Aykırı Çiçek 43.Bölüm

 43.BÖLÜM



- Acar

Başımdaki ağrı, bedenimdeki öfkeyi tetikleyip daha da gergin hissetmeme sebep olurken peş peşe aldığım ağrı kesiciler asla fayda vermemişti. Gözlerimi bile tam olarak açamıyordum başımdaki baskı yüzünden.

Gerginliğimin kaynağı ağrıdan çok ağrının sebebiydi. Öfkem kendimeydi.

En son dün akşam ajanstan çıkarken gördüğüm, hatta sesini en son o zaman duyabildiğim Feris’in kapısına dayanmamak için direttiğim sabrımın son kırıntılarındaydım. Bana kızgın da olsa yanımdayken kızsın istiyordum.

Ona zaman tanımam gerekiyordu biliyordum, fakat bilmek bu durumu benim açımdan hiç kolaylaştırmıyordu.

Bugünün cumartesi olması şansımın yanımda olmadığını belli ediyordu. En azından ajansta o fark etmese de etrafında olmayı başarabilirdim, şimdi ise eve tıkılmış halde onsuzluğun verdiği gerginlikle kendi kendimi yiyordum.

Saat öğlene geliyordu, dün geceyi uykusuz geçirmeme rağmen uykum varmış gibi hissetmiyordum. Mideme yolladığım sert kahvelerin de bunda payı büyüktü ama umurumda değildi, uyumak ya da oturup yemek yemek için fazla sıkıntılıydım.

Salonda oturuyor haldeyken duyduğum zil sesiyle ayaklandım. Güvenlikten gelen bir aramaydı, ekrandaki gerekli yere dokunup cevapladığımda güvenlik görevlisinin sesi duyuldu.

“Misafiriniz var, Yaman Göktürk.” dediğinde kaşlarımın derince çatılmasına engel olamamıştım. Oyalanmadan “Haberim var, sorun yok.” dediğimde cızırtılı bir sesten sonra arama kapandı.

Hemen yukarı çıkamayacağını bilsem de sanki merakım bu şekilde giderilecekmiş gibi dış kapıyı açıp apartman boşluğuna öylece bakındım.

Yaman’ı bana haber dahi vermeden evime kadar getirten sebebin ne olduğunu bulmaya çalışan aklımda pek bir şey canlanmıyordu.

Birkaç dakika sonra asansör bu katta durdu, ardından kapısı açıldı. Kapı açıldığında kucağında Pamir ile birlikte önümde beliren Yaman’a anlamsız bakışlar atmaya başlayacakken arkalarından ilerleyen bedeni gördüğümde dudaklarım aralı kaldı.

Feris’in küçük adımlarla kapıya gelişini gözlerimi kırpmadan izlemiştim. Ne oluyordu şu anda?

“Hoş bulduk, sağ ol.” Alaycı bir tavırla konuşan Yaman’a bakmadım. “Feris?” diye seslendiğimde yeşillerini bende gezdirerek gayet sakin bir şekilde cevapladı. “Efendim?”

“Beyn de buydayım Acay, bak!” Pamir’in heyecanla kendisini Yaman’ın kucağından bana doğru atmasını panikle karşılarken küçük bedenini kavradım. Düşmemesi için sıkı sıkı tutarken o da omuzumun üzerinden evin içini inceliyordu.

“Tamam, Pamir’i bırakalım sen benimle dön. Plan değişikliği yapmaya karar verdim.”

Feris yorgunca omuzlarını düşürdü. “Abi kaç kere daha sunacaksın bu planı?”

“Kabul ettirene kadar denizkızım, kolay pes etmem.”

Feris’i elinden tutup eve doğru çektim. Yaman’ın hali güven vermiyordu. Dengesini sağlayamayıp sendeledi, göğsüme doğru yalpaladığında sırtını destekledim. Bir kolum Pamir’e bir kolum ise ona sarılıydı.

“Tam şu an kör olsam mesela… Bu sahne bana iyi gelmedi, aklımda başka şeyler canlanıyor.” Yaman kendi kendine dert yanarken benim bakışlarım Feris’in üzerindeydi. “Affedildim mi?” diyerek merakla fısıldadığımda gülecek gibi oldu.

Yaman’ın telefon sesi apartman boşluğunda yankılanırken cebinden çıkarttığı telefonu kulağına yaslayıp birkaç adım geriye gitti. Kiminle ya da ne hakkında konuştuğuna hiç dikkat etmedim, odağım tamamen Feris’teydi.

“Çıkmam lazım benim artık,” diyerek saniyeler içinde geri gelen Yaman’a döndüm. Ben konuşamadan o devam etti. “Yanındakilerden biri hasta sayılır, diğeri ise hasta olmasa da krize girip seni delirtebilir.”

“Abi!” Feris hızla araya girerken ben kimin kim olduğunu hesaplamaya çalışıyordum. Pamir’i tanımlayan ikinci kısımdı, hasta olan ise…

“Hasta mısın sen? Dün iyiydin, neyin var?” derken bir Feris’e bir Yaman’a baktım.

“Hiçbir şeyim yok, abartıyor.”

“Evet, ben ateşlendim dün zaten. Değil mi?”

Aralarındaki çatışmayı izlerken dudaklarımı Feris’in alnına bastırdım. Anormal bir sıcaklık yoktu, iyiydi.

“Gözün üstünde olsun, bir sorun olursa haberleşiriz.” dedikten sonra Pamir’i ve Feris’i öpüp hale katta olan asansöre bindi.

Kafam karışmış halde, bana yaslı iki bedenle birlikte kapı eşiğinde birkaç saniye daha durdum. “N’oluyor lan?”

“Layn!” Pamir’in beni papağan gibi tekrarlaması Feris’i güldürürken ben şaşkınlıkla ona baktım. Bakışlarımdaki telaşı gördüğünde yüzü yumuşadı. “Zaten öğrenmişti bu kelimeyi, hem de bizzat babasından. Korkma.”

Yekta’nın bunu bilerek öğretmediğini varsayıyordum, muhtemelen benim gibi olmuştu.

“İçeri girelim, serin burası.” dedikten sonra önden Feris’in geçmesini sağlayıp hemen arkasından kucağımdaki Pamir ile birlikte ilerledim. Kapıyı kapattıktan sonra Pamir’i yavaşça yere bırakmıştım.

Sanırım daha önce hiç gelmediği bir evde olduğundan, hareket etmeden Feris’in bacağına yapışıp merakla içeriyi incelemeye başladı.

“Sorumu cevaplamadın.” dedim az önceki soruyu kastederek. “Affettin mi beni?”

“O kadar kalabalıksınız ki hepinize küsmek çok zor oluyor.” Çocuk gibi mızmızlandığında dudaklarım kıvrıldı. Bu sanırım olumlu bir cevaptı.

“Gel Pamircim, ev turu yapalım.” derken Pamir’in elini sıkıca kavradı. Ardından ilerlemeye başlamadan önce bana döndü. “Koray’ın selamı varmış sana.”

Köşe bucak Feris’ten kaçıyor olan, benden farksız bir şekilde iki gündür kafayı yiyen Koray’dan mı bahsediyordu. “Aradı mı?” diye sordum en makul olan ihtimali düşünerek.

“Evini bastım sabah.” Çok normal bir şey anlatıyormuş gibi cümlesi bittiğinde Pamir ile birlikte ilerlemeye başladılar.

Yaman’la aralarının birkaç gün önceki gibi oluşu, Koray’ın yanından gelmesiyle birleştiğinde artık tamamen emindim; bizden kaçmaktan vazgeçmişti.

Bedenimdeki tüm kasların gevşemesine ve zihnimin durulmasına hızla yardım eden bu detayla birlikte mırıl mırıl konuşarak evin içinde dolaşıyor olan Pamir ve Feris’in peşine takıldım. Sessizce, gölge gibi arkalarında onları takip ediyorken Pamir beni gördükçe henüz tamamlanmamış olan dişlerini gösterip gülüyor, Feris ise ben yokmuşum gibi devam ediyordu.

Son durak olarak terası seçen Feris, koltuklardan birine yerleşmek üzereyken araya girdim. “Esiyor bugün, ikiniz de üşürsünüz. İçeri geçelim güzelim.”

“Denije bakçaz Acay, bi duy.” *(Denize bakacağız Acar, bi’ dur.)

Pamir büyük bir ayıp etmişim gibi beni yargılarken Feris kıkırdadı. Pamir’in yanağını sulu sulu öptüğünde yanağımı uzatıp aynı beklentiye girmemek için zor durmuştum. Ondan en son uzak kaldığım zaman, Bursa’ya babam yardımıyla bir ay boyunca kaçtığı zamandı. Oradan dönerken, hatta onu beklerken de kendime bir daha hiç uzağında kalmayacağıma dair birçok söz vermiştim.

Neden söz verdiğimi de çok iyi anlayabiliyordum. Ben artık onsuz yapabilecek, onun kokusu uzağımdayken oturup bekleyebilecek halde değildim.

Pamir’i kucağıma alıp, bacakları önden sarkacak şekilde omuzuma oturttum. Yüksekte olduğu için heyecanla gülüp saçlarıma tutundu, ilgisini denizden çekebildiğim için rahattım. Bir elimle bacaklarını destekleyip düşmeyeceğinden emin olurken diğer elimi beni dinlemeden koltuğa yerleşmiş olan kadına uzattım.

Elimi tutmayıp inat edeceğini sandığım ilk birkaç saniyenin ardından, ara sıra bu gerçeği unutuyor olsak da bana koşarak gelen ilk tanıştığım Feris kendisini gösterdi. Elimi sıkıca tutup ayağa kalktı.

Pamir, halasına omuzumda uçuyor olduğunu ve daha önce bunu Rüzgar ile de yaptığını anlatırken salona geçtik. Aralarındaki tatlı diyalogları dinlerken asla ilgimi çekmeyeceğini sandığım bu sohbete kulak kesilmiştim.

Koltuğa otururken Pamir’i omuzlarımdan indirip sırtı bana yaslı olacak şekilde kucağıma bıraktım. Babasının koltuğuymuş gibi yayılıp beni eşyaymışım gibi kullanırken Feris de yanımda bıraktığım boşluğa oturdu.

“Rahat mı orası halacım?” diye sorduğunda Pamir olumlu bir mırıltı çıkarttı.

“Rahat olup olmadığını Pamir’den daha iyi bilmiyormuşsun gibi mi yapacağız?” dediğimde gözlerini kıstı. Yeşilleri yüzümde gezinirken sırıttım.

“Acay!” diyerek kulağımı çınlatarak seslenen Pamir’e doğru eğildim. “Çikolat vay mı buyda?”

Var demek için araladığım dudaklarım Feris’in işaret parmağını bastırmasıyla öyle kaldılar. “Yok, Acar hiç çikolata almıyor evine Pamir.”

Pamir hayal kırıklığıyla kafasını göğsüme bıraktığında Feris’in dudaklarımın üzerinden çekmek üzere olduğu parmağını öptüm. Başını omuzuna doğru yatırıp bana içini okumama izin veren, saydam bakışlarla baktığında pişmanlığım yeniden beni köşeye sıkıştırmıştı.

Kolumu sıkıca sırtına sararak Pamir’in olmadığı tarafıma da onu yasladığımda itiraz etmeden sessizce yüzünü boynuma bıraktı.

Saçlarıyla oynayarak yanımda olduğunu kendime ve yanında olduğumu ona hatırlatmaya çalışıyordum. Aradan geçen dakikalar oldukça sessizdi, Pamir’in sanırım uykusu vardı çünkü yarı kapalı gözleriyle salonu inceliyordu ama ilgisini çeken şeylere ulaşmak için kucağımdan kalkmayı denememişti bile. Çok geçmeden uykuya daldığında tahminimde yanılmadığımı anlamıştım.

Feris’in uyumadığının farkındaydım, boynuma çarpan nefesleri düzensizdi. Gözkapaklarının açılıp kapandığını kirpiklerinin tenimdeki hareketlerinden anlayabiliyordum. “Zümrüt göz,” diye fısıldadığımda burnunu -muhtemelen fark etmediğimi zannederek- boynuma sürtüp başını yavaşça kaldırdı. “Pamir uyudu.”

“Uyudu mu?” diyerek şaşkınca sorduktan sonra bakışları ona çevrildi. Sakince gülümsediğinde gözlerinde sevgi ve şefkat dolu parıltılar dikkatimi çekmişti. “Annem öğlenleri uyutuyor genelde, ama zorla… Sızmış hemen burada.”

Pamir’in saçlarını alnından çekip yanaklarını hafifçe okşadı. “Yatağa bırakalım, etrafına yastık koyarız. Uyanınca duyarız zaten.”

“Uyanmaz mı içeriye götürürken?” diye sorduğumda başını iki yana salladı. “Bir şey olmaz, ben alayım sana ters olacak.”

Ayağa kalkıp Pamir’e uzandı. Başı omuzuna düşecek şekilde kucağına aldığında ben de kalktım. Pamir tanıdık bir kucakta olduğunu fark etmiş gibi iyice yerine sinerken Feris içeri yürümeye başladı. Misafir odasına götüreceğini anladığımda belinden destekleyerek odama yönlendirdim. “Oradaki yatak küçük, odama yatıralım.”

İtiraz etmedi, odaya girdiğimizde Feris, Pamir’i tam ortada kalacak şekilde yatırdı. Yatağın ucunda dursa da benim halen geceleri sıcaktan bayıldığım için kullanmadığım örtüyle küçük bedenini sardığında fazlalık yastıklarla da etrafını çevirmişti. Dönse de düşemeyeceği bir alan yarattıktan sonra Pamir uykusundan hiç sıyrılmadığı için sessizce odadan çıktık.

Kapıyı tam kapatmadan yarısından fazlasını örtüp bıraktı.

Salona döndüğümüzde Feris’in terasa gideceğini anladığım gibi belinden tutup hafifçe havalandırarak koltuğa, daha doğrusu kendimi koltuğa onu da üzerime bıraktım. “Nereye gidiyorsun kaçak?”

“Terasa çıkacağım işte Pamir uyurken.”

Yan bir şekilde kucağımda oturuyordu, bacakları koltuğun boş kısmına uzatılmış haldeyken omuzu bana yaslıydı.

“Teras asıl sana yasak, ateşlenmişsin dün.”

Dişlerini göstererek güldü. “Ben hep ateşliyim.” dediğinde kaşlarımı şaşırmışım gibi havalandırdım. “Hadi ya?”

Omuzuma vurduğunda elini yakalayıp avuç içini öptüm. “Çok özledim seni, zümrüt göz.”

Bakışları uysallaşırken gözlerime bakmaktan kaçıyormuş gibi başını omuzuma yasladı. “Azıcık zaman oldu sadece, yine de çok mu özledin?” Alacağı cevap için hevesli olduğunu belli etmemeyi denese de artık onu ve çoğu halini ezbere biliyordum.

“Çok,” dedim iç çekerek. Boynuma küçücük bir öpücük bıraktı. “Acar,” dedi devamında sanki bir şey için yalvaracakmış gibi beklenti dolu bir sesle.

“Söyle güzelim.” derken kollarım ona sarılıydı.

“Bana bir daha konu ne olursa olsun yalan söylemeyin, gerçekleri benden gizlemeyin. Bu son olsun, n’olur.”

“Bir daha yalan söyleyeni si-…” diyerek devam edecekken yüzünü hızla kaldırıp dudaklarımı dudaklarıyla kapattığında tadını alamadan geri çekildi.

“Anladım, evet.”

“Susturma yöntemin hep bu olacaksa bundan sonra iki kelimemden biri küfür artık.”

“Elimin tersiyle ağzına da çarpabilirim, bu nasıl?” Elini bana gösterip sallarken güldüm. Başımı geriye doğru atarak güldüğüm için kucağımda yükselerek yüzümü görmeye çalışmıştı.

Her güldüğümde film izliyormuş gibi yüzüme dalmasına alışkındım ama bu, bundan etkilenme oranımın azaldığı anlamına gelmiyordu. Özellikle beni parıl parıl parlayan gözleriyle izlerken bedenimdeki her hücre ona hayran kalıyordu her seferinde.

Yanaklarımı avuç içleriyle kavrayıp sakallarımı sevmeye başladığında daha rahat etmesi için bedenini havalandırarak kucağımda bacakları iki yana sarkık şekilde oturmasını sağladım. “Böyle sev.” dediğimde zaten beni pek umursuyormuş gibi değildi.

Dakikalarca sıkılmadan yanaklarımı, saçlarımı okşadı; arada dudaklarını tenime bastırdı. Günlerdir görmemiş gibi özleyen tek kişi ben değildim, temas bağımlılığını ortaya çıkartan halinden açıkça okunuyordu. Canıma minnetti, sabaha kadar buna devam etse gıkım çıkmazdı.

Farkında olmadan gerek varlığıyla gerek dakikalardır tenimde dolaşan elleriyle baş ağrımı tamamen söküp attığı için yenilenmiş gibi hissediyordum. Dün geceden beri kasılı duran her zerrem onunla çözülmüştü.

“Çikolata var mı gerçekten evde?” diyerek aniden sorduğunda gülümsedim. Bazen Pamir’den farksız oluşuna bayılıyordum.

“Canın mı çekti?”

Başını salladığında onu bırakmadan bacaklarını belime sarmasını sağlayıp ayaklandım. “Bakalım var mıymış?”

Kollarını boynuma dolayıp bana tutunurken düşürüyormuşum gibi belini serbest bırakıp sendelediğimde korkuyla boynumu sıktı. “Düşürmesene beni!” diye söylenirken muzip bir ifadeyle yüzümü yüzüne yaklaştırdım. “Çoktan düşürdüm bence ben seni.”

“Laf cambazlığı yapma bana Acarcım, çikolata bul.”

“Emredersiniz Feris Hanım, başka isteğiniz?” dediğimde gözlerini gözlerimden ayırmadan bakışlarındaki yangını bana gösterdiğinde kısık bir sesle ağzımın içinde homurdandım. “Beni kışkırtma, içeride uyuyan bir bebek oluşu yemin ederim beni durdurmaz zümrüt göz.”

“Öyle mi?” derken kucağımda kendisini hafifçe aşağı kaydırdığında karnımdan biraz daha aşağıya yasladığı kasıklarını dişlerimi sıkarak karşıladım. “Ne olur ki seni kışkırtırsam?”

Mutfağa çoktan girmiştik, ada tezgaha sertçe yaslanmasını sağladığımda güldü. “Burada çarpılacağız bir gün.” dediğinde sinir bozukluğuyla güldüm.

Dudaklarına uzandığımda başını iki yana salladı. “Çikolata?”

“Yok çikolata falan.” Alt dudağını kavrayıp ağzımın içine yuvarladığımda ensemde parmaklarını hissettim. Çok kısa bir süre sonra geri çekildi. “Git al o zaman, onu da ben mi söyleyeceğim?”

“Benimle uğraşmaktan zevk alıyorsun değil mi?” dediğimde dudaklarını büktü.

“Daha önce de söylemiştim, zevk almak istesem bunu mu seçerdim?” Mesajlaşırken kurduğu cümleyi dün gibi hatırlıyordum. Bunda dün delirmiş gibi Feris’e ihtiyacım varken ilk mesajlarımızdan başlayarak mesajları okumamın da katkısı büyüktü. Fakat bu durumu şimdilik dillendirmedim.

“Neyi seçerdin?” diyerek üstelediğimde iç çekti. Vereceği cevabın ardından duraksamadan dudaklarına yapışacağım için ona yaklaşırken cümlesi yarı yolda afallayıp durmamı sağladı.

“Çikolata yemeyi seçerdim, inanılmaz bir zevk bence.”

Beklediğim cevabı alamamanın siniriyle bir adım geriye çekildim. Bacaklarının arasından çekilsem de iki yana açtığı bacaklarını kapatmamıştı.

Arkamda duran dolaba yönelip Feris için depoladığım çikolata paketlerinden birini çıkartıp ona uzattım. “Al çikolatanı.”

“Teşekkürler Acarcım.” dedikten sonra paketi açmaya başladı. Değişik bir kutuydu, bu yüzden parmakları pakette biraz uzun süre oyalandı. En sonunda pes edip bakışlarını bana çevirdi. “Açamadım ben bunu, ne biçim paket bu ya?” diye söylendiğinde kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Zevki paketi açarken de alınmıyor mu?”

“Laf sokma da çikolatamı aç lütfen, zaman kaybediyoruz.” Ciddiyetine gülmemek için kendimi sıkarak yeniden ona doğru adımladım, bacaklarıyla beni kafesleyip dibinde durmamı sağladığında elindeki kutuyu alıp biraz güç kullanarak yırtmış da olsam sonunda açmıştım.

İçindeki top şeklindeki çikolatalardan birini çıkarttım. Ağzına uzattığımda dudaklarını aralayıp çikolatayı ısırdı. Tamamını ağzına almak yerine dudaklarını çikolatanın etrafına kapatarak parmaklarımın da bir kısmını ıslaklığıyla buluşturduğunda sabır dilercesine iç çektim.

Elimde kalan küçük parçaya da uzanırsa dudaklarını bambaşka şekilde meşgul etmek zorunda kalacaktım. Bu yüzden bu parçayı ağzıma attım. Ağzımdaki çikolatayı henüz yutmuştum ki merakla gözlerini irice açıp bakışlarını yüzüme diktiğini gördüm. “Beğendin mi?”

Çikolata sevdiğimi söyleyemezdim, etrafımda yoksa aramazdım ama bunu beğenmiştim. “Güzelmiş.” dediğimde gülümsedi. “Ben de sevdim.”

Tezgâha koyduğum paketten bir çikolata daha çıkarttı, kendi ağzına götüreceğini zannederken ellerinin durağı benim ağzım olmuştu. Buzdolabında saklamadığım için zaten biraz erimiş halde olan çikolata elinin sıcaklığıyla direkt olarak kendini bırakmıştı.

Erimeye yüz tutan çikolata topunu ağzıma aldığımda yanlışlıkla yapmışım gibi dilimi tıpkı az önce onun yaptığı gibi parmaklarına sürttüm. Yutkunarak çikolatayı iyice ağzıma iteleyip elini çekti. Dilimi teninde hissettiğinde aklında bambaşka bir sahnenin ışıklarının yandığını anlamak zor değildi.

Aç karnına çikolata yemek midemi çok mutlu etmezken çikolatayı zor bela yuttum. Bir tane daha uzatacakken bileğini nazikçe tuttum. Kendi yemiyor, bana yediriyordu.

“Yeter yavrum, sen yesene.”

“Sana yedirmek daha eğlenceliydi.” Çikolata bulaşmış eli ve dudaklarıyla iştah açıcı görünüyordu, biraz daha bakarsam kendimi durduramayacaktım.

“Kahvaltı yapmamıştım, aç karnına garip geldi çikolata.” dediğimde kaşları hızla çatıldı. “Kaçta uyandın ki?”

“Uyanmadım.” dedim anlamasını umarak. Uyanmamıştım, çünkü zaten uyumamıştım.

Omuzları düştü, ardından tezgahtan inecekmiş gibi bedenini öne attı. Belini sıkıca tutarak orada kalmasını sağladım. “Nereye güzelim?”

“Kahvaltı yap şimdi, ne var dolapta diye bakacaktım.”

“Aç değilim.” dediğimde asıl amacım bu sahnenin kahvaltı yüzünden kesilmesine engel olmaktı. Açlık umurumda değildi.

Gözlerini mutfakta gezdirirken hafif arkaya döndüğünde lavabonun yanında duran kahve kupalarını görmüştü. “Dünden beri mi içtin hepsini?”

Onaylayan bir ses çıkarttığımda zarifliğine ve küçük bedenine ters orantılı bir sinirle bana bakıp omuzuma peş peşe vurdu. “Deli misin sen ya? Aç karnına o kadar kahve mi içtin?”

“Sen aç karnına tabak tabak meyve yerken sorun yok ama.” dedim beklemediği yerden vurarak. Dudaklarını birbirine bastırıp biraz düşündü. “Meyve sağlıklı bir şey, sus çok konuşma.”

Haklı çıkamadığında beni susturma çabasına sırıttım. Bu daha çok sinirini bozunca göğsüme bastırdığı avuçlarıyla beni geri itmeyi denedi. “Geri bas Acarcım.”

Tam aksini duymuşum gibi daha da yaklaştım. Yüzlerimiz aynı hizadaydı, nefesi yüzüme çarptığında çikolata kokusu aldığım için gözlerim zevkle kısılmıştı. “Seninleyken o demirden irademin hiç olmasına artık şaşırmıyorum.”

Söylediklerimin hoşuna gittiğini belli edercesine yüzündeki ifade değişti, bacaklarının kasıldığını hissettiğimde kısık bir küfür savurarak bir kez daha onu kucağımdan ayırmadan sıkıca sarıp ilerlemeye başladım. Panikle bana tutunmuştu, o ne olduğunu anlayana dek misafir odasının kapısından geçmiştim bile.

Kapıyı yavaşça kapattığımda ağzımı sertçe ağzına yaslamadan önce mırıldandım. “Seni özledim.” dediğimde bunun basit bir özlem olmadığını boğuklaşan sesim anlatıyordu.

Bana aynı şevkle karşılık vermemesi için tek engelinin içeride uyuyor olan Pamir olduğunun farkındaydım. Gözlerinde ve fark etmeden karnıma bastırdığı kasıklarında yanan ateşleri görüyor ve hissediyordum.

“Yeni uyudu, bu kadar erken uyanmaz. O taptığım dudaklarından sesli inlemeler dökmezsen, sorun çıkmayacak.” dedim bu andan sonra bu odadan kolay kolay çıkmasına izin vermeyeceğimi belli ederken.

“Sen ne yapacaksın peki?” diyerek başparmağını dudaklarıma sürttüğünde gözlerimin birkaç ton koyulaştığından emindim. Kışkırtılan taraf çoğu zaman bendim, şimdi ise aynısını ona yapmak ve sonucunu izlemek istiyordum.

“Beni bağırtabileceğini mi düşünüyorsun?” dedim üzerindeki tişörtün altına kaydırdığım elim belini sıkarak okşarken. İnci gibi dizili dişlerini göstererek güldü, söylediklerim onu kızdırmak yerine güldürmüştü. Kendinden bu denli emin oluşu kasıklarıma küçük sayılamayacak bir uyarı yollarken yutkundum.

Bacaklarını belimden çözüp yere ineceğini belli ettiğinde engel olmadım.

Üzerindeki uzun kollu tişörtten tek hamlede kurtulduğunda göğüslerinin yarısını zar zor örten siyah bir sütyenden başka bir şey kalmamıştı üst bedeninde. Bu görüntünün dahi beni delirtmesi, az önce kaybedeceğim bir iddiaya girdiğimin ilk kanıtıydı.

Kendi tişörtünden kurtulduğunda elleri üzerimdeki tişörte uzandı. Ardından o da yeri boylamıştı.

Kısa bir an, daha önce görmemiş gibi bakışlarını göğsümde gezdirdiğinde bakışlarındaki beğeni beni inletebilecek kadar yoğundu.

Elimi tuttuğunda beni yönlendirmesine izin verdim, odadaki tek kişilikten büyük fakat iki kişi için küçük olan yatağa ilerlediğimizde onu altıma alıp yatağa uzandırmak üzereyken durdu. Gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan parmakları karnımdan tırnaklarını bastıra bastıra aşağıya doğru kaydı. Çenemi kasarak bunun verdiği yakıcı hissi karşıladım.

Altımdaki eşofmanın lastiğine dokunduğu an ve eşofmanı hızla aşağıya çekiştirdiği an peş peşeydi. Altımda boxerımdan başka bir şey bırakmadığında aynısını ona yapmak için beline uzansam da buna müsaade etmeden aniden dizlerinin üzerine çöktüğünde az önce kısılan gözlerim irice açılırken hırıltılı bir küfür savurdum.

“Siktir, Feris şimdi olmasına gerek yok.” diyerek kolundan tutarak onu geri kaldırmak istediğimde boynunu geriye doğru atarak bana alttan bir bakış attı.

Her şeyim üzerine yemin edebilirdim ki daha önce bundan daha etkileyici bir bakışla karşı karşıya kalmamıştım. Bu bakış, dilimden itiraza dair başka hiçbir şey dökülmemesi için yeterliydi.    

Az önceki kendinden emin tavrının kıyısında bir tereddüt gördüğümde bunun sebebini anladığım için bu kez ettiğim küfür sessizdi.

Birlikte olmuştuk ve ilki değildim, fakat şu an yapacak olduğu şey için ilki olduğumu haykırır gibi bakıyordu. Bu, ilkel bir tatmin duygusu hissetmeme sebep olurken çenesini parmaklarımla kavrayarak sertçe okşadım.

Başparmağımı yukarıya doğru itip dudaklarına yasladığımda gözlerini kırpıştırarak bana bakmaya devam ediyordu. “Aç ağzını,” derken sesim oldukça kısık ve boğuktu. Bu onu tetiklemiş olacak ki ağzını aralarken aynı anda da avucunu boxerın lastiğinde hissettim.

Dudaklarını araladığında parmağım sıcak ağzına kayarken dilinin üzerine sürtünen derim dişlerimi kırılacakmış gibi birbirlerine bastırmama yol açıyordu.

Boxerı aşağıya indirmeden önce parmaklarını içeriye doğru itmesi benim de ağzındaki parmağımı ileri itmemi sağladı. “Dilini kullan.” dedim hem emreder hem de bunu yapması için yalvarır gibi.

Dilini parmağımın etrafında döndürdüğünde buna alışması için zaman tanıdım. Bu zaman aralığında gittikçe aşağıya kayan parmaklarının sabrımı sınadığı kesindi. “Em, sertçe.” Her söylediğimi itirazsızca uyguluyor olması kasıklarımda çoktan uyarılmış olan sertliğin büyümesine sebep oluyordu.

Parmağımı damağına bastırarak emdiğinde çıkan ses ve hissettiğim ıslaklık beni inletti.

Saçları omuzlarından aşağıya sarkıyor, sırtını ve göğüslerini örtüyordu. Tenini görme ihtiyacıyla kavrulduğumda saçlarını tek elimle olabildiğince toplayıp avucumun arasında sıkıca tuttum.

Emmeye devam ettiği parmağıma aniden dişlerini sürttüğünde gözlerimi birkaç saniyeliğine sertçe yumdum. Birinin üzerimde her konuda bu kadar büyük etkiye sahip olması, bundan birkaç ay önceki Acar için felaket senaryosuydu ve kesinlikle mümkün değildi.

Hayatıma gökten inercesine düştüğünde, çok kısa bir zaman sonra ise bende olan her şeyi bir kenara itip hayatımın tam ortasına yerleştiğinde ise önceki Acar’ın ne kadar aptal olduğunu fark edebilmiştim. Felaketim olacağını zannettiğim tüm bu duygular aslında cennetin ta kendisiydi.

Ağzındaki parmağımı yavaşça geriye çektiğimde dudaklarını tam aralamadığı için parmağım dudaklarını sıyırmıştı. Biraz sonra bu anın, başka şekilde yaşanacağını haykıran hücrelerim ayaklanmışlardı.

“Eğer istemiyors-…” diyerek her ihtimale karşı halen vazgeçebileceğini belli etmeye çalıştığım sırada iki elini kullanarak altımdaki son parçayı da bileklerime kadar indirdiğinde ayağımla onu da kenara ittim.

Çoktan sertleşmiş olan erkekliğim serbest kaldığında, aklım birlikte olduğumuz güne gitti. Feris’in onu gördüğünde gerildiğini anımsadım ve bunun tekrarlanacağını düşünerek yüzüne odaklandığımda beni şaşkına çevirecek bir hareketle dudaklarının ucunu büzüştürüp erkekliğimin ucuna sürttü.

Kontrol edemediğim, oldukça ağır bir küfrü kısık tutmaya çalıştığım sesimle odada duvarlara çarptığımda dudaklarını benden çekmeden gözlerini yukarıya dikip yeşillerini gözlerime çarptırdı.

Koyu ve parlak bir yeşile dönen gözlerini gördüğümde bana verdiği zevkin, ona aynı şekilde zevk verdiğini anlamıştım. Buna yabancı değildim, onu daha önce parmaklarımla getirdiğimde nasıl hissettiğimi hatırlıyordum.

Saçlarını halen bir elimde sıkıca tutmayı sürdürüyordum, kahverengi tutamları parmaklarıma dolanmışken dudaklarının ucundaki erkekliğim bu kez küçük avucuyla tanıştı. Avucunu kasıklarıma yakın bir yerden onu kavramak için kullandığında saçlarındaki elim kasıldı.

Elini hareket ettirmemesine delirdiğim için dayanamayarak avucunun üzerine boştaki elimi kapattım. Avucunun uzunluğumda hareket etmesi için onu yönlendirdiğimde beni sıkıca tuttuğu için ağırca inlemiştim.

Onu yönlendirmemi bekliyordu, tamamen bana teslim olmuş halde önümde duruyordu. Daha önce böyle çepeçevre kuşatılmış hissettiğim bir an olmadığına inanıyordum. “O küçük ağzına beni sığdırabilecek misin?”

Dudakları aralı değildi, elim onun elinin üzerinde olduğundan erkekliğimin ucunu dudaklarına sürtmem zor olmamıştı. Bacaklarını birbirine bastırdı, açık konuşmamın onu heyecanlandırdığını biliyordum. Kartlarını gizli oynamayı ne seviyordu ne de buna maruz kalmaktan hoşlanıyordu.

Dudaklarını birbirlerinden ayırdığında kendimi ağzına itmek yerine onun beni kavramasını bekledim. Dilini az önce parmağıma yapmasını söylediğim gibi erkekliğime sürttüğünde tüm bu anı durdurup onu yatağa yaslamayı ve içine gömülmeyi diliyordum.

Daha önce etrafımda hissettiğim o sıcak ve ıslak kuytuya yeniden kavuşmak için sabırsızdım.

Beni tamamen ağzına aldığında başımı geriye doğru atarak kendimi kontrol etmeye çalıştım. Bedenimi ileriye doğru itip ağzını tamamen benimle doldurmayı isteyen tarafım umurumda değildi, onu zorlayamazdım.

Erkekliğimin bir kısmı ağzının içindeyken ağzındaki bir şekermiş gibi emdiğinde bağırmak üzereydim. Adını haykırarak seslenmek istiyordum ama bunu yaparsam içeride uyuyan bebeği uyandıracaktım ve siktiğimin anını tam burada kesip uyarılmış halde dımdızlak bekleyecektim.

Feris’i gaza getirmek için yanlış bir zaman seçtiğim açıktı.

Ağzını neredeyse tamamen benimle doldurduğu için burnundan derin nefesler alıyordu. Verdiği nefesler ise yine bana çarpıyor, sanki az uyarılmışım gibi daha da delirmeme sebep oluyordu.

Ben elimi elinden çektiğim halde az önce yaptırdığım gibi erkekliğimi köküne doğru sıvazladığında aynı anda beni emdiği için sabrımı saniyeler içerisinde tüketmişti. İtiraz etmesine ya da engel olmasına fırsat tanımadan bedenini koltukaltlarından tutarak havalandırıp, yatağa bıraktım. “İçine akacağım, başka bir yere değil. En kuytuna.”

Yüzüne düşen saç tutamlarını geriye atarken duraksamadan altındaki pantolonun düğmesine uzandım. Fermuarı da aynı hızla açıp pantolonu bacaklarından sıyırdığımda nereye attığımın farkında bile değildim. Göğsünün hızla inip kalkışı, aldığı nefeslerin sıklığı gözüme çarptığında dizimi bacaklarının arasına yaslayıp eğildim ve göğüslerinin arasına sulu bir öpücük bıraktım.

Bu onu sakinleştirmedi, aksine titremesini hızlandırdı. Şu an için onu sakinleştirmek gibi bir amacım da yoktu zaten.

“Merih,” diyerek hıçkırır gibi adımı mırıldandığında alnımı alnına yasladım. Nefret ederek büyüdüğüm adı, birinin bu denli büyüleyici söyleyebiliyor olması hayal edebileceğim bir an değildi. Her zaman Merih demek yerine aklına estikçe değiştirip kullandığı isimlerim dudaklarından dinlemekten bıkmayacağım şarkılarmış gibi dökülüyordu.

“Buradayım,” dedim onun altındaki küçük kumaş parçasından başka bir engel bulunmadan kasıklarımı kasıklarına bastırırken. Bacaklarını kaldırıp bana daha yakın olmaya çalışır gibi kalçamın üzerinde çaprazladığında ıslaklığını kumaşın üzerinden hissedebiliyordum. Adını ihtiyaçla seslendiğimde dudaklarımı yakalayıp emdi.

Biraz önce benimle ilgilenirken kendisinin de delirdiğini şu anki halinden anlayabiliyordum. Bedeni, almak istediği zevk için titriyordu.

Elimi yatakla sırtı arasına sokup sütyeninin kopçasını açtığımda sütyen göğüslerinin üzerinde iğreti bir biçimde kaldı. Duraksamadan onu tamamen alıp yatağın diğer tarafına bıraktım.

Avucumu yasladığımda benden taşacak kadar dolgun olan göğüslerinden birini tuttuğumda ağzımın içine inledi. Kasıklarını bana sürtmesi, dudaklarımı onun dudaklarından çekip aşağıya kaydıktan sonra göğüs ucunu bir bebek gibi iştahla emmeme sebep oldu. Ağzımda şeker varmış gibi onu emdiğimde canı yanıyormuş gibi inledi. Canının yanmadığını, bunun sabırsızlığından kaynaklandığını bildiğim için sorun etmedim.

“Merih!” diyerek bir kez daha adımı seslendi. Bu kez sesi saf öfke doluydu, onu oyaladığım için deliriyordu.

“Söyle güzel bebeğim.” derken meme ucu dudaklarıma sürtünüyordu. O yumuşak çıkıntı, aldığı zevkle taş kesilmiş ve büzüşmüştü.

“Lütfen,” diyerek yalvarır bir sesle kıvrandığında altımda benim için, birleşmemiz için yalvarıyor olması yutkunmama sebep oldu. “Ne lütfen?” dedim son sabır kalıntımla.

“Seni istiyorum.” derken sesi boğuktu. “İçimde,” diye eklediğinde gözlerim her anlamda kararmıştı.

“Hazır mı kuytun beni içine almaya?”

Dudakları kıvrılır gibi olduğunda gözlerimi ayırmadan o kıvrımı seyrettim. Bir elimi tutup hareket ettirdiğinde elimin son durağı külot engelini de aşarak direkt olarak kadınlığının kendisi oldu.

Avucuma hızla bulanan sıcaklık ve ıslaklık, beni hissettiği anda kalp gibi atan kadınlığından sızıyordu. Tepesini tembel bir hareketle ovduğumda kesik nefeslerle dudaklarını uzanabildiği tek yer olan çeneme yasladı.

Ona yukarıdan bakıyordum, yatağa yayılmış haliyle bir tanrıçadan farksızdı. Güzeldi, kimse sorsanız onun için bu cevabı onaylardı fakat bendeki yansıması bundan çok daha fazlasıydı. Kimsenin onu benim kadar güzel göremeyeceğini düşünüyordum, buna inanıyordum.

Aksini düşünürsem delirirdim, birinin onu benim gözümden görebilmesi daha önce hiç uyarılmayan birkaç duygumu dürtüyor ve yükselmelerine yol açıyordu.

Parmaklarımı kadınlığında gezdirmeye devam edersem ikimiz de bu haldeyken rahatlayacaktık. İçine gömülmeden önce bunun olmasını istemiyordum.

Külotunu, çenemi dudaklarıyla yakaladığı için oraya bakmadan da olsa bacaklarından sıyırdığımda artık ikimiz de çıplaktık.

Beklentisi artan gözleriyle beni izlerken ondan gözlerimi çekmeden erkekliğimi kavrayarak boydan boya ıslaklığının kaynağına sürttüm. Bu onu uyardığı kadar beni de uyarırken aynı anda inlemiştik.

Onu delirtmek, yalvarır hale gelip istek dolu bakışlarla bana bakmasını izlemek tarifsizdi fakat bende de dayanabileceğim sabır kalmamıştı.

Benim için çoktan hazır olan sıcaklığının içine aniden gömüldüğümde boynu kırılacakmış gibi geriye büküldü. Dudaklarını kanatırcasına ısırırken ondan farksızdım. Çenemi kaskatı sıkarak hırıltılı bir sesle bağırırcasına inlememek için durmayı denedim. Beni sıkıca saran kadınlığı, istesem de buradan hiç çıkamayacakmış gibi hissettiriyordu.

Zaten bana sarılı olan bacaklarını destekleyerek içinde yavaşça gidip geldiğimde gözleri zevk yaşlarıyla dolmuş halde bana bakıyordu. Dudaklarımı dudaklarına bastırıp hareketlerimi hızlandırmadan önce, olası inlemelerimizi en aza indirirken kasıklarımı bu kez hızlıca ona çarptım.

Gözleri kayar gibi arkaya giderken dudaklarının ağzımın içindeyken dahi inlemek için açılmaya çalıştığını fark ediyordum.

Hızlı bir ritimle içinde gidip gelirken dudaklarını çölde su bulmuşum gibi büyük bir iştahla tüketiyordum. Şişeceklerine, benim izimi taşıyacaklarına emindim.

Kadınlığı ben içindeyken sık sık kasılmaya başladığında, boşalmasına az kaldığını anladığım için hareketlerimi yavaşlattım. Tırmandığı yerde duraksamasına sebep olan bu hareketim kapanan gözlerini aralayıp bana bakmasına neden oldu.

Dudaklarımı, bana bir şey söylemek için bırakmayı denese de onu öpmeyi kesmedim. Hareketlerimi yavaş ama derin olacak şekilde devam ettirdiğimde, içinde az öncekinden çok daha derin bir noktaya çarpmıştım. Göğsü yükselerek sertleşen uçları bana sürtündü.

Birkaç kez daha içinde gidip geldiğimde etrafıma akmaya başladı, erkekliğimi kendisine bulayan sıcaklığı beni de zirveye çıkarttığında kendimi tamamen ona ittim. İçine aktığımı hissettiğinde gözleri kısıkça aralandı. Sırtımda dolanan ellerinden biri enseme, oradan da saçlarıma çıkarken ben tamamen rahatlayana dek saçlarımı parmaklarına doladı.

Yüzümü boynuna gömüp içinden henüz çıkmadan dinlenirken, devam edebilmemiz için yeterli tutkuya sahiptim. Fakat bunun risk almak olacağının farkında olduğumdan, duşa girmeden önce biraz dinlenebilmek için yataktaki yerlerimizi değiştirdim hızla.

Sırtımı yatağa yaslayıp onu da üzerime yatırdığımda yorgunca göğsüme yaslandı. Terleyen bedenlerimizin birbirine neredeyse her noktadan temas ediyor oluşu, uzağında geçirdiğim iki günün acısını çıkartır gibiydi.

“Teşekkür ederim.” dediğimde yanağını göğsümden zorlukla ayırarak yüzüme baktı. Afallamıştı. “Seviştiğimiz için mi teşekkür ediyorsun?”

Bu tepkisi sesli bir şekilde gülerek başımı yastığa sertçe yaslamama yol açarken alnını öptüm. “Her şey için,” dedim hayranlıkla çıkmasına engel olamadığım -aslında olmadığım- sesimle. “Beni seçtiğin için, bana geldiğin için, benim olduğun için…”

Zevkten doldurduğum gözleri bu kez duygu yoğunluğuyla yaşları misafir edip parıldadı. “Ben de teşekkür ederim.” dediğinde onu taklit ederek sordum. “Seviştiğimiz için mi?”

Dalga geçtiğimi anladığında kıkırdadı. Dudaklarını yanağının yaslı olduğu göğsüme hafifçe bastırdı. “Sana gelişimi boşa çıkartmadığın için, doğru kişi olduğunu hissedebildiğim için…”

Ona sardığım kollarım istemsizce sıkılaşırken sessiz kaldım. Onun bana teşekkür etmesini gereksiz buluyordum. Başından beri hatalarla dolu olan bendim, buna rağmen pes etmeyen ve ondan istediğim gibi ‘beni ona kadar değiştiren’ kendisiydi.

‘Beni sen değiştir, beni sana kadar değiştir. Seni kırmayacak, benden uzaklaşıp kaçmana sebep olmayacak kadar değiştir Feris.’ demiştim ona ve öyle de olmuştu.

 

~

 

Pamir öğle uykusundan uyandığında biz çoktan duş ve hazırlık işini halletmiştik. O uyandığında ben zorla Feris’in ağzıma tıktığı tostu yemekle meşguldüm.

Paytak adımlarla uyku sarhoşu mutfağa gelip halasının kucağına yerleştiğinde bu manzara, daha önce de olduğu gibi beni değişik hayallere sürüklemişti.

Tezgâhta bıraktığımız çikolataları saniyesinde fark edip, ağlayarak duygu sömürüsüyle Feris’i bir tane yemeye ikna etmişti. Ardından Feris onun yemeğini, kucağından indirmeden ayarlarken benim tek yaptığım hayran gözlerle oturduğum yerden ikisini izlemek olmuştu.

Pamir yemeğinin büyük bir kısmını bitirmişken Yaman aradı. Feris telefonunu sessize aldığından önce onu aradıysa da ulaşamamıştı ve beni arayıp sesimi duyduğunda bir saat bunun la ilgili dertlenmesi dinlemiştim.

Pamir’i ve Feris’i almaya geleceğini söylediğinde çatık kaşlarımla Feris’e bakıp onun gitme ihtimalinden rahatsız olduğumu belli etmiştim.

Çok erkendi.

Yaman tabii ki beni dinlemeyip telefonu kapattığında mızmızlanmak üzere olan bir çocuk gibi Feris’e döndüm. “Sen gitme.”

“Atölyeye geçeceğim, o gün öyle apar topar çıktım. Ellerim boyaya, fırçaya dokunmamaktan sızlıyor artık. Abim buna bir şey demez.”

Muhtemelen derdi.

Atölyenin yan blokta olması fikrini güvenlik açısından da mantıklı olduğu için Göktürklere kabul ettirmem zor olmamıştı. Yani en azından Yaman ve Savaş Göktürk haricindeki Göktürklere…

“Eve mi gitçez halacım?” diyerek ağzındaki yumurta sarkıntısıyla konuşan Pamir’in haline güldüm. Omletin bir parçası ağzında, diğer kısmı çenesindeydi.

“Yaman amcan geliyor aşkım, eve götürecek seni. Benim biraz daha işim var, sonra geleceğim.” Feris açıklama yaparken bir yandan da Pamir’i omlet parçalarından kurtarıyordu.

“Uyuma şaatinde gel tamam mıy?”

Uyuma saatinde oraya değil, buraya gelmesi için hayatımda vazgeçebileceğim birçok şey vardı.

“Tamam, geleceğim Pamircim. Sen uyumadan gelirim, babanı da ikna edip birlikte uyuruz hatta tamam mı?”

Pamir heyecanla ellerini çırptı. Omletinin kalanını da yerken ben de çayımı yudumluyordum. Çok geçmeden kapı çalınca Pamir’in inmeye çalışma çabasını görüp kapıya gitmeden önce kucağıma aldım.

“Ben açarım kapıyı, sen bir ağzını yıkar mısın banyoda?” Feris’i onayladığımda Pamir ile birlikte banyoya geçtim. Suyu açıp ağzını yavaş yavaş silerken hoşuna gittiği için kıkırdayıp duruyordu.

Bir bebekle baş başa kalmak tahmin ettiğimden daha az korkunçtu, belki de Pamir istisnaydı emin değildim.

Havluyla ağzını kurutmaya çalışırken duyduğum ses bedenimi titretti. Pamir’i düşürmemek için sıkıca sarmaya devam ederek hızla banyodan çıktım. Feris’in adımı korkuyla seslenmesi, onu da ürkütmüştü. Sıkıca omuzlarıma tutunuyordu.

Kapıya koşar adım geldiğimde beyazlamış yüzü ve korku dolu ifadesiyle kapıyı kapatıp, sırtını da sanki açılacakmış gibi oraya yaslayan Feris’i gördüm.

Bakışlarımız kesiştiğinde birkaç saniye sonra duyacaklarıma hazır hissetmiyordum. Apartman boşluğunda abisini beklerken onu bu denli korkutan ne olmuş olabilirdi?

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm