Günler Kısa Geceler Sonsuz 20.Bölüm
20.BÖLÜM
Demir-Müge Özel Bölüm
İyi okumalar!
~~~
- Demir
“Abi senin hatırın için görmezden
geliyorum, ama uzun sürmesin. Sorgusu henüz bitmemiş birinin yanına sivil
sokmak fena patlar bana.”
Kadir abiye aynı şeyi onuncu kez söyleyen
polis memuruna sabrımın kalan son kırıntılarıyla güven verici olduğunu umduğum
bir bakış attım. Kadir abi bu sırada bana dönmüştü. “Demir, emin misin koçum
ikna edebileceğinden? Ben mi deneseydim?”
Hastanenin bahçesinde, ufak bedenine
rağmen bir duvar gibi kızının önünde dikilen görüntüsü gözümün önünde
belirdiğinde çenem kasıldı. Sude’den öğrendiklerimden önce bu görüntü büyük bir
olay değildi, fakat şu anda bambaşka düşüncelerle doluydum.
“Eminim Kadir abi, daha fazla oyalanmadan
gireyim mi artık?”
Kadir abi, polis memuruna ‘hadi’ dercesine
bir bakış attığında halen memnuniyetsiz görünen adam sonunda kapıyı
açabilmişti. Bu durumun legal olmadığının farkındaydım ama polislerin daha
fazla üzerine gitmesine engel olmak zorundaydım. Hastanedeki herifi
bıçaklayanın Lal olduğunu herkes biliyordu, buna rağmen kızına bir şey olacak
korkusuyla suçu üstlenmeye çalışıyordu.
Polisler aynı soruları sordukça ürettiği
senaryoyu tekrarlıyor, Lal olay yerinde dahi değilmiş gibi davranıyordu.
Annemden hatırladığım, Peri’de de Tuna’dan beri var olan annelik içgüdüsünün
çok daha ağır haliydi bu.
İçeriye girdiğimde dışarıya göre çok daha
loş bir ışıkla karşılaşan gözlerim kısıldı. Geniş sayılamayacak bomboş bir
odanın ortasında dümdüz bir masa vardı, karşılıklı yerleştirilen iki
sandalyeden birinde o varken duraksamadan diğer sandalyeyi çekip oturdum.
Masaya odakladığı bakışlarını kaldırmaya
tenezzül etmedi, yine polislerden birinin geldiğini sandığına emindim. Odanın
loşluğuyla bütünleşen siyah saçları omuzlarından sarkıp yüzünü görmeme engel oluyordu.
Kollarını kendisine sarılır gibi
dolamıştı, bunun güvende hissetmediği için yaptığı bir korunma hareketi
olduğunu algıladığımda içimden ağır bir küfür savurdum. Henüz çok küçük bir
kısmını bildiğim hikâyelerinde, sonradan duyacaklarımı düşünmek bile beni
sinirlendiriyordu.
“Müge?” diye seslendim yüksek olmamasına
dikkat ederek. “Polis değilim.” dedim ilk olarak bunu bilirse daha rahat
hissedeceğini düşünerek.
Merak edip bakışlarını bana çevirmesini
bekledim fakat hareket etmedi. Bedeninin titrediğini görebiliyordum. İçinde
bulunduğumuz durumun hiçbir köşesinde suçum ya da etkim yoktu ama nedensizce
suçlu hissediyordum. Bu, hayatımdaki insanlara karşı hissettiğim ve çoğu zaman
normalden çok daha yoğun olan koruma güdüsüyle ilgili olabilirdi.
Karşımdaki kadını belki de fark etmeden
Peri’nin yerine koyuyordum, bu da erkenden müdahale edemediğim için sinir
katsayımın yükselmesine sebep oluyordu.
Az önceki tahminimin doğruyu
yansıtmadığını anlamam için başını yavaşça kaldırıp gözlerini gözlerime dikmesi
yetmişti, hatta artmıştı. Saçlarıyla yarışır koyuluktaki iri gözleri,
tepemizdeki sarı lambanın ışığıyla belirginleşirken boğazıma büyük bir parça
takılmışçasına yutkundum.
Yutkunmam hiçbir işe yaramazken, bakışları
kim olduğumu yüzüme bakarak anlayabilecekmiş gibi bende gezindi. Saçları ve
gözleri siyahın en koyusuyken teni onlardan bağımsız bir şekilde beyazdı.
Tezatlığın onu büyüleyici kılışına odaklanmayı bıraktım -belki de bıraktığımı
sandım- ve yeniden konuştum.
“İfadeni almaya çalışan polislerden biri
değilim.” dedim tekrarlayarak. Ardından evden çıkarken üzerimde olan tişörtü
gösterdim. “Üzerimden de anlayabilirsin.”
Bakışları işaret ettiğim yere çevrilmedi,
yüzümde kalmayı sürdürdü.
“Kimsin o zaman?” Hastane bahçesinde
çaresizce derdini anlatırken, biraz önce defalarca polislere kendi uydurduğu
hikâyeyi anlatırken duyduğum sesi bu kez çok daha kısıktı.
Alacağım cevabın olumlu olmasını umarak
konuştum. “Lal sana Tuna’dan bahsetti mi daha önce?” Yüzündeki yorgun ifade
yerini şaşkınlıkla paylaşırken duraksadı. Bunu olumlu cevap olarak kabul etmek
için yeterli bulmuştum.
“Tuna’nın abisiyim, Demir Özkan.” diyerek
kendimi tanıttım. “Neden buradasınız?” derken bunu gerçekten sorguluyor
gibiydi.
“Sizi gerçekleri anlatmaya ikna edip bir
an önce kızınızla buluşturmak için.” dedim tereddüt etmeden. Bedeni gerildi,
omuzları düşer gibi oldu ama hızla toparlandı ve gözlerimin içine bakarak
konuştu. “Ben zaten gerçekleri anlatıyorum.”
Göz ucuyla görebildiğim, kırmızılıktan
koyu bir renge bürünmüş boynunu bakışlarımı indirerek dikkatle inceledim.
Parmak izlerini görebiliyordum, bu damarlarımdaki kanın alışkın olduğumdan çok
daha yoğun bir öfke ile çağlamasına sebep oluyordu.
“Lal, seni kurtarmak için o bıçağı
kullandı.” derken sanki o an, orada onlarla birlikteymişim gibi kendimden emin
bir tavra sahiptim. “O olmasaydı, hastanede olan kişi sen olacaktın.” dedikten
sonra duraksadım.
Gözlerinin içinde bir yangın alevlenmiş
gibi siyah irisleri titredi. Beni yalanlamak, uydurduğu hikayesini anlatmak
için dudaklarını aralayacakken ona engel olup yine ben konuştum. “Şimdi de sen
bunları kabullenip Lal’i kurtaracaksın, olayla ilgili çelişki yaratmak yerine
tıpkı kızın gibi gerçekleri anlatacaksın.” Canı yanıyormuşçasına iç çektiğinde
ifadesizliğimi bozmamak için direndim.
Korumayı en iyi bildiğim özelliğim olan
ifadesizliğimi, her an kaybedebilecekmiş gibi tetikteydim.
“Anlaştık mı Müge?” Bakışlarımı
gözlerinden hiç ayırmadım ve devam ettim. “Ben de seni kızına götüreceğim, çok
basit bir anlaşma.”
Dolu gözleriyle bana bakıyor olması içimi
sıkarken fısıltıyla sordu. “Sana nasıl güveneceğim?”
“Bilmiyorum.” dedim bir saniye bile
beklemeden. “Ama bana güvenmeni istiyorum.” derken kendimden hiç olmadığım
kadar emindim.
“Söz ver.” demesini beklemiyordum. Sanki
bambaşka bir şeyi kastediyordu, fakat o şeyin ne olduğunu anlayabilmemin imkânı
yoktu. Bunun altında yatan sebebi öğrenebilmek istedim o an.
“Söz,” derken sesimin ona güven verecek
kadar net olmasına dikkat etmiştim. Bana güvenmesine hem Lal için hem de kendim
için ihtiyaç var gibi hissediyordum.
Adının anlamının neden aklımda olduğunu
bilmiyordum, bu kelimenin kelime haznemde ne işi olduğu hakkında hiçbir fikrim
yoktu ama şikâyetim de yoktu zaten.
Söz
inci çiçeği derken bu kez içimden tekrarladım. Bu ona
verdiğim ilk sözdü, son olmayacağını -son olmasına izin vermeyeceğimi- anlamam
çok da uzun sürmeyecekti.
~
“Bu iyi gelir diye düşünüyorum, Oktay abi
bırakmıştı bu tarz şeyler için.”
Uras’ın uzattığı kutuyu alıp açarken
içindeki prospektüsü çıkartmaya çalışıyordum. Merhemin kullanım amaçlarına göz
gezdirirken tezgâha doğru yaslandım.
“Sen iyi olduğuna emin misin abi?”
Sorusunu son anda duyduğumda çatılan kaşlarımla başımı kaldırıp ona baktım.
“İyiyim koçum, neden sordun?”
“Hiç!” dedi geçiştirir gibi. “Peri’ye
bakayım ben, yardım edilecek bir şey vardır belki.” Mutfaktan sıvışacak gibi
hareketlendiğinde bakışlarımla kalması gerektiğini belli ettim. Yıllar boyunca
aramızda gelişen -daha doğrusu benim göz dilimi anlayan Uras sayesindeydi bu-
iletişim yolu sayesinde gerçekten durdu.
“Neyi kastettin Uras?”
“Odaya yerleşmelerini uzaktan izlerken de,
az önce bu kremi isterken de biraz şeydin sanki…” Doğru düzgün konuşmaması
sinirimi bozarken kremi kenara koydum. “Konuşsana oğlum ne diyeceksen, sabrımı
mı deniyorsun?”
Kısık sesle ofladı. Ardından tek nefeste
konuştu. “Neden yeni tanıştıklarına gösterdiğin Demir Özkan gibi değil de,
neredeyse karşında Peri varmış gibi dikkatliydin diyorum.”
Kaşlarım çatıldı. Fakat bu sinirden ya da
Uras’ın susmasını istediğimden değildi. Kendi kendimi sorgulamayı
denediğimdendi. “Öyle miydim?” diye sakince sormamı beklemeyen Uras büyük bir
şokla bana bakarken abartı bir oyunculukla düşecekmiş gibi masaya tutundu.
“Sen bitmişsin Demir Özkan, Allah’ım
bugünleri de mi görecektim gerçekten?” Kafasına hafifçe vurup ciddileşmesine
yardım(!) ettiğimde sırıttı. “Müge’nin abisi yoksa ben abisi olayım mı?
Yaşattıklarını yaşamadan rahata ermene çok üzülürüm.”
Kendi kendine gelin güvey olması kafamı
karıştırırken düşüncelerimi ve duygularımı sorgulamayı sürdürüyordum. Realist
bir adamdım, kendi düşüncelerim de dahil olmak üzere hiçbir zaman şüpheye ya da
hayallere yer bırakmazdım ama şu anda zorlanıyordum bunu yapmakta.
Uras’ın zevzekliği, mutfağa giren Peri ile
bölündüğünde tehdit dolu bakışlarımı Uras’a diktim. Çenesini en azından bir
süre Peri’nin yanındayken tutması gerekiyordu. Gözlerini kapatıp açarak onay
verdiğini belli etti, ardından şu an elinde koz olduğunu bağırırcasına Peri’yi
öpüp göğsüne bastırdı.
Fısıltıyla sabır dileyerek laf atmadan
kendimi tutmayı denedim.
“Ne yapıyorsunuz mutfakta bu kadar
zamandır? Gelemediniz içeri.”
Peri bakışlarını sorgularcasına üzerimizde
gezdirip cevap beklerken elimdeki merhemi gösterdim. “Müge’ye bunu vereceğim,
Uras kremi arıyordu dolapta.”
Peri’nin yüzü düştüğünde kaşlarım çatıldı.
“Ne oldu Peri’m?” derken sesim
yankılanmıştı. Uras’la aynı anda aynı soruyu sorduğumuz içindi bu. Eskisi kadar
delirmesem de bu tarz anlarda Uras’ı tutup camdan sallandırasım gelmediğini
söylemem yalan olurdu.
“Keşke daha erken yardımcı olabilseydik,”
dedi kısık bir sesle. “Birkan, Güneş’in babasından bahsederken onun ne kadar
tehlikeli bir adam olduğunu da anlatırdı ama hiç bu açıdan bakamamıştım.”
Hastanedeki piçin hem Birkan’ın yeğeninin
hem de Lal’in babası olması, Güneş’in hepimizi şok içinde bıraktığı akşam
öğrendiğimiz bir gerçekti. Herkes biliyordu, ancak ayrıntıların ne olduğu
hakkında bir fikrimiz yoktu.
“Dört kadının hayatını da silinmeyecek
izlerle yaralaması cezasız kalmayacak, en azından şimdiden sonra yardımcı
olabileceğimiz kadar olacağız Peri.”
Birkan her ne kadar umursamaz ve çocuksu
dursa da yıllardır ablası ve Güneş’e destek oluyordu, onlar yalnız değillerdi.
Asıl bomba belli ki canavarın ininde sıkışıp kalmış olan Müge ve Lal’in elinde
kalmıştı.
“Babam bir şekilde halleder, değil mi?”
Yıllar geçse de Peri’nin Kadir abiye baba diyor olmasına her duyduğumda içimde
bir parçanın sızlayışı geçmemişti. 40 yaşını geçmiş, kimseye bir ihtiyacı
kalmamış bir adam olsam da ‘baba’ hepimiz de olduğu gibi bende de yaraydı.
En azından Peri’nin bu yaraya
bastırabilecek bir ilacı olmasından memnundum.
“Halleder güzelim, sen merak etme.” Uras,
Peri’nin şakağını öpüp güven verir gibi sırtını okşadıktan sonra bana kaçamak
bir bakış attı. “O halledemezse daha hevesli birini buluruz, o kesin halleder.”
Peri’nin bakmadığına emin olduğum anda
dudaklarımı okuyabileceği şekilde hareket ettirip küfrettiğimde gülerek yüzünü
karısının saçlarının arasına sakladı. “Kimi bulacağız ya?”
Peri merakla sormaya başladığında daha
fazla oyalanmadan elimdeki kremle birlikte mutfaktan çıktım.
Uras’ın, Peri’ye yıllar önce söylediği tek
bir yalandan sonra dersini alıp bir daha diline yalan sürmemiş olmasına
güvenemiyordum, tek ümidim en azından birkaç gün çenesini tutabilmesiydi.
Karısına bu kadar dürüst olmasına sevinmeli mi yoksa üzülmeli miydim emin
değildim.
Müge ve Lal için ayarlanan misafir
odasının kapısına geldiğimde birkaç saniye duraksadıktan sonra kapıyı çalıp
onay gelmesi için bekledim.
“Gelebilirsiniz.” diyerek onay veren
Müge’ydi. Kapıyı açıp odaya girdim.
Her ikisi de yataktalardı. Müge bana dönük
şekilde otururken Lal tamamen yatağın ortasında bacakları kendine çekili halde
oturuyordu. “Müsait misiniz?” dediğim anda Müge’nin bakışları değişti. Telaşa
kapıldığını fark ettiğimde anlam verememiştim.
“Bir sorun mu var?” diye sorarken alacağı
cevabı duymadan çoktan sesine hakim olmuş korku canımı sıkmıştı. Duraksamadan,
“Hayır, hayır sorun falan yok.” dedim hemen.
Gözlerindeki ifade dinginleştiğinde ondaki
değişim sanki beni de etkiliyormuş gibi rahatlamıştım.
İçeride daha fazla kalırsam onlar meraktan
ben de kafa karışıklığından delirecektik, bu yüzden elimdeki kutuyu geliş
niyetimi belli edercesine Müge’ye uzattım. Aynı anda da Lal’e sordum. “Lal bunu
annenin boynuna sürer misin?”
Lal, yatakta dizlerinin üzerinde ilerleyip
benim olduğum tarafa doğru geldi. Annesinin küçük bir kopyası gibiydi,
gözlerinin Müge’nin koyu irislerinin aksine maviden yeşile dönen bilyeleri
andırması tek büyük farktı. Emniyetteki afallamış halinden biraz olsun
sıyrılmış görünüyordu, güvende hissediyor oluşu benim de sakinleşmeme yol açtı.
“Teşekkürler,” diyerek Müge’nin uzanmadığı
kutuyu elimden aldı.
Müge’nin irice açtığı gözleriyle bana
bakakalmasına kısa bir an duraksadıktan sonra az önce onun yaptığı gibi “Bir
sorun mu var?” diye sordum.
Lal’in kıkırtısı kulağıma doldu. “Bence
ortada bir sorun yok gibi, ama bu soruyu sevmiş görünüyorsunuz.”
Ne ben ne de Müge, ona dönmedik ya da bir
şey söylemedik. Dikkatlerimizin dağılmasına sebep olan Gülin’in odaya baskın
yapmasıydı.
Başta çekingen davransa da hızla Lal’e
kanı ısınıp onu oyun oynamak için odasına götürmek istediğinde Lal kremi
süremediği için annesine açıklama yaparak cümlesini yarıda böldüm.
“Hallederiz, siz keyfinize bakın.”
dediğimde Müge şaşkın şaşkın bana bakarken Lal görmediğimi sandığı gülüşüyle
Gülin’in çekiştirmesi sayesinde odadan çıktı.
Müge’ye doğru bir adım attığımda panikle
Lal’in yatağa bıraktığı kutuyu kavradı. “Ben sürebilirim, zahmet etmenize gerek
yok Demir Bey.”
Sizli bizli konuşması beynimde birkaç
noktayı delicesine dürterken yüzümü buruşturdum. “Demir demen yeterli.”
“Kime göre neye göre?” diye sorduğunda
bekletmeden cevapladım. “Bana göre.”
Yüzündeki yumuşak ifadeye tezat duran
çatık kaşlarıyla yüzüme baktığında yanlış anlamayacağından emin olsam
gülebilirdim. Küsmeye çalışan Gülin gibi bakıyordu.
“Odada ayna yok, izin ver yardım edeyim.
Uğraşma bir daha.” Tenindeki izleri aynanın karşısında izleyip bir de kendi
kendine kremlemesine izin vermek istemiyordum. Gördüğünde istemese de o anları
tekrar yaşayacaktı. Bunu engelleyebilmek için gerekirse beni ısrarcı bir manyak
olarak aklına kodlayabilirdi, sorun yoktu.
Ki ısrarcı bir manyaktım zaten, yanlış bir
izlenim olmayacaktı.
Yatakta yanına oturduğumda geri adım
atmayışıma ağzı hafifçe açılıp ne diyeceğini bilememiş gibi bakınca elindeki
kutuyu şaşkınlığından yararlanarak aldım. Kremi çıkartıp kapağını açtım. “Bana
doğru döner misin?”
“Ben yaparım diyorum, anlamıyorsun
sanırım.” En azından sinirlenince sizli bizli konuşmaktan vazgeçmişti, pozitif
bakabilirdim bu duruma.
“Anlamıyorum, işime gelmeyen şeyleri
anlamam genelde. Alışırsın.”
Tüpten biraz krem çıkartıp işaret ve orta
parmağıma sürdüğümde gözlerini kırpıştırırken bana baktı. “Alışır mıyım?”
diyerek anlamsızca mırıldandığında başımı sallamakla yetindim.
Afallamış halinden yararlanıp parmaklarımı
boynunun ön tarafına sürttüğümde kremin soğukluğu irkilmesine sebep oldu. Daha
fazla direnmeden saçlarını arkasına doğru atarak boynunu açtı, ardından
bedenini hafifçe bana doğru çevirdi.
Uysal haline dudaklarım kıvrılırken bakışlarını
arkamdaki duvara dikerek benden kaçırdığı için bunu görmemişti. Boynundaki
izleri özenle ve olabildiğince hafif şekilde kremle kaplarken canının yanıp
yanmadığını anlamak için sürekli ifadesini kontrol ediyordum.
Bu kontrol yetmediğinde sesli olarak
sordum. “Canını yakıyor muyum?”
“Yakmıyorsun.” diye fısıldadığında aklının
dağınık olduğunu, bambaşka bir şeyler düşündüğünü anlayabilmiştim.
Konuyu hiç açmamakla, şu an açıp bir daha
hiç sormamak arasında gidip gelirken dayanamadım ve dudaklarımdan birkaç şey
daha döküldü. “Daha önce sadece bir kez şikâyetçi olmuşsun ondan, onu da ertesi
gün geri çekmişsin. Tehdit ettiği için miydi?”
Duvardaki bakışları yüzüme çevrildiğinde o
kadar yorgun bakmıştı ki boynundaki parmaklarım duraksadı, aniden değişen ifadesi
afallatmıştı beni.
“Evli değildik, hiç olmadık. Eğer
şikâyetimi geri çekmeseydim, bir şekilde haklı çıkacaktı. Evinde kendi
isteğimle kaldığımı, bize onun baktığını ispatlaması çok kolay olurdu.”
Bedenimin kaskatı kesilmesine engel
olamazken parmak uçlarım halen boynundaydı. Kendimi zorladım. “Lal’in bana
evden gitmemiz için her gün yalvardığı zamanlardı, vazgeçip sessizleşmeden önce
sürekli onu o cehennemden kurtarayım diye yalvarırdı. Dayanamayıp şikâyetçi
olmayı denemiştim.”
Dinledikçe hastaneye gidip henüz
gebermemiş olan o döl israfının nefesini kesmek için büyük bir istekle
doluyordum.
“Öğrendiği anda o zamana kadar görmediğim
öyle bir nefret ve öfke kapladı ki onu, Lal bile bir daha bunu denememi
istemedi benden.”
Bahsettiğim şikâyet neredeyse bir yıl
kadar önceydi, emniyetteyken polislerden biri Kadir abiye bahsederken duymuştum
bunu da.
Onlarla ilgili öğrenmediğim, öğrensem
şimdi olduğumdan çok daha kötü hissedeceğim anılar olduğuna emindim. Bu, o
anıları bilmesem de aklımda canlananların dahi beni kaskatı kesmesine neden
oluyordu.
“Bir daha yanınıza yaklaşamayacak Müge, ne
senin ne de Lal’in saçının teline zarar veremeyecek. Söz veriyorum.”
Burnunu hafifçe çekti. Gözleri dolu
doluydu ama gülümser gibi oldu. “Bana sürekli söz verirsen buna alışırım.”
“Alışmalısın da zaten.” dedim yüzümdeki
ifadesizlik maskesini indirmekte hiçbir sakınca görmeyerek. Onu, ona karşı
içimde biriken ne varsa görebileceği bir ekran sunmuştum böylece.
Kartlarını kapalı oynayacak, ürkek adımlar
atacak bir adam değildim. Bu hayatımın bundan önceki her noktasında böyleydi,
şimdi de böyle olacaktı.
Müge’nin bir şeyler sezmemesi imkânsızdı
ama görmezlikten gelerek yerinde kıpırdandı. Bu haline bir şey söylemeyip
yeniden boynuyla ilgilenmeye devam ettim.
Bugün değilse yarın, yarın değilse ertesi
gün… Bir şekilde gördüklerini görmezlikten gelemeyecek, yorumlamak zorunda
kalacaktı.
~
“Koltuğa uzanmasını sağlasan uyanmaz, bir
buçuk saat oldu omuzun tutulmuştur artık.” Müge’nin göğsümde uyuyor olan Lal’i
kastederek sunduğu öneriyi duymamış gibi çenemi kucağımdaki bedenin saçlarının
arasına yaslı tutmayı sürdürdüm.
Lal, o eve girdikten sonra kucağımda uyku
ve baygınlık arasında bir yerde sıkışıp kalmıştı. Müge’yi Lal’in güvenliğini
öne sürerek, Kadir abinin de yardımıyla benim evimde kalmalarına ikna
edebildiğim için varış noktamız evimdi.
Lal’i onlara vereceğim, evin benim odam
dışında kalan tek odası olan misafir odasına yatırdığımda Tuna uyanırsa korkar
bahanesiyle yanında kalmıştı. Müge onun bu haline gülümseyerek bir şey söylemeden
salona geçince ben de peşine takılmıştım.
Şimdi bulunduğumuz hale geçişimiz ise,
Lal’in uyandığında burada kalmalarının bana yük olacağını söyleyerek telaşla
beni gitmeye ikna etmesi ile gerçekleşmişti. Burada kalmalarını gerçekten
istediğime ikna ettiğimde ve asıl probleminin babasının bana ya da Tuna’ya zarar verebileceği oluşunu anladığım
için bunun olmayacağına dair güven verebildiğimde göğsümde yeniden uykuya yenik
düşmüştü.
Dün gece uyumadığını -aslında
uyumadıklarını- söyleyen Müge bu durumun nedenini açıklayınca Lal’in daha rahat
etmesini sağlayıp uykusuna devam etmesine yardım etmiştim.
“Yatakta olduğundan daha rahat duruyor
zaten, bırakma bence de abi.”
Tuna yorum yaptığında Müge ona baktı.
“Demir Bey’in kolu ağrımıştır diye söylemiştim.”
Yine ne ara Demir Bey olmuştum acaba?
“İyiyim Müge Hanım, eksik olmayın.” dedim
‘hanım’ kısmını bastıra bastıra. Müge’nin kaçamak bakışlarının odağı olmuştum
böylece.
Tuna güldü, ardından biraz fazla
abarttığını fark ederek elini ağzına kapatıp “Pardon,” diyerek susmaya çalıştı.
Uras ve Mert etkisinde yetişmek böyle
sonuçlanabiliyordu.
Konuşma sıklığımız arttığı için uyanır
gibi kıpırdanan Lal’in sırtını sıvazladım. Yeniden uykusunun derinleşmesine
yardım ettiğimde hareketleri durgunlaştı.
Kucağımda Peri’nin 17 yaşı varmış gibi
hissediyordum.
Tuna’nın varlığını öğrendiğimiz dönemlere
denk gelen, annemi kaybettiğimiz yıllardı. Tıpkı Lal’in gözlerine sinen
kırıklar gibi birçok kırığı mavilerinin arasında saklardı, yatağında kabuslarla
uyuyamayıp uyutmam için göğsüme kıvrılırdı.
Peri, Lal’e göre şanslı sayılabilirdi
sanırım. Belki böyle bir karşılaştırma yapmak doğru değildi fakat Peri’nin
kılına zarar gelse delirecek üç abisi hemen yanıbaşındaydı bu süreçte.
Kucağımdaki beden ise kendisi kadar kırgın olan, aynı sızılarla sızlayan
annesinden başka pek kimseye sahip değildi.
Bunu düşünmek istemsizce Lal’i daha sıkı
sarmama sebep oldu. Burada olduğumu, güvende uyuduğunu hissedebilsin diye
kollarımı sıkılaştırmıştım fark etmeden.
Lal bir süre sonra uyandığında çok geçmeden
Sude’nin Tuna’yı arayıp Lal ile konuşmak istemesi üzerine dışarıda görüşmek
için bir plan yaptıklarında Lal’in gerçekten bunu isteyip istemediğini anlamak
için bolca soru sormuştum.
Henüz kendine gelememişken zorla dışarı
çıkması son izin vereceğim şey bile değildi ama Sude’yi görecek olma konusunda
tereddüdü yoktu. Gayet hevesli duruyordu.
Tuna’nın da yanında olacağını hesaba
katarsak büyük bir problem yaşanmayacağını düşünüyordum. Tuna’yı yine de bir
sorun olursa mutlaka haber vermesi için tembihledikten sonra evden çıktılar.
Evin içinde Müge ve benden başka kimse
kalmadığında büyük bir sessizliğin çöktüğü salonda, benimle iletişime geçmekten
kaçmak için masada duran ekonomi dergisini inceleyen Müge’ye bakarken
dudaklarım iki yana kıvrılmıştı.
İlgisini çekmediği belliydi, aynı sayfaya
boş bakışlar atıyordu.
“Televizyonu açabilirsin istersen.” dedim
benden kaçabilmesi için daha mantıklı bir öneri sunarak.
Dergideki bakışlarını kısa bir an bana
çevirdi. “Gerek yok, okuyorum ben bunu.”
“Oku oku, beğenirsen eski sayıları da
kitaplıkta var. Hepsini incele.” Başını öylesine sallayıp onayladığında bu hali
gözüme fazla tatlı göründüğü için dudaklarımı birbirine bastırarak daha fazla
gülümsememek için kendimi durdurdum.
Bir süre Müge gerçekten tek odağı
buymuşçasına dergiyi baştan sona okuyup ilerlerken ben de gözlerimi ayırmadan
onu izledim. Gözlerimin üzerinde olduğunu fark ettiği kesindi, çünkü ne zaman
göz ucuyla benim ne yaptığıma bakmaya çalışsa bakışlarımız kesişiyor ve o hemen
dergiye dönüyordu.
Derginin son sayfasını da kapatıp orta
sehpaya bıraktı. Ardından ayağa kalktı. “Şimdi de geçen aykini bulayım.”
Kendimi tutamayarak küçük bir kahkaha
patlattığımda ağzı sudan çıkmış balık gibi açılmış halde bana baktı. Ayakta
öylece kalakalmış, bana bakıyordu.
Gözlerini benim üzerimde birkaç saniyeden
fazla tutamamak gibi bir huy edinmişti tanıştığımızdan beri fakat gülüşüm
azalıp kaybolana dek siyah irisleri yüzümden ayrılmadı. Bana bakmaktan
çekinmemesi için hep gülmem mi gerekecekti?
Bunu bir düşünecektim.
~
“Pişman olduğunda tıpkı benim sana
yaptığım gibi kapıma geleceksin Demir, er ya da geç.”
Duygu sömürüsü yaptığı kısımda kullandığı
hüzünlü ifadesi yerini hızla öfkeye bırakırken bunu kendinden emin bir tavırla
söyledikten sonra, arkasını dönüp hızla apartmanın koridorunda kaybolan
Birce’nin arkasından, bedenimi zorlayan bir sinirle kaplanmama rağmen kapıyı
yavaşça kapattım.
Müge’nin her yüksek seste irkilmesi, beni
kapıyı öfkeyle çarpmamam için frenleyen tek etkendi.
Sessizlikten rahatsız olan bir adam olmamıştım
hiçbir zaman, fakat şu anda sessizliğin sebebi fazlasıyla rahatsız ediciydi.
Birce’nin gelgitlerine alışmıştım, daha
doğrusu görmezden gelmeye kendimi alıştırmıştım. Yıllar önce, ona en ihtiyacım
olduğu anda beni bırakıp giden birini affedecek kadar delirmemiştim. Gururumu
bu kadar kaybetmemiştim.
O ise, sanki hiçbir şey olmamış gibi
davranarak dönem dönem yeniden hayatıma girmeye çalışıyordu. Takıntı haline
getirdiğinin farkındaydım, fakat umurumda olmamıştı hiçbir zaman. Ona karşı bir
şeyler hissetmeyi bırakalı neredeyse 15 yıl oluyordu, bu durumu aşamamış olması
onun hastalıklı halindendi. Affedilmemeyi, onsuz kalabilmemi yediremiyordu
kendine. Yani derdi ben değildim, vazgeçilebilir olmaktı.
Lal hiçbir şey söylemeden koridoru
yürümeye başladı, ardından mutfağa geçip tamamen görüş açımdan kayboldu. Hiçbir
şey sormamış olması hakkında nasıl bir tahmin yürütmem gerektiğini birazdan
düşünecektim çünkü şu anda yapmam gereken bambaşka bir şey vardı.
Lal’in ardından adımlamak üzere olan
Müge’yi, kolunu canını yakmayacak şekilde kavrayarak son anda durdurduğumda
boynunu bana doğru çevirdi. Bir şeyler sormak istediğini haykıran gözlerine
rağmen diline kilit vurması hoşuma gitmemişti. Yine kendi yöntemimle ilerlemem
gerekecekti.
“Aklındaki soruyu soracaksın, ben de
cevaplayacağım inci çiçeği. Kaçma
benden.”
Gözlerinin tam içine dikkatle bakarak
konuşmuştum özellikle. Ona sesli bir şekilde adının anlamıyla ilk kez
seslenmiştim, bu bakışlarının o an için anlamlandıramadığım bir parıltıyla
ışıldayıp sonrasında hızla eski haline dönmesine neden oldu. “Bir şey
sormayacaktım.”
Alaycı bir şekilde güldüm. “Öyle mi?”
“Öyle.”
“Çok acemi bir yalancısın, ne yapacağız
seni hemen ele veren siyah incilerini?” Doğruyu sakladığı anda gerildiği için
gözlerini hemen hareketlendiriyor, bambaşka yerlere odaklanıyordu.
Gözlerini kırpıştırdı. “Sensin yalancı.”
diyerek aniden yükseldiğinde damarına basmaktan pişman değildim.
“Bu ana kadar sana söylediğim tek bir
yalan var mı?”
Düşünse de bulamadığı için sinirlenmiş
gibiydi. Siniri benim sinirimin aksine onda oldukça sevimli duruyordu. O an,
Müge’ye şu ana kadar attığım en büyük adımı atmamı tetikleyen ne oldu tam
olarak bilmiyordum fakat yapmıştım.
Kolunu halen gevşek de olsa tutarken
aramızdaki boy farkını kapatabilmek için başımı hafifçe eğdim, ardından
dudaklarımı yavaşça şakağına bastırdım. Cesaretimi yarı yolda kesmek yerine
daha da harlayan, ona yaklaşmaya başladığım anda irkilmek yerine nefesini
tutarak irice açtığı gözleriyle beni beklemesiydi.
Dudaklarımı oradan çekmeyip bir süre
teninde soluklanabilirdim, bunu dakikalar boyunca da devam ettirsem
sıkılmayacaktım; biliyordum.
Burnum saç diplerini sıyırıyordu, dolapta
duran Peri’nin bıraktığı kadın şampuanını banyoya bırakmayı unuttuğum için
sabah aldığı duşta benim şampuanımı kullanmıştı. Uzağımdayken de az çok fark
edebilmiştim bunu ama şimdi kendi kokusuyla karışıp burnuma keskin bir şekilde
dolan koku gözlerimi onun irice aralanan siyahlarının aksine kısmama sebep
oldu.
Benden bir parçaymış gibi kokmasına nasıl
bu kadar delirebilirdim?
“Müge,” diye mırıldandım dudaklarım
konuştukça peş peşe tenine değip yeniden geri çekilirken. “Ben kartlarını
kapalı oynayabilecek bir adam değilim, ama bu seni korkutuyorsa üzerlerini
örtmeyi deneyeceğim her ne pahasına olursa olsun.”
Gözlerini sımsıkı kapattığında bunu,
söyleyeceklerini beni görmeden söyleyebilmek için yaptığını biraz sonra
anlayabildim.
“Örtmeni istemiyorum.” derken sesi o kadar
kısıktı ki bu kadar yakınında, bir nefes ötesinde olmasam onu duyamazdım. “Beni
korkutmuyorsun ki.” diye eklediğinde ise sesi daha netti. Bundan emin olduğunu
belli eden ses tonu burnumu saç diplerine daha sert bastırıp derince
nefeslenmeme yol açtı.
“Anlaştık
İnci’m,” diye mırıldandığımda bundan sonra ona sesleneceğim, tıpkı kokumla
bütünleşmesi gibi bu kez kendimle bütünleştireceğim seslenme şeklimi bulmuştum.
Bu andan sonra Müge’nin hemen düşünceleri
ve duyguları konusunda kendisinden emin olamayacağını biliyordum, beklemem
gerekecekti. Ne kadar beklemem gerektiğini bilmiyordum ama acele etmesine gerek
yoktu, onu sabırla bekleyebilirdim.
Bekleyişimin sonunun boşluğa çıkmayacağını
az önceki cümleleriyle çoktan belli etmişti, bu benim için yeterliydi.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder