Dert Bebesi 48.Bölüm
48.BÖLÜM
- Uras
“Kapatma! Kapatma, bi’ dur.” Son anda
bağırır gibi konuşmuştum.
“Lan asıl sen dur, hayatım tehlikede
zaten. İyice yancın oldum senin.” Mert büyük bir memnuniyetsizlikle
söyleniyordu.
“Beni geçiştiriyormuşsun gibi geldi, iyi
olduğuna emin olamadım.” dedim tereddütle.
“Oğlum niye geçiştirey-…” Başladığı cümle
aniden araya giren ses nedeniyle yarım kaldı.
“Mert! Arabayı kapıya getir, hastaneye
gidiyoruz.” Demir abinin sesini tanımamam mümkün değildi. Söylediklerini
algıladığım anda, Mert’e değil bana seslenmiş gibi ayaklanmıştım.
Hastane demişti.
Az önce Mert, Peri’nin iyi olduğunu
söylemişti. Ama şimdi hastaneden bahsediyorlardı.
Ben bir şey soramadan telefon kapandığında
kendi kendime ağır bir küfür savurdum. Odadan neredeyse koşarak çıkarken önüme
çıkan halam irkilmişti. “N’oluyor halacım, ne bu telaş?”
“Çıkmam lazım hala, acil.” Başka bir şey
sormasına izin vermeden montumu ve ayakkabılarımı giydiğim gibi evden çıktım.
Yanına geldiğimden beri bendeki dalgınlığın farkında olsa da çok fazla üzerime
gelmiyordu.
İstanbul’a geldiğim ve Peri’yle konuştuğum
günün üzerinden iki gün geçmişti, ve ben halen İstanbul’daydım. Yeniden yanına
gidecek yüzü bulamasam da Ankara’ya dönmek istememiştim.
Peri’yi aramamış olsam da Mert’i sık sık
arayıp onunla ilgili bir şeyler soruyordum. Yetinmeye çalışıyordum ama tabii ki
yeterli gelmiyordu. Özellikle o yağmurda kaldığımız süreden sonra hasta olmuş
olması iyice delirmeme sebep olmuştu. Bunu hesaplamam gerekiyordu, resmen
hastalanmasına davetiye çıkartmıştım.
Ana caddeye yürüyüp taksi bulabilmek için
bakınırken bir yandan da tekrar Mert’i aradım. Çalıp çalıp açmaması sinirlerimi
hoplatıyordu.
Dakikalar sonra bir taksi bulabildiğimde
artık az çok bildiğim evin kabataslak adresini verdim. Yaklaşınca etrafın
tanıdıklaşacağını umuyordum.
İstanbul’un insanı çileden çıkartan
trafiğini bir şekilde atlattığımızda, düşündüğüm gibi olmuş ve taksiyi evin sokağına
getirtmeyi başarmıştım. İnip, duraksamadan binaya ilerledim.
Zili çalmak için uzandığımda binanın
kapısının açık olduğunu fark etmiştim. İçeriye girip asansörü beklemek yerine
merdivenleri ikişer ikişer tırmandım. Kapıya ulaşır ulaşmaz da zile peş peşe
basıp beklemeye başladım.
Hastaneye gitmiş olsalar da evde
birilerinin kalmış olmasını umuyordum.
Kapı en beklemediğim kişi tarafından
açıldı. Hastaneye gidilse Demir abinin, öldürsek Peri’yi tek bırakmayacağını
biliyordum. Ama tam karşımda duruyordu şu anda.
“Hoş geldin.” demesini beklemiyordum.
Hemen ardından sol yanağımda patlayan yumruk için ise umudumu iki gün önce
atmadığında kesmiştim. Ama beni şaşırtmak istemişti sanırım.
Yana doğru savrulan kafamı iki yana
sallayarak kendime gelmeye çalışıp düz hale getirdim. Tepki vermeden durmam
ilgisini çekmiş gibi bir süre yüzüme baktı. Ben bu sırada yumruğu boş vermiş,
Peri’nin içeride olup olmadığını düşünüyordum.
“Değil yumruk, arabayla üstünden geçsem
içim soğumayacak biliyorsun değil mi?” dediğinde bir şey söylemedim. Haklıydı,
kendimi savunacak halim yoktu. “Onu bu kadar üzdüğün için aranıza girip bir
daha yüzünü bile görmemeni sağlamak isterdim Uras, özleminden ya da
pişmanlığından her ne boksa işte delir isterdim.” Devamında bir ‘ama’
gelecekmiş gibi duraksadı. Sesindeki siniri ve memnuniyetsizliği
hissedebiliyordum.
“Ama bu ceza senden çok Peri’yi kırar,
bunu kaldıramayacağını biliyorum. Güven korkusu arada onu dizginliyor olmasaydı
seni çoktan affetmiş olacağını Tuna bile anlardı, kimse aptal değil.”
“Abi ben pişmanım, köpek gibi pişmanım. Bu
hale geleceğimizi bilsem gebersem de anlatırdım yemin ederim. Peri ne kadar
üzüldüyse, ben de on katını hissediyorum. İlk defa benim yüzümden ağlıyor,
kırılıyor ve elimden özür dilemekten başka bir şey gelmiyor.” Söylediklerimde
samimi olduğumu anlaması, bana güvenebilmesi için gözlerimi kaçırmadan
hissettiklerimi saklamadan konuşmuştum.
“Gir içeri.” Dümdüz bir sesle konuşup
kapıdan hafifçe çekildi. “Peri içeride mi? Hastane-…” diyecekken duraksadım.
Hastaneyi nereden biliyorsun diyecekti, böylece Mert’in benimle konuştuğu ifşa
olmuş olacaktı.
“Gir dedim.” Açıklama yapmadan
tekrarladığında bu kez üstelemeden içeri girdim. İçeri girdiğimde salonun
kapısında dikilen Oktay ve Mert ikilisini de görebilir hale gelmiştim.
Mert’e ‘ne oluyor’ dercesine kafa
salladığımda diken üstündeymiş gibi sırıttı. “Ben gizli takıldığımı
düşünüyordum ama Demir Özkan’dan kaçmak çok mümkün olmuyormuş. Hastane olayını
da beni anlık, seni de yarım saatlik korkutmak için böğürmüş.”
Arkamda duran Demir abiye döndüm. Pek
umurundaymış gibi durmuyordu. “Dua edin daha kötüsünü yapmadım.”
Aklımdan daha kötüsü ne olabilir diye
düşünürken çok da üzerinde durmamaya çalıştım.
Oktay abiyi ilk kez görüyordum, o gün ben
evden ayrılana kadar hastanedeydi. Bana bakışlarından da beni gördüğüne çok
sevinmediğini söyleyebilirdim.
Beni gördüğüne en çok sevinen isim
olduğundan şüphe duymadığım kişi ise koşturarak üzerime gelmekteydi. “Uras!”
diyerek bacaklarıma yapıştığında eğilerek hızla kucakladım Tuna’yı. Onu sararak
ayağa kalktım.
“Ablam hasta diye mi geldin? Hep öksürüyor
biliyor musun? Beni de yanına almıyor, ben de hasta olurum diye. Ama ben
duyuyorum.” Bilmiş bilmiş konuşup benden tepki beklerken, cevap vermeden önce
göz ucuyla Demir abiye baktım.
“O odaya girersen, geri çıktığında bir
şeyleri değiştirmiş olman gerekecek. Yoksa hastaneye yolculayacağımız isim sen
olacaksın koçum. Uza şimdi.” Başıyla ileriyi işaret ettiğinde gülümsememi
bastırmak istercesine dudaklarımı sıkıca kapattım.
Demir abinin barışmamız için yol yapıyor
olması biraz garipti, ama bir şikâyetim yoktu. “Ben ablana bir bakayım o zaman
Tuna, olur mu?”
Tuna, ablasının adını geçirdiğimde
mızmızlanmadan kucağımdan inip Mert’e doğru gitti.
Ben de kimse kararını değiştirmeden
hızlıca Peri’nin odasına yöneldim.
Kapısı kapalıydı. Derin bir nefes alıp
hafifçe çaldıktan sonra birkaç saniye bekleyip bir tepki alamadığımda yavaşça
kapıyı araladım. Kendimi içeriye atıp kapıyı yeniden kapattıktan sonra
bakışlarım onu buldu.
Yatağının çift kişilik oluşunun acısını
çıkartmak ister gibi tam ortada uzanıyordu. Uyuyordu.
Yüzünün solgunluğunu gördüğümde ve kasılı
hatlarından da huzurlu bir uykuda olmadığını anladığımda darlandığımı
hissettim. Üzerimdeki montu çıkartıp kapının arkasındaki askıya astıktan sonra
sessiz adımlarla yatağa yaklaştım.
Yaklaştıkça onu daha ayrıntılı
inceleyebilir hale gelmiştim. Gözlerinin altı şişkin, yanakları hafifçe içe
çökmüştü. Bunların tamamen hastalığından mı yoksa benim yüzümden mi olduğunu
net olarak söyleyebilmem çok zordu.
Yatağa oturduğumda onu uyandırma ihtimalim
olsa da daha yakınında olma ihtiyacıyla fazla sarsmamaya özen göstererek yanına
yerleştim. Bakışlarımı yüzünden ayırmamıştım, hiçbir tepki vermediğinde
rahatladım.
Üzerinde bir yorgan yerine ince bir örtü
vardı. Bunun nedeni muhtemelen ateşlenmesiydi. Halen ateşi olup olmadığını
kontrol etmek için avucumu alnına dokundurduğumda normale çok yakın olmasına
sevinmiştim.
Parmaklarımı alnından çekip, ondan tamamen
ayrılmak yerine yastığa dağılan sarı buklelerine doğru uzattım. Yüzünde gezinen
bakışlarım ve saçlarında dolaşan ellerim uzun bir süre hiç ara vermeden aynı
işleri yapmayı sürdürdüler.
Bir süre daha geçtiğinde çok fazla
oyalanırsam içeridekilerden baskın yiyebileceğimizi düşünerek, bunu yapmaktan
gurur duymasam da onu uyandırmaya karar verdim. Sırt üstü uzanıyorken, ben de
kolumun üzerinde ona dönük olacak şekilde yanına kıvrıldım. Varlığımı hissedip
kendisi uyansın istemiştim.
Yüzümü omuzuna doğru yasladım. Üzerinde
ince bir uzun kollu vardı. Tenine değmiyor olsam da kokusu burnuma ve
ciğerlerime hücum ederken derince soluklandım.
Bir elimi örtünün üzerinden karnında duran
eline dokundurup parmaklarımızın birbirlerine dolanmasını sağladım. Benim
tenime oranla çokça yumuşak olan tenini okşarken nefesleri biraz düzensizleşmeye
başlamıştı. Uyanıyordu.
Uyandığı anı kaçırmak istemeyerek
omuzundan ayrılıp başımı yastığa yasladım. Dikkatle yüzüne bakarken elimi
elinden çekmedim.
Yüzü buruşur gibi oldu, ardından peş peşe
yutkundu. Boğazının ağrıdığı açıkça belliydi. Dayanamayarak, “Peri…” dedim
mırıldanır bir sesle. Sesimi duyduğunda elimdeki eli kasıldı. Henüz
gerçekliğimi kavrayabilmiş değildi. Uykudan sıyrılamamıştı.
Gözleri sonunda açılıp, maviyle yeşili
birbirine karıştıran irisleri açığa çıktığında dudaklarım kıvrıldı. Birkaç
saniye tavana dikili bakışlarla duraksayıp gözlerini kırpıştırdı. Ardından
bakışları önce karnının üzerindeki ellerimize, sonra da sol tarafına yani bana
çevrildi.
Adımı hiçbir ses çıkartmadan, yalnızca
dudaklarını kıpırdatarak söylemişti. Bunu dikkatlice yüzüne bakmıyor olsam asla
anlayamazdım, dudaklarını okumam gerekmişti.
“Benim, ben geldim Peri’m.” Elini sıkıca
tutarak konuştuğumda sessizce bana bakmayı sürdürdü bir süre. Uykunun verdiği
sersemliği üzerinden atmaya çalışıyordu. Bir yandan sık sık yutkunmaya
çalışıyordu. Bu dikkatimi çektiğinde doğrulmak ister gibi hareketlendim.
“Su vereyim mi? Boğazın yumuşasın biraz.”
Odaya girdiğimde yatağın kenarında duran komodindeki sürahi ve bardak dikkatimi
çekmişti. Peri’nin cevap vermesini beklemeden oturur hale geçip bardağın
yarısından biraz fazlasını doldurdum. Bardağı kavramadan önce Peri’ye döndüm.
“Doğrulman lazım, gel bakalım.” Bir elini tutup ağırlığını üzerime almaya
çalıştım. Doğrulup oturduğunda yan yana koltukta oturuyor gibi duruyorduk.
Bardağı ona uzattığımda itiraz etmeden
birkaç yudum aldı. Bitirmediği suyu bana geri verdiğinde ısrar etmedim, yerine
bıraktım. Yeniden uzanacağını düşünmüştüm ama beni yanıltarak hafifçe geriye
kayıp sırtını başlığa doğru yasladı. Onu rahatsız ediyor gibi görünen yastığı
çekip diğer tarafa koydum. Ardından onu taklit ederek aynı şekilde başlığa
yaslandım.
İkimiz de karşıda duran dolabın
kapaklarına bakıyorduk. Dolabın orta kapısında bulunan aynadan yansımamızı
incelerken aynısını Peri’nin de yaptığının farkındaydım.
“O gün yağmurda bu kadar kalmana sebep
olmamalıydım, bağışıklığının düşük olduğunu unutmuştum. Üzgünüm.”
Omuz silkti. “Beni öpmek aklını başından
almış demek ki.”
Böyle bir tepki beklemediğim için hafif
afallayarak başımı ona çevirdim. Halen aynaya bakıyordu. “Öyle yapmış, evet.”
dedim. “Her zamanki gibi.” diye ekleyerek.
“Neden beni aramayıp, sürekli Mert abimi
aradın?”
Mert’in bu iki günde yakalanmadığı tek
isim Tuna’ydı herhalde. Gerçi o da şüpheliydi de, neyse.
Tamamen açık oynuyordu. Sorularını net bir
şekilde soruyordu. Aynı şekilde cevaplamaktan kaçmadım. Bu saatten sonra
aramıza hiçbir gizin girmesine izin vermeyecektim.
“Seni sürekli arayıp aklını karıştırmak
istemedim, düşünmen için zaman tanımaya çalıştım. Mert’in meraklısı sayılmam,
güzelim. Seni tercih ederdim.” dedim sonda biraz muzipleşmeye çalışarak.
Bakışlarını bana döndürdüğünde ikimiz de
omuzlarımızın üzerinden birbirimize dönük haldeydik. Aramızda bir kafalık
mesafeden fazlası yoktu.
“Aramadığında hiç aklıma gelmedin, aynen.
Mantıklı kararlar veriyorsun bayağı.” Havaya dikerek konuştuğu burnunu ısırma
isteğimi bastırmakta zorlanıyordum. Ona sürekli temas edip, yakınımda tutmamı
isteyen her bir zerrem ayaklanmış haldeydi. Alanına müdahale etmekten
çekiniyordum, yoksa hiçbir güç beni durduramazdı.
“Mantıklı karar verme yetimi uzun zamandır
kullanamıyorum, idare etmen gerekecek biraz.”
“Niye? Beynin seni terk etti, bir daha da
geri gelmeyecek mi?” dedikten sonra dudaklarını büktü. “Kıyamam.” dedi uzata
uzata.
En büyük yarama parmak basmış gibi surat
astım. “Maalesef… Beni beynim yokken de sevebilecek misin?”
Bu cümlelerin altında yatan farklı bir
mesaj olduğunu ikimiz de çok iyi biliyorduk. Bu yüzden alacağım cevap benim
için fazlasıyla önemliydi. Bir ışığa ihtiyacım vardı. Ona tutunup, yukarı
çıkmaya ve nefeslenmeye…
“Severim.” dedi. “Sanırım benim beynim de
kaçmış çoktan, çünkü ne olursa olsun sevebilirmişim gibi sanki seni.”
“Ne olursa olsun sev zaten beni, başka
türlüsünü kaldıramam.” Gözlerimi gözlerinden ayırmakta biraz vakit harcamış
olsam da kafamı eğip yüzümü boynuna bastırdım. Burnum tenine dokunurken
dudaklarım da minik bir öpücük çalmıştı oradan.
“İkinci bir hata yapmayacağım, Peri. Söz,
yemin ya da ne istersen öyle kabul et bunu. Ama bana güven, biliyorum
güvenmemen için sebepler verdim sana, eline tutuşturdum onları ve kaçtım.
Aptalın tekiyim, ama başka hiçbir şeyden şüphe etme lütfen.” dedim yalvarır bir
tonla. Gerekirse dakikalarca yalvarmaya da devam edebilirdim, ama daha fazla
uzak kalmaya tahammülüm yoktu.
Onun
da kalmamıştı, biliyordum, hissediyordum.
“Yapma, bir daha bize bunu yapma Uras.”
Boynundan çekilmemiştim, yüzünü saçlarıma doğru koyduğunu hissettiğimde
dudaklarımı oldukları yere bir kez daha bastırdım. Verdiğim sözü teninde
damgalayıp, mühürledim.
Bir daha ne ona ne de kendime bunu
yaşatmayacaktım.
Birkaç dakika böyle kaldıktan sonra
bulunduğumuz halin Peri için çok rahat bir pozisyon olmamasından dolayı başımı
yavaşça boynundan kaldırdım. “N’oldu?” diyerek masumca mırıldandığında
gülümseyerek dudaklarıyla yanağı arasında bir yeri hafifçe öptüm.
“Bir şey olmadı, uzanalım. Belin
ağrımasın.” Sessizce beklerken, ben yerimde kayıp başımı yastığa yasladım.
Ardından elimle göğsüme dokunup, “Gel.” dedim.
Davetimi kabul edip başını göğsüme
bırakarak uzandı. Koluyla bedenimi sardığında ben de sakince sırtını
sıvazlamaya başladım. Göğsümde biraz yukarı doğru yattığı için fazla çaba
harcamadan uzanıp saçlarını öpüp koklamam zor olmuyordu.
Sırtını okşadıkça bedeni iyice gevşeyip
rahatladı. Bunu anbean hissediyor olmak beni de rahatlatıyordu.
Göğsüme sürtündüğünü hissettiğim burnuyla
sessiz olmaya çalışarak güldüm. Benim onun kokusuna, tenine duyduğum ihtiyacın
tıpatıp aynısını onun da duyuyor olması hoşuma gidiyordu. Buna her seferinde
ilk kez algılıyormuş gibi sevinmeye devam edecektim.
“Niye güldün?” Muhtemelen göğsümdeki
hareketlilikten anlamıştı güldüğümü. “Mutluyum çünkü.” dedim hiç beklemeden.
“Sen de mutlu musun?”
“Evet, ama benim gülesim gelmedi.” Bunu
duyduğumda bu kez daha derinden gülmüştüm. “Olsun, başka zaman gülersin sen
de.”
“Hı hım.” gibi bir mırıltıyla
geçiştirircesine onayladıktan sonra sustu. Suskunluğunun kısa bir zaman sonra
uykuya evrileceği kesindi. Uykusunu bölmüştüm zaten, uyuması iyi olabilirdi.
“Ben uyursam, uyandığımda gitmiş mi
olursun?”
“Uyandığında burada olacağım, bu yolda
Demir ve Oktay Özkan’la savaşabilirim diye düşünüyorum.” dedikten sonra biraz
düşündüm. “Odanda olamayabilirim tabii… Ama evden gitmeyeceğim, merak etme.”
Biraz gerçekçi olmaya karar vermiştim. Peri uyanana kadar odasından atılma
ihtimalim yüksekti.
U dönüşüm Peri’yi güldürdü. Göğsüme çarpan
kıkırtılarını bir şekilde tutup orada saklamak isterdim, ama bu mümkün değildi.
Bunun yerine sık sık onu güldürüp, dinlemem daha iyi olacaktı.
Peri, bana sıkıca tutunarak yeniden uykunun
kollarına çekilirken onun nefeslerini dinleyip kalp atışlarını duyumsayarak
olduğum yerde huzurla uzanmaya devam ettim.
Beni affetmişti. Kollarımdaydı, iyiydik.
Şimdiden sonra her şeyin bir anda eskisine
dönmeyeceğini biliyordum, aramıza giren bu sorunun etkilerini zaman zaman
hissedecektik. Bundan kaçabilmek imkânsızdı.
Elde ettiğim, daha doğrusu Peri’nin bana
verdiği ikinci şansı heba etmeye niyetim yoktu. İyileşmemiz zaman alsa da,
birlikte iyileşecektik. Açılan yaralar kanarsa birbirimizi saracaktık.
Uzağında olmaya, ondan kaçmaya ya da ondan
çekinmeye gücüm kalmamıştı. Aşkımın, sevgimin, özlemimin artık yakama
yapıştığını ve beni nefessiz bıraktığını hissediyordum.
Ben Peri’siz yapamamıştım, bu saatten
sonra da yapamazdım.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder