlarımı halat çekme yarışındaki halatlarmış gibi çekiştirirseniz eğer, yemin ederim ikinizi de evden atarım Acar.”

“Gitsin kendine çocuk yapsın, ben bebeklerimi Yaman Göktürk’le paylaşmak zorunda değilim.” dedikten sonra omuzları düştü. “Gerçi Yekta’nın çocuğu var da ne oluyor? Kızlarıma yapışıp duruyor sürekli.”

Kendi kendine hipotezini çürüten kocamı hayretle izlerken akşamki şamatayı düşünmekten kaçtım. Leyan ve Leyla kalabalığa alışkınlardı, büyük bir ailede büyümenin kazandırdığı bu alışkanlıkla etraftakilerin kucağında olmaya da genellikle sıcak bakıyorlardı. Ancak Acar bizimkiler geldiğinde ikizlerden birini kendi kucağına, diğerini de itiraz edemediği babamın kucağına bırakıyordu. Kalanlardan köşe bucak kaçırmaya çabalıyordu.

İşin sonu kızlarım darlanarak ortalığı ayaklandırınca benim çıldırmamla bitse de ne Acar ne de dayı-amca cephesi geri adım atmıyorlardı.

Bu akşamın da diğer akşamlardan farklı olmayacağı kesindi.

 

~

 

“İnanılmazsınız,” dedim hayretler içinde söylenirken. Göğsüme doğru yatırdığım Pamir’in saçlarını okşuyordum bir yandan da.

“İnanılmaz olan bu iki güzellik bence.” Toprak, kucağındaki Leyan’ın boynunu öptükten sonra yanıtlamıştı beni.

“Hala oyunum bozuluyor,” derken mızmızlanan Pamir’i daha az sarsmaya çalıştım. Dört yaşını çoktan geride bırakmışken, zamanın ne kadar hızlı aktığını en çok ona baktığımda kavrayabiliyordum. “Özür dilerim aşkım, oyna sen.”

Babasından yalvar yakar -beni suça alet ederek- izin aldığı telefon hakkını kullanırken ne oynadığını anlayamasam da tüm odağı ekrandaydı. Birazdan abim müdahale edip telefonu alacaktı muhtemelen, o zamana kadar keyfini bozmak istemiyordum.

Elimden geleni yapsam da benden tedirgin olduğundan olacak ki, diğer tarafta oturan Sinem’e yanaştı. “Anne saçımla sen oyna.” dediğinde kaşlarımı çattım. “Çok ayıp ama, sattın beni resmen.”

Sinem bana gülerken ben de beni hiç takmayan yeğenimden bakışlarımı çektim. Az önce laf atıp hayret ediyor olduğum ikiliye döndüm. Leyan, Toprak’ın; Leyla ise Rüzgar’ın kucağındaydı. Sık rastlanıyor olan bir manzara olduğunu söyleyemezdim çünkü genellikle üçüzlerim diğer baskın karakterler tarafından kenara itiliyor ve onların tartışmalarında arada kalıyorlardı.

Bu akşama damgasını vuran, geldiklerinden beri ikizleri kucaklamaları ve kimsenin gıkının çıkmayışıydı.

“Baba?” dedim başımı omuzuma doğru eğip karşı koltuğa dönerek. “Herkesin geri çekilmesini anlıyorum ama… Sen bayağı şaşırttın beni.”

Göz ucuyla üçüzlerime baktı. Ardından beni buldu yeşilleri. “Bu akşamlık izin verdim. Kıyamadım.”

İnandırıcılığı yüksek olmayan açıklamasına bir şey demedim. İkili koltuklardan birinde yan yana oturan üçüzlerimin arasındaki boşluğa sıkışmak üzere ayaklandım. Koltuğa oturduğumda Leyla ve Leyan bana doğru hareketlenir gibi oldular. Rüzgar ve Toprak aynı anda kızlarımı kendilerine yapıştırıp benden çekince kıkırdadım.

“Hemen dökülün, nasıl ikna ettiniz herkesi? Yoksa kızlarımı kucağınızdan almam birkaç saniyemi bile almayacak.”

Birbirleriyle bakıştılar. Bu sırada Leyla’nın gözüne doğru düşen saç tutamını düzeltmekle meşguldüm.

“Yolumuza taş koyabilecek herkesin zayıf bir noktasına oynadık.” diye fısıldadı kulağıma doğru Rüzgar. “Kimin kimden tırstığını iyi bilince her şey kolay oldu.”

“İnsanlara şantaj mı yapıyorsunuz?” diye sordum kaşlarım derince çatılırken. Salonun kalanı kendi arasında sohbet ettiğinden bizim diyaloğumuz çok dikkat çekmiyordu. Tepkim, üçüzlerimin biraz çekinerek bana bakmasına sebep olunca oyunumu kısa kestim. Ellerimi birbirlerine çarptım yavaşça. “Bana da anlatın hepsini, çabuk.”

Alkışladığımı zanneden kızlarım heyecanla ellerini birbirlerine çarparken üçümüz güldük. “Alkış mı yapıyorsunuz kız siz?” Toprak, sulu sulu kucağındaki Leyan’ı öperken konuşmuştu.

Leyan’ın kıkırtıları kulaklarıma dolarken dudaklarım kıvrıldı. Öpülmeye bayılıyordu. Acar, Leyan’ın babası dışındaki öpücüklere de delirmesini pek hoş bulmasa da kızı tam bir sevgi arsızıydı. Yapacak bir şey yoktu.

“Saat sekiz oldu.” diyerek birden yüksek sesle konuşan Yekta abimle irkildim istemsizce. Dibinde oturan Hayal de ödü patlamış görünüyordu. “Şükürler olsun ki salonun hepimizin görebileceği kadar büyük bir duvar saati var şurada aslında.” diyerek abimin amacını çözmek ister gibi ona baktı.

“Sen sus yeni gelin,” diyen abim onun yanından kalkıp bize doğru geldi. Hayal’in edindiği sıfata sırıttım. İkizlerin altı aylık olarak katılmaları gereken bir düğünümüz olmuştu. Hayal son dört aydır Göktürk soyadını taşıyordu.

Acar’ın ‘baharda evlenelim’ isteğimi Mart’ın ilk günü olarak algılamasını aratmayacak şekilde, abim de Hayal’in ‘seneye halledelim’ dileğini Ocak ayının ilk haftasında nikâh masasına oturmalarını sağlayarak yerine getirmişti.

Yekta abim bize yaklaşıp Rüzgar’ın kucağından Leyla’yı aldı. “Dayısının güzeli, gel bakalım.” Omuzuna yaslayıp koltukların arka kısmında hafif hafif onunla birlikte gezinmeye başladı.

Rüzgar’ın hemen pes etmesine şaşırmıştım. Ona baktığımda dudakları bükük haldeydi. “Keşke saat konusunda daha iyi pazarlık yapsaydık Toprak.”

Dayanamayıp kahkaha atarak geriye yaslandım.

“Ben memnunum. Babam unuttu galiba durum-…”

“4 numara?” diye seslenen babam Toprak’ın hayallerini tam ortadan böldüğünde Rüzgar ‘gördün mü’ der gibi kafa salladı. Toprak oflayarak ayağa kalktı. Leyan’ı babamın kucağına bıraktığında, kızım alışkın olduğu şekilde dedesinin karnına yayılmıştı. “Dedede…” şeklinde bolca hece kullanarak babamı güldürürken Toprak eli boş yanımıza döndü.

“Ellerimle vermek zorunda kaldım, en azından Yekta abim gelip aldı senden.”

“Ne fark eder oğlum?” diyerek kendini savunmaya girişen Rüzgar ve ondan aşağı kalmayan Toprak’ı bir süre dinlemeye gayret etsem de sonunda dayanamayıp araya girdim.

“Babamı ve Yekta abimi halletmişsiniz, muhtemelen annemi ve Sinem’i araya soktunuz…” dedim kaşlarım havadayken. “Peki Yaman Göktürk?”

En uçtaki koltukta oturan abime göz ucuyla bakarken merakla sormuştum üçüzlerime. Rüzgar sırıttı. “Rüya!” diye seslendi birden.

“Efendim?” diyerek uzata uzata yanıtlayan Rüya’nın o ana dek abimin göğsünde gözleri kapalıydı. Uyuduğuna dair hiçbirimiz şüphe duymamıştık.

Yaman abim şaşkınca ufacık seslenmeye uyanan Rüya’yı incelerken Rüzgar devam etti. “İşlem tamam fıstığım, keyfine bakabilirsin.”

Rüya başparmağını havaya kaldırıp onay işareti yaptıktan sonra avuçlarını abimin göğsüne bastırıp ayaklandı. “İnebilir miyim dev adam, Feris ablanın kolyelerine bakmaya gideceğim.”

“Sen uyumuyor muydun kelebek?”

Abimin Rüya’ya kelebek demesine hepimiz aşinaydık. Aralarındaki hangi olaydan doğduğunu bilmesek de kimse yadırgamıyordu. Dev adam ve kelebek ikilisiydiler bizim için.

“Yo,” dedi Rüya omuz silkip. “Rüzgarcığım rica etti, sen bebişleri rahat bırak diye uyuyormuş gibi yaptım. Görevim bitmiş ama şimdi.”

Abimin bakışları Rüzgar’a döndü. Bu bakışlar, Rüya’da olan bakışlarından oldukça farklıydılar. Rüzgar’ın yutkunuşunu rahatlıkla duymuştum. “Kızı kendine benzetip yalan söylemeye teşvik mi ediyorsun sen?”

“Kendim gibi oyuncu yapacağım prensesimi, yalan değildi. Role hızlı giriyor sadece.”

Rüzgar’ın oyunculuk hayatı tam bir şamataydı, Rüya’nın buna heveslendirilmesine abimin ve Hayal’in ne tepki vereceğini görmek için sırayla ikisine baktım. Hayal gülüyordu, abimse birazdan üçüzümü boğup bizi ikize çevirecekti sanırım.

Abim Rüya’yı yere bıraktı. Rüya koştur koştur bana geldi hemen. “Kolyelerine bakabilirim yine değil mi Feris abla?”

“Bakabilirsin tabii ki güzelim, aynı yerdeler.” Yine koşarak salondan çıktı.

“Rüya sen ne dersen gözlerini koca koca açıp peşinde dolanıyor, kötüye kullandığın an boğarım seni Rüzgar.”

Rüya, Rüzgar’a diğer herkese oranla biraz daha fazla değer veriyordu. Yaman abim dışında kalan ekipten, en eğlenceli olabilecek ismi seçmesine şaşırdığımı söyleyemezdim. Kendisi de enerjikti çünkü.

“Delirme abi, niye kötüye kullanayım. Biz prensesimle iyi anlaşıyoruz gayet, bugünkü de küçük bir işbirliğiydi sadece.”

Yekta abimin tanıdık zil sesi odayı doldurdu. Mesleği gereği her an sesli halde olan telefonu ve sık çalışı, bizi zil sesini ayırt edebilme yeteneğiyle kuşatmıştı.

Leyla’yı bana doğru getirecekken Yaman abim hızla ayaklandı. “Ben alırım küçük denizkızımı, sen git telefonla konuş. Mümkünse bir iki saat sürsün Yekta.”

Abim homurdanarak telefonunu açıp salondan çıktı. Yaman abim Leyla ile birlikte koltuklara dönerken kucaktan kucağa geçmekten yorulmuş gibi duran kızıma içim giderek baktım. Çok sevilmenin verdiği hazzı henüz kavrayabilecek yaşta değillerdi. İleride buna bayılacaklarını biliyordum ama şimdilik tek dertleri on dakikada bir kucak değiştirmenin verdiği yorgunluktu.

“Bu sondu dayım, kimseye vermiyorum seni. Sakın çeşmelerini açma tamam mı?”

Abim de derdini anlayarak Leyla’ya açıklama yaparken güldüm. “Söyledin ya kesinlikle açmayacak abi çeşmelerini.”

Ağlamak üzere gibi duruşu oldukça açıktı Leyla’nın. Direkt müdahale edebilmek için tetikteydim bu nedenle.

“Acar nerede kaldı annem?” diye soran anneme baktım. “Bilmiyorum ki, yakındaki markette yoktuysa biraz uzağa gitmiştir. Arayayım mı? Çok mu gecikti?” Birden bire endişelendiğimi fark eden annem hemen elini salladı. “Yok annem, öylesine sordum.”

Babamın ona uyarır gibi baktığını görmüştüm. Acar konusunda her şeye pimpiriklenebiliyordum. Özellikle araba kullanacağı herhangi bir durumda aklım sürekli onda oluyordu. On bir ay öncesinden kalan travmamı bir gün tamamen atlatabileceğim konusu meçhuldü.

Pamir’in her geldiğinde burada yemeye alışkın olduğu, benim evden eksik etmediğim çikolataların bittiğini yemekten sonra peşime takılıp ‘hala çikolatam nerede?’ dediğinde fark etmiştim. Acar’ın da şahit olduğu sahne, Sinem ve Yekta abimin gerek olmadığına dair ısrarlarına rağmen kocamın marketten çikolata almak için yola koyulmasıyla sonuçlanmıştı.

“Gelir şimdi can suyum, biraz daha uzun sürerse ararız olur mu?”

Babamı mecburen onayladım. Kucağındaki Leyan’ın sırtını sıvazlarken bana göz kırpmıştı.

Bu akşama özel Leyla, Leyan’a göre biraz daha huzursuz durduğundan Yaman abim başta oturmaya niyetlense de o ağlamasın diye ayaklarını feda ederek salonda dört dönüyordu şu anda. “Abi,” diye seslendiğimde bana baktı. “Alabilirim biraz Leyla’yı, sakinleşince geri veririm istersen.”

“Sen aldıktan sonra bir daha benim yüzüme bakar mı? Kandırma beni denizkızım.”

Yakınışına güldüm. “Sen bilirsin,” dediğim sırada zil sesi duyuldu. Hayal kalkmak için hareketlendiğinde elimle durmasını işaret ettim. “Ben bakarım, bozma rahatını.”

“Biz de gelelim, tur atmış oluruz değil mi güzelliğim benim?”

Yaman abim Leyla ile birlikte peşimden gelirken kapıya ilerledim. Leyla şaşkın şaşkın etrafı izliyordu. Kapıyı açtığımda karşımızda bulduğumuz bedene ilk tepkiyi de o verdi tabii. “Ba!” diye soludu hemen.

“Babam?” diye yanıtlayan Acar, az önce keyfi kaçık olan o değil de benmişim gibi Leyla’nın kıpırdanmasına yol açmıştı.

“Ba?” diye yineledi Leyla. Bu sırada Yaman abimin yüzündeki ifadeyi herkesin hayatında en az bir kez görmesini isterdim. Kolay kolay Yaman Göktürk’ün yüzüne misafir olmayan, yıkılmış ifadelerden biriydi.

“Leyla,” dedi hüzünle. “Öylesine sesleniyorsun değil mi dayıcım? Kucağına gitmek için kollarını kaldırırsan, uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yaparım bak.”

Leyla tek bir kelimesini bile anlamışa benzemiyordu. Acar elindeki poşeti bana verdikten sonra kollarını havalandırdığı anda kızımız ciyaklayarak kendisini öne atmıştı.

“Ne yapacaksın abi?” diye sordum merakla.

“Bayılacağım denizkızım, bayılacağım.”

Leyla babasına kavuştuğu için keyifli keyifli mırıldanırken Acar ondan daha keyifli olan tek isimdi. “İster ayıl ister bayıl Göktürk, karıma ve kızıma çarpma bayılırken ama.”

Bastıra bastıra karım ve kızım demesi, abimin yüzünü gerim gerim gerdi. Kısacık bir an sonra ise birden yüzü aydınlanmıştı. Yüzündeki değişimin kaynağını çözmeye vakit bulamadan birden dünyam tersine döndüğünde ağzım şaşkınlıkla aralandı.

Abimin beni omuzuna atmıştı.

“Karın mı kızın mı? Hızlı seç Acar.”

“Abi!” dedim sırtından sarmışken. “Ne yapıyorsun acaba?”

“Kocanın beynini cevap veremeyeceği ikilemlerle meşgul edip boşluğunu bulduğumda Leyla’yı da alabilirim diye düşündüm.”

Acar’ı göremiyordum. Biraz daha sarkarsam görebileceğim tek şey kendi midemdekiler olacaktı zaten.

“Sen fazla düşünme kardeşim, ağır geliyor düşünmek belli ki.” Acar homurdanırken boğuk bir ses çıkarttım. “Abi kusmamı istemiyorsan beni indirir misin? Midem ağzıma geldi.”

Gerçekten midemin bulanıyor olduğunu belli eden sesim sayesinde abim hemen beni eski halime çevirip ayaklarımın üstüne bastığım normal duruma getirdi.

“İyi misin zümrüt göz?” diye soran Acar’a başımı salladım. Bu, başımda küçük bir sarsıntı yaratmıştı.

“Leyla?” dediğimde kızımın bakışları beni buldu. “Süt içelim mi annecim?”

Dudaklarını yalayıp hevesle bana uzandı. Babasından kopacağı tek takas ürünü süttü.

Kızımı kucakladım. “Leyla süt içecekmiş, siz de burada birbirinizi yemeye biraz devam edip elektriğinizi akıtın.”

İçeri girmek üzereyken aklıma bir şey gelmiş gibi geri döndüm. “Gerçi sizin aranızdaki elektrik öyle kolay akıp bitmez ama…”

Kucağımda Leyla olmasına güvenerek kurduğum cümlemin ardından her ihtimale karşı salona koşturup babama yakın bir yere yerleştim. Didiştiklerinde birbirlerinin, ittifak kurduklarında ise benim en büyük düşmanım haline geliyorlardı.

Acar-Yaman ikilisinin dinamiğini henüz çözebilmiş değildim.

 

~

 

Kulağıma dolan mırıltılar uykumu böldüğünde ilk birkaç saniye kendimde değildim.

İkizlerden sonra uykusu oldukça hafif birine dönüşüp, ufak seslere uyanır hale gelmiştim fakat yine de uyandıktan sonra bir süre temel yeteneklerimi kullanmak için kendime zaman ayırmam gerekiyordu.

Kastettiğim temel yeteneklerden biri olan gözkapaklarımı aralama işini hallettiğimde sesin yönüne, soluma doğru döndüm.

Uyanıp yana döndüğümde sırtüstü bir biçimde uzanan Acar’ı görmek uzun zamandır alışkın olduğum bir manzaraydı. Göğsüne yayılmış iki minik beden ise bu manzaranın yeni eklentileriydiler.

Göğsündeki alanda yan yana, yüz üstü olacak şekilde yatan Leyla ve Leyan’ı gördüğümde yüzümde uyku sarhoşu bir gülümseme peydahlandı.

“Ne oluyor?” diye sordum kısıkça.

Acar’ın bakışları hızla beni buldu. “Uyandırdık mı?”

“Böyle bir sahneye uyanacaksam, her saniye uyandırabilirsiniz beni.”

Dudakları kıvrıldı. Sırtlarını desteklediği ellerinden birini, benim tarafımda olan Leyla’nın sırtındaki elini çekti. Eli yanağıma uzandı. “Çok mu beğendin bu sahneyi?”

“Daha önce böyle güzel bir şey izlemedim diye düşünüyorum.”

Kolumun üzerinde onlara doğru döndüm. Yanağımda duran avucuna dudaklarımı bastırdım. “Uyumadılar mı? Duymadım bebek telsizini ben hiç.”

Acar suçlu bir ifadeye büründü. Durumu anladığımda burnumdan nefes vererek güldüm. “Sen tepelerinden ayrılmadın ve uyandılar değil mi?”

Bazı gecelerde Acar’ı ikizlerin odasından çıkartamıyordum. Rahatça uyuyor olsalar da onları saatlerce izliyor, yanlarından ayrılmıyordu. Bu kez duruma yeni bir bakış açısı getirmiş ve bebeklerimizi buraya almıştı belli ki.

“Uyumadan önce Leyan parmağıma sıkıca tutunmuştu ya, elimi ayırıp buraya gelip uyumak hiç rahat hissettirmedi. Beni yanında istiyordu belki de, huzursuz uyumasını istemedim. Leyla’yı da bırakamazdım onu alınca…”

Uzun uzun açıklamasını içim giderek dinlerken, yanağımdaki elini sıkıca tuttum. Diğer elimi de boş kalan Leyla’nın sırtına yasladım.

“Seni hep yanlarında istiyorlar Acarcım, hep de istemeye devam edecekler. Bir saniye bile ayırmasan kucağından, sıkılmazlar hiç.”

Leyan da Leyla da uykudalardı. Beni uyandıran kısık sesler belli ki kocama aitti. Uyusalar da onlara bir şeyler anlatıyor olmalıydı.

“Ben de sıkılmam, ne sıkılırım ne yorulurum Feris. Bir an bile bırakasım gelmiyor, baba olmak bu demek miymiş?”

Başparmağımla avuç içini okşarken mırıldandım. “Beni babamdan çekip alırken bu hislerle henüz tanışmamıştın tabii. Yakında babamla empati kurup beni boşamazsın değil mi hayatım?”

Kısık bir sesle güldü. “Bensiz yapamayacağını biliyorum, boşamam korkma.”

Göz devirdim. “Dedi bir gece bile bensiz uyuyamayıp ortalığı birbirine katan adam.”

Sinem’in annesi rahatsızlanınca abim ve o birlikte şehir dışına çıkmak zorunda kalmışlardı. Bu sırada da Pamir annemlerle değil benimle kalmak isteyince misafirimiz olmuştu bir geceliğine.

Rahatça yatabilmemiz için ben Pamir ile misafir odasına geçmiş, bebek telsizini de Acar’a bırakmıştım.

Yarım saatte bir tepemde belirip uyuyamıyorum diye sızlanan Acar, o gece ikimizi de uyutmamıştı. En son Pamir aramızda kalacak şekilde uyumuş, uyanan ikizler sayesinde Pamir’e de geceyi zehir etmiştik iki kez.

“Karım olmadan uyuyamıyorum, çok normal değil mi?”

“Peluş ayısı olmadan uyumayan çocuklardan farksızsın Acarcım.”

“Umurumda değil, ben Toprak ve Rüzgar’a sırf seninle uyuyup durmaya niyetlenmesinler diye sınırlı üretim araba getirtmiş bir adamım Feriscim. Gerekirse her cephede, herkesle savaşırım.”

Bu detayı hatırlatmasıyla bastırmaya çalışsam da kısa bir kahkaha atmıştım. İkizlerin uyanmaması şansımın yaver gittiğini gösteriyordu.

“Seni soydular resmen Acar, babam onları ikna ederdi.” Babam, şaşırtıcı bir biçimde ikizlerin doğumundan sonra beni eve çağırma konusunda en az ısrarcı olan isimdi. Gerçi bunda, kafasına esince buraya gelip kalması ve Acar’ın gıkını çıkaramaması da etkiliydi sanırım.

“Güle güle kullansınlar, soyulmadım bebeğim korkma. Paramız var.”

Parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. “O zaman bana da o arabadan alalım.”

“Alırız yavrum, böyle bir isteğin olduğunu söyleseydin daha önce alırdık.”

Kaşlarımı çattım hemen. “Alamayız diyeceksin Acar, iki tane bebişimiz var bizim. Biraz tasarruflu bir insan olur musun hayatım?”

Yüzünü buruşturdu. “Kızlarımızın maddi bir sıkıntı yaşamasına izin verir miyim sence?”

Dudaklarımı büktüm. “Ya iflas edersek?” dedikten sonra heyecanla elini çekiştirdim. “O zaman iç güveysi olursun gerçi, babam bize bakabilir.”

Acar hayretle bana baktı. “Neler hayal ediyorsun kızım sen?”

“Ne bileyim ya?” dedim omuzlarımı olabildiği kadar silkip. “Arada geliyorlar bana, babam da sen de zenginsiniz ya… İnsan öyle olmasa ne yapardım diye bi’ düşünüyor.”

Leyan’ın sırtını pışpışlarken kaşlarını çattı Acar. “Baban ve ben zenginsek, sen bizden zenginsin saftirik. Bunu daha önce konuşmuştuk hatırlarsan.”

Hatırlıyordum. Güldüm biraz. “Paralarınızı ve kızlarımı alıp, kendi keyfime baksam ne yapabilirsiniz ki?”

“Biraz daha konuşursan, kızlarımızı odalarına bırakıp döneceğim; döndüğümde de keyfine nasıl bakacağını açıkça anlatabilirim sana.”

Dudağımın kenarını ısırdım. “Hım?” dedim mırıltıyla. “Nasıl bakabilirmişim?”

Kendi tarafındaki gece lambası açıktı. Odanın tamamı aydınlanmasa da içerisi loştu bu nedenle.

Gözlerinde beliren parıltıyla karışan, hafif kararmaya başlayan irislerini gördüğümde yüzümü omuzuna gömdüm. “Şaka Acarcım şaka, biliyorum ki ben nasıl bakabileceğimi. Kızlarımızın keyfini bozmayalım ama sırf benim için, bak mışıl mışıl uyuyorlar.”

Acar yemi yutup Leyan ve Leyla’ya çevirdi bakışlarını. Onlara baktığında etraftan soyutlanması işime gelmişti.

Uykuma geri dönmek istiyordum. Acar’la odada tek kalırsam, dönebileceğim yer uyku değil yalnızca sırtımın üstü olacaktı. İkizler her ne kadar bendeki enerjinin yarısından çoğunu sömürüyor olsalar da çoğu zaman Acar’ı görünce ayaklanan hormonlarımın etkisinde kalıyordum tabii ki. Aksi gerçekleşse, arsız Feris’in öldüğü düşünülebilirdi.

Anne olmam o Feris’i öldürmemiş, sadece aramıza katılma sıklığını biraz(!) azaltmıştı.

“Sen de uyu hadi, üçünüzü aynı anda izlemek daha hayran olunası.”

Acar’ı duyduğumda gözlerim kısılıp dudaklarım derin bir kıvrım kazandı. “Acarcım,” dedim fısıltıyla.

“Söyle zümrüt göz.”

“Bir sır vereceğim sana,” dedikten sonra meraklanan bakışlarına aldırmadan kulağına yaklaştım. Bu hareketimin anlamsızlığını fark edemeyecek kadar meraklanmıştı. Oysa bizi duyabilecek kimse yoktu zaten.

“Çok aşığım sana,” dedim nefesim kulağını sıyırırken. “Deli gibi…”

Geri çekilmedim. Beni duyduğunda bedeninin hafifçe kasılmasına yakından tanık olurken gülümsedim kendi kendime. Evli değilmişiz, kollarında kızlarımız yokmuş, daha önce defalarca kez benden bunu duymamış gibiydi tepkisi.

“Yüzünü bana yaklaştır,” dedi birden. Onun da benim kulağıma bir şey mırıldanacağını sanmışken dediğini yaptım kucağındaki bebeklerimize dikkat ederek. Yüzüm, yüzüne denk düştüğünde dudaklarımı hızla ağzının içine yuvarladı.

Sertçe emdiği dudaklarımı, susuzken suya kavuşmuşçasına kana kana içtiğinde biraz sonra bir nefeslik mesafe kadar geri çekildi. “Benim kadar âşık değilsindir, kandırma beni.”

Her zamanki tezimle kendimi savundum hemen. “Dağdan gelip bağdakini kovamazsın, ilk âşık olan benim bi’ kere.”

Dudağımdan küçük bir öpücük çaldı. “İlk olan sensin, çok olan benim işte güzelim. Basit bir denklem.”

Hiçbir zaman haklı çıkamadığımız, sıkça da didiştiğimiz konumuz yine açılırken; aramızda doğan her tartışmanın inatlaşmanın buna benzer nedenlerden doğması için binlerce dilek diledim o anda.

Binlerce dilekten en az birinin yerini bulup gerçekleşeceğinden emindim.

En büyük dileklerimden biri yanımda uzanıyor, gözlerimin içine bakarken göğsünde bebeklerimizi uyutuyordu.

Hayatımın büyük bir kısmı dilediğim dileklerden eli boş döndüğüm dönemlerle doluydu. Sonra bir devrim gerçekleşmişti. Ben dünyamın başıma yıkıldığını sanırken, aslında bunun bir mucize silsilesinin başlangıcı olup dileklerimin kabul olmaya başlayacağı bir dönemin kapısına dayanmış olduğumu biraz geç fark edebilmiştim.

Ömrümün acıyla dolu kısmı bitmiş, huzurla dolduğum bir yere ayak basmıştım. Yeniden ilk kısma dönmemek için her şeyi göze alırdım.

Aşkıma ve Deniz Göktürk olabilmeye kısacık bir arayla kavuşmuştum. Son nefesimi verene dek de her ikisine sahip olmaya devam etmek istiyordum.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm