Günler Kısa Geceler Sonsuz 19.Bölüm
19.BÖLÜM
İyi okumalar!
~~~
- 3 hafta sonra
-Lal
“Saçların nereye gitti?”
Tuna, sorduğum soruya gülerek yanımdaki
boşluğa yerleşip oturdu.
“Ne göz varmış kızım sende de? Ben hiç
fark etmemiştim kestirdiğini sabah da gördüm bu herifi.” Kerem hayretle araya
girerken ben halen Tuna’ya bakıyordum. Elimi uzatıp saçlarının tepesine
dokundum.
“Kötü mü olmuş?” diyerek kafasından
çektiğim elimi tuttu. Başparmağıyla avuç içimi okşarken gözlerimi saçlarından
ayırıp ona baktım. “Kötü olmamış.”
“Türkçe meali, kötü olmamış ama güzel de
değil mi oluyor Tunanınki?”
Bana gerçekten ilk tanıştığımızdan beri
özenle Tunanınki ya da yenge diyerek her defasında afallatan Berke’ye gözlerimi
kısarak baktım. “Çok güzel olmuş demek oluyor.” dedim hemen düzelterek.
“Aman laf ettirme Tuna’na.” dediğinde
Tuna’ya döndüm. “Koruyorum seni, gördün mü?”
“Gördüm güzelim, koruma sektöründen ilerle
bence. Düşmana korku salan bir halin var.” Dalga geçtiği için dudaklarımı
sarkıtıp diğer tarafımda oturan Sude’ye baktım. Yardım çağrımı gördüğü için
eliyle ‘boş ver bunları’ der gibi bir hareket yaptı.
Bu sıcakta kafede değil parkta oturma
fikrini ortaya atan hangimizdik hatırlamıyordum ama mantıklı olmadığı kesindi.
Ağustosun ortasına gelmişken hava kararmadan açık alanda bulunmak ölüm gibiydi.
Bugün çalışmıyor olduğu için beni buraya
Demir abi arabayla bırakmıştı ama bir şansım daha olsa koala gibi ona tutunup
arabadan inmeyip kalmayı seçerdim sanırım.
“Nefesim kesildi sıcaktan.” diyerek
kendimi geriye doğru bıraktığımda Tuna bedenimi göğsüne doğru yasladı. Sırtım
ona yaslandığında acıyla inledim. “Sıcaktan ölüyorum diyorum, sarılıyorsun
bana.”
Halime gülüp beni bırakmak yerine sarmaya
devam etti. “Vay be!” Sude’nin aniden yükselmesiyle yerimde hopladım. Kalanlar
da benimle aynı halde gibiydi.
“N’oluyor ya, arada dürtüyorlar mı kızım
seni alttan? Ne bağırıyorsun?”
Kerem ve Çınar aynı anda Berke’nin
ensesine vurunca yüzünü buruşturdu. “Çürüdü ensem, çürüdü.”
“Lal’in Tuna’ya sarılıyor diye yakınması
yaşlı hissettirdi. Daha dün Tuna’nın numarasını vermişim gibi hissediyorum.”
“Bebeğim sen yaşlanmadın, bunlar bir tık
hızlı gelişim gösterdi.” Kerem bizi eliyle gösterip sevgilisini sakinleştirmeye
çalışırken Tuna çenesini omuzuma yasladı. “Daha geçen hafta bir ay oldu ilk
mesaj attığından beri.”
Aklımdan ufak bir hesaplama yaptığım anda
panikle doğruldum. “Bugün kaç Ağustos yani?”
“On altısı.” diye cevaplayan Berke’ye
bakamadım.
“Doğum günün mü yoksa? Oğlum sen de
mesajın tarihini ezberleyeceğine doğum gününü ezberlesene kızın, ayı mısın?”
Çınar, Tuna’yı ayıplar gibi konuşurken Tuna’nın gerildiğini hissettim. Doğum
günümü hiç söylememiştim ve Çınar’ın tahmininin gerçek olma ihtimali onu germiş
gibi duruyordu.
“Benim doğum günüm değil.” dedim
uzatmadan. “Annemin doğum günü.”
Tarihin kaç olduğundan o kadar habersizdim
ki aklımdan tamamen çıkmıştı bu. Tek hatırlayabilecek kişi olduğum halde
unutmuş olmam hızla gözlerimi doldururken Tuna’nın kolunu çekiştirdim. “Eve
gidelim mi?”
Her sene saat 12 olup tarih o güne döner
dönmez kutladığım doğum gününü bu yıl az önceki konuşma olmasa belki de hiç
hatırlamayacaktım. Bunu annemin gece düşünüp çok üzülmüş olabileceğini
hissedince Tuna’nın cevabını beklemeden ayaklandım.
“Tamam güzelim, gidiyoruz şimdi. Ama biraz
sakin ol.”
Verdiğim tepki hepsi için abartı
duruyordu, anlayabiliyordum ama birbirimizden başka kimsemiz olmayan yıllar
geçirmiştik ve ben hayatımıza yeni insanlar dahil olur olmaz annemi ihmal
etmiştim.
Çok kısa bir vedalaşmanın ardından Tuna
elimi kavradıktan sonra parktan çıktık. “İleride otobüs durağı var, direkt evin
oralardan geçiyor. Taksi bulmak daha zor olur şu an.” Açıklamayı yaparken zaten
durağa ulaşmıştık.
Kimsenin bulunmadığı duraktaki banka yan
yana oturduğumuzda Tuna yanağımı kavrayıp ona bakmama yardım etti. “Müge
ablanın sana kırıldığını zannetmiyorum Gece, daha yeni yeni kendine geliyorsun,
tarihin farkında olmaman gayet normal. Eminim annen de böyle düşünecek.”
Yüzümü yanağına bastırdım. “Ama çok
üzülmüştür.”
Derin bir nefes aldı. “Akşam kalabalık bir
sürpriz yaparız pastalı falan, ablamları da çağırırız. Olur mu?”
Tuna’ya, üzüldüğüm şeyin tam olarak ne
olduğunu anlatamadığım için bir şey demeden öylece ona baktım.
On dakika kadar sonra beklediğimiz otobüs
geldiğinde çok dolu olmayan otobüste oturacak yer bulabilmiştik. “Ne kadar
sürecek?” diye sordum.
“En fazla yirmi dakika.”
Camdan dışarıyı izleyerek geçirdiğim
dakikalar tükendiğinde otobüsten inebildik. Parktayken beni bayıltmak üzere
olan sıcağı bu kez umursamadan adımlarımı hızlandırdım. Evin bir alt
sokağındaydık, yavaş yavaş buralara alışıyordum.
“Köşedeki pastaneden küçük de olsa pasta
alalım.” dediğinde itiraz etmedim. Pastaneye girip annemin en sevebileceğini
düşündüğüm pastalardan birini seçtiğimde pastayla birlikte oradan ayrıldık.
“Kapıda yakalım, bende anahtar var. Öyle
gireriz içeri.” dedim apartmana birkaç adım kalmışken. “Olur gece kuşu, çakmak
var bende.” der demez sert bir hareketle ona döndüm.
“Çakmak var sende?” dedim sorar gibi.
“Neden?”
Sigara içtiğini bu üç haftayı geçen
zamanda bir kez bile görmemiştim. Demir abi içiyordu, onu da her gördüğümde
yargılayıcı bakışlar atıyordum ama beni pek takmadan yanağımı ya da burnumu
sıkıp uzaklaşıyordu.
O kırklı yaşlarında biriydi, karışma
hakkım yoktu ama Tuna’nın 17 yaşında sigara içiyor olmasına seve seve(!)
karışacaktım.
“Süs olarak.” Çakmaktan farksız alev atan
gözlerimle ona bakıca gülmeye çalıştı bunu söylerken.
“Bakayım süs olan çakmağa.” dedim inatla.
Halen apartmanın kapısındaydık.
Tereddüt ettiğine göre kesinlikle süs
falan değildi. Biraz sonra cebinden çıkarttığı plastik ve oldukça saçma duran
çakmak bu görünümüyle ‘süs’ olabilecek son eşyaydı.
“Sonra mı konuşsak bunu? Annene pastasını
erimeden yetiştirseydik bi’.”
Unutacağımı düşünüyorsa kesinlikle yanılıyordu.
Şu anda olmasa da bu konuda bolca başının etini yiyecektim. “Nilperi abla
bilmiyor değil mi?” dediğimde doğru yere parmak bastığımı belli eder şekilde
mavileri irileşti.
Başımı ‘ayağını denk al’ der gibi
salladım. “İnşallah bundan sonra da bilmemeye devam eder, değil mi?”
Apartman kapısını kenardaki ekrana şifre
girerek açarken Tuna’nın mırıltısını duydum. “İnşallah, inşallah.”
Birinci katta olan daireye ulaşmak için
asansörü beklemeye gerek duymadım. Tuna’nın adımlarını da peşi sıra arkamdan duyuyordum.
Kapıya geldiğimizde anahtarı kapıya takıp ses yaratmadan önce pastayı işaret
ettim. “Yak mumları, çakmağınla.”
Son kısmı hafif bastırarak söylemiştim.
Elimden kolay kurtulamayacağını anlamasını istiyordum.
Pastanın kutusunu ben elime aldım. Tuna
mumları yaktıktan sonra anahtarı parmaklarımın arasından çekip oldukça yavaş
şekilde kapıyı açtı. Zaten kilitli olmadığından tek bir hamle yetmişti.
İçeriden hiçbir ses gelmiyordu. Demir abi
beni bıraktıktan sonra eve döneceğini söylemişti ama sanırım planı değişmişti.
Annem de her zamanki gibi sessizlikte oturuyor olmalıydı.
Tuna önden ben de arkadan ilerlemeye
başladık. “Salona.” diye fısıldadı.
Annemi gördüğümde heyecanla yükselecek
şekilde ayarladığım sesim tam tersi şekilde salonun kapısına ulaştığımız anda
içime kaçmış gibi kesildiğinde boğuluyormuşçasına öksürmemek için dudaklarımı
sıkıca kapattım.
Eve girdiğimden beri yaptığım tüm
tahminler tek bir sahne ile çöp olmuştu.
Demir abinin planı değişmemişti. Annem
sessizce oturmuyordu.
“Biraz daha izlersek abim arkasını
döndüğünde beni toprağa seni de artık daha az acılı ne varsa oraya gömecek gece
kuşu. Üç deyince kaçıyoruz.” Kulağıma fısıldadıkları çok kısıktı.
Annem
ve Demir abi birbirlerini öpmekle fazla meşgul
oldukları için bağırsa da duymayabilirlerdi gerçi.
Demir abinin sırtı bize dönüktü. Koca
cüssesiyle zaten annemin yüzde doksanını görüş açımızdan çıkartmıştı. Tam her
şeyi göremiyor olsak da öpüştükleri her hallerinden belliydi.
“Mumlar
söndü!” dedim yalancı bir sitemle. Bu tepkim bıçak gibi kesilen bir öpüşmeye ve
yanımda abisi tarafından öldürüleceğini düşünen Tuna’nın korkusunun artmasına
sebep oldu.
Demir abi buraya dönmedi, annem ise onun
bedenini bizimle arasında bir duvar yapmayı sürdürdü.
Elimdeki pastayı yavaşça ilerleyip
salondaki yemek masasına bıraktım. Mumların sönmeye yüz tutmasını umursamadan
geriye döndüm. Az önce şahit olduğumuz sahnenin bir anda gelişen bir şey olmadığını
anlamayacak kadar aptal değildim.
Ani gelişen bir durum olsaydı annemin
böyle sakin kalmayacağını biliyordum.
Bu da beni, aralarında ciddileşen bir
ilişki olduğunu ama aynı evin içinde benim bundan bir haber yaşadığım gerçeğine
sürüklüyordu. İstemsizce kırgın hissetmiştim.
Bir şeyler sormak ya da söylemek için
niyetlensem de vazgeçerek sustum. Salondan çıkmak için hareketlendim. Kapıda
Tuna engeline takılana kadar bir sorun çıkmamıştı. “Güzelim bi’ dinlesek mi?”
Çok doğru bir şey duymuş gibi başımı salladım.
“Tabii dinleyelim.” dedim abartı bir heyecanla. Ardından koltuğa geçip oturdum.
Halen öylece dikiliyorlardı, ne zaman bundan vazgeçeceklerini merak ediyordum.
“Lal,” diyerek bana dönen Demir abiye,
onun bakışlarını kendisine satarak ifadesizce baktım. Şaşırdığını görmek beni
normalde olsa güldürürdü, hatta onunla atışmaya başlardım direkt. Ancak şu anda
bambaşka düşüncelerdeydim.
Bana her ne söyleyecektiyse bakışlarım onu
vazgeçirdi. Ardından bakışları Tuna’ya döndü ve onun yanına ilerleyip omuzundan
tutarak kapıdan birlikte uzaklaşmalarını sağladı. Mutfağa ya da odalardan
birine geçeceklerini tahmin edebiliyordum. Annemle konuşabileyim diye
götürmüştü Tuna’yı da peşinden.
Annemin ayakta durmasına artık canım
sıkıldığı için sordum. “Oturmayacak mısın anne?”
Üzerindeki elbise yeni dikkatimi
çekiyordu. Evde giymediği, kalın askılı lila bir elbise vardı üzerinde. “Dışarı
çıkacaktınız.” diye fısıldadım kendi kendime. Doğum gününü benden önce Demir
abi hatırlamıştı, biz aniden eve gelip onları bir nevi -hatta düpedüz- basmamış
olsaydık da dışarı çıkacaklardı belli ki.
Önce yapmam gerekeni yapmak istedim. “Özür
dilerim dün gece doğum gününü kutlayamadığım için, tarihleri takip etmekte
zorlandım.” dedim suçumu kabullenerek.
“Önemli değil, hiç önemli değil annecim.”
Yanıma gelip apar topar oturdu. “Hiç aklına gelmese de bir şey olmazdı, senin
varlığın yeter annem. Her şeyimsin sen benim.”
Tek kaşımı havalandırdım. “Bir süredir her
şeyin ben değilim bence.” dedim açık bir imayla. Gözlerini kaçırdı. Bunun bir onay
olduğu belliydi.
“Sen bu durumdan rahatsız olacaksan ikinci
kez düşünmem Lal, benim ilk tercihim sana doğduğundan beri cehennemi yaşatıyor.
Ben sana bunun telafisini borçluyken kendimi düşünüp bencillik yapmayacağım.”
Nefes verir gibi güldüm. “Ayrılın
diyeceğim, ayrılacaksınız öyle mi?” dediğimde yine sessiz kaldı.
“Ben aptal biri miyim?” diye sordum
omuzlarım düşerken. “İlk günden beri aranızdaki garip çekimi anlamayacak kadar
aptal mıyım anne?”
Hareketlerim hırçınlaştığında elimi tutmak
istedi ama durmadım. “Sorun sizin ne yaşadığınız mı gerçekten? Neden benden
saklamaya çalıştınız bunu?” dedim yorgunca. “Niye hiçbir değişiklik yokmuş
gibi, ilk günlerdeymiş gibi davrandınız birbirinize?”
Annemle bugüne dek birbirimize hiç yalan
söylediğimiz olmamıştı. Zaten sıkışıp kaldığımız küçücük bir dünyadayken bunu
gerektirecek hiçbir durum gelişmemişti. Şimdi böyle bir şey yaşamış olmak bu
yüzden kalbimi kırmıştı.
Adımı tekrarladı, düzgün bir cevap
vermeden adımı söyleyip duruyordu. Konuşmanın ilerlemeyeceğini anladığım için
daha fazla uzatmadan ayaklanmak istedim. Annem daha önce rastlamadığım bir
atiklikle elimi tutup koltukta kalmamı sağladı.
Kollarını etrafıma dolayıp sıkıca
sarıldığında gözlerimi sıkıca kapattım. Parktayken ‘annemin doğum gününü
unuttum’ diye biriken ama akamayan yaşlar şimdi yeni hislerimle birleşip
yanaklarıma yağmaya başladılar.
“Söyleseniz kızmazdım ki hiç, ama şimdi
çok kırıldım.” Çocuk gibi mırıldandığımda annem saçlarımı sevdi. Ona izin
verdim, itiraz etmedim ama hissettiklerimin hemen kaybolmayacağını biliyordum.
Eğer bugün eve gelmeseydik uzun bir süre
daha benim yanımdayken bu durumu saklamaya çalışacakları gerçeği kalbime
yükmüşçesine oturmuştu.
~
Annemin yanından, ‘kimsenin yanıma
gelmesini istemediğimi’ söyleyip odaya kaçmıştım.
İsteğimi ilk reddeden Tuna oldu. Kapı
açılıp içeriye girdiğinde yanağımı yasladığım yastıktan burnumu çekerek ona
baktım. “Sümüklü?” diye seslenince elimin tersiyle burnumu yukarı kaldırdım. Bu
hareketim dudaklarının kıvrılmasını sağladı.
“Şaka yaptım sümüğün yok, gece kuşu.”
İki kişilik yatağın yarısından çoğunu boş
bıraktığım için rahatça yanımdaki boşluğa uzandı. Beni taklit ederek yanağını
yastığa yasladı, ikimiz de kollarımızın üzerinde yatıyorduk ve birbirimize
dönüktük.
“Gittiler mi?” diye sordum kendimi
tutamayıp.
“Giderler mi sence? Sen küsmüşken…”
Yastığa yaslamadığım yanağımı avucuyla temizledi. “Küsmedim.” diye kendimi
savundum hemen.
“Tamam, küsmedin. Öylesine bi’ ağlayasın
geldi o zaman.”
Başımı salladım. “Evet,” dedim burnumu
çekerken. Gülümseyerek bana baktı, başka bir şey söylemedi.
Bir süre sessizce karşılıklı uzandık. Tuna
yanağımdaki elini çekmedi, bazen yanağımı bazen de elini hafifçe
hareketlendirip saçlarımı sevdi.
“Daha önce kimsenin saçının bu kadar siyah
olduğuna denk gelmemiştim.” Bunu, bu duruma hayranmış gibi söylediği için
yanaklarıma tırmanmakta olan kanı kontrol etmekte zorlandım.
Annemle paylaştığımız siyah saçlarıma
küçükken böyle olmamaları için renkli bulduğum her şeyi sürerdim. Açık renk
saçları beğendiğim için kendimde o saça sahip olmak isterdim. Fakat büyüdükçe
saçlarımla aram düzelmişti.
Bayıldığım açık renk, sarı saçların halen
içimde bir yerlerde ukde kaldığını ise Tuna’ya bakınca anlayabiliyordum. Kendim
sarışın olamayınca, âşık olacağım kişiyi sarışın seçmiştim galiba.
Elimi saçlarına uzattım. “Neden kısalttın
saçlarını?” diye sordum parkta alamadığım cevabı alabilmek için.
“Normalde daha da kısaltıyorum,
alışkanlıktan sanırım.” dedi parmaklarımı saçlarının arasında gezdirişime
gözleri kısılırken. “Uzun olmalarını mı sevmiştin?”
“Böyle de güzeller.” dedim dürüstçe.
“Sıfıra vursam da güzel olur mu?”
dediğinde duraksadım. Dudaklarımı ısırarak bakıp biraz beklediğimde sesli bir
şekilde güldü. Saçlarını okşayan elimi tutup parmaklarımın üzerini öptükten
sonra yeniden oraya bıraktı. “Şaka yaptım gece kuşu, en kısa bu kadar
yapıyorum. Belli ki bundan sonra bu kadarını da yapmayacağız zaten.”
Son cümlesini benim için kurduğunu
anladığımda heyecanla gözlerimi kırpıştırdım. “Öyle bakarsan bana, belime kadar
da uzatırım eğer istersen.” Kıkırdayarak yanağımı yastığa bastırdım.
“Gerek yok.” dediğimde yanağımı iki
parmağının arasında sıkıştırdı. “Eyvallah güzelim, ben istersin diye
düşünmüştüm.”
Tuna’yı öyle hayal ettiğim için sinir
bozukluğuyla güldüm. Uzun saç bazı erkeklere çok yakışıyordu ama Tuna’yla
bağdaştıramamıştım. Böyleyken yüz hatları daha belirgin duruyordu.
“Uras abimle fazla dalga geçtiğim için
çarpıldım değil mi? O yüzden yolladılar seni bana.” Ne demek istediğini
anlayamayarak baktığımda gülüşüm durmuştu.
“Ne için dalga geçtin ki?”
“Ablam gülerken kilitlenip kalıyor,
yıllardır değişmedi bu. Film izler gibi izliyor her seferinde.”
Onlarda kaldığımız gece aralarındaki
ilişkinin derinliğini çok anlayamamış olsam da bu üç hafta içerisinde birkaç
kez buraya geldiklerinde Tuna’nın bahsettiği çekimi ben de hissetmiştim. Uras
abi gerçekten karısının ve kızının ağzının içine bakıyor, sanki her an onlar
bir şeyden rahatsız olacakmış gibi tetikte duruyordu.
Annemin az önce söylediği cümleyi
anımsadım. Benim ilk tercihim sana
doğduğundan beri cehennemi yaşatıyor demişti. Nilperi abla ise bu konuda
oldukça doğru bir seçim yapmayı başarmış ve kızının hayatını benden oldukça
farklı şekilde aydınlığa büründürmüştü.
“Nasıl tanıştılar?” diye sordum daha önce
de aklıma gelen ama ertelediğim soruyu.
Tuna öksürmeye başladığında kaşlarım
hafifçe çatıldı. “Yanlış bir şey mi sordum?”
Özel bir hikâye olup olmadığını düşünürken
Tuna öksürmeyi bırakıp yerinde kıpırdandı. “Tanışma hikâyeleri biraz farklı.”
dediğinde meraklanmıştım. “İnternetten tanıştılar.”
Bu muydu farklı olan? Bir sürü insan bunu
yapıyordu sonuçta.
“Anonim hesaplarla, ikisi de ilk
zamanlarda birbirlerinin ne adını ne de nasıl göründüklerini biliyorlardı.”
demesiyle ağzım aralandı.
Bir tarafın diğerini tanımaması bir nebze
olası dursa da ikisinin de birbirini tanımaması şaşırtıcı gelmişti. Anonim
konuşulan uygulamalar vardı evet ama oradan bu denli ciddileşen bir ilişki
çıkabilmiş olması büyük bir tesadüftü. Herkes birbirini kandırma peşindeydi.
“İlk Uras abi mi yazmış?” dediğimde
sırıttı. Kaşlarını olumsuz anlamda havaya kaldırdı. “Ablam atmış ilk mesajı.”
Şaşkınlığım katlanırken zihnimde
aydınlanmaya başlayan detayla gözlerim irileşti. “Herkes bana o yüzden mi yeni
nesil Peri diyor?”
Herkesten kastım çoğunlukla Kadir amca ve
Uras abiydi. Özellikle Kadir amca beni her gördüğünde -ki geçen haftalarda dava
ile ilgili bol bol yanımızda olmuştu- bu göndermeyi yapıyordu ama ben hiç böyle
bir sonuca bağlanacağını düşünememiştim.
“Bana anonimlik yapman herkeste şok etkisi
yarattı, gelenekselleştirdik bu olayı.” Gülerek konuşuyordu, halinden memnun
olduğu çok açıktı.
“Herkese şeyler de dahil mi?” dedim
korkuyla.
“Neyler?”
“Hani bir sürü abin var ya… Geçen Gülin’i
görmeye gittiğimde evde olan herkes…” Hepsini ismen tanıyordum, ama benim
dünyam için o kadar kalabalıklardı ki kimin kim olduğunu anlamak çok zordu.
Bazıları Uras abinin arkadaşıydı, bazıları gerçekten Tuna’nın abileriydi…
Bu tepkim onu daha da güldürdü. “Onlar da
dahil gece güzeli, evet.”
Benim mesaj maceramdan herkesin haberdar
oluşuna utanmadan önce Tuna’nın yeni bir sesleniş biçimiyle konuştuğunu
algıladığım için dikkatim dağıldı.
“Gece güzeli mi?”
“Gece kuşu ve güzelim ayrı ayrı kafa
karıştırmasın diye birleştirdim. Olmadı mı?” dediğinde cesaretimi toplayarak
yüzümü ona yaklaştırıp dudaklarının üzerine dudaklarımı bastırdım.
İlk öpücüğümüz -aslında tam bir öpücük de
sayılmayabilirdi- Tuna beni Gülin’in odasından çıktığımız sırada, gözyaşlarımı
bundan sonra hep yakalayacağına söz verirken gerçekleşmişti. Sonrasında da bunu
bahane ederek birkaç kez daha ağlayışlarımın sonunu böyle getirmişti hatta.
Ancak bu kez ağlamam çoktan durulmuşken ve öpücüğü başlatan Tuna değil benken
bambaşka bir senaryodaydık.
Dudaklarımı ona bastıracak kadar cesareti
toplayabilmiştim, evet, fakat hareket edip onu öpmeye başlayacak kadar devam
edememiştim. Geri çekilmeden öylece durarak Tuna’nın hamle yapmasını bekledim.
Benim hareketime olan şaşkınlığı kolayca
kaybolmadı, gözleri yüzüme bakakalmıştı. Yanağımdaki eli kasılı halde
duruyordu.
Saniyeler sonra kendine gelebilmiş
olmalıydı ki alt dudağımı yavaşça emip ağzının içine çektiğinde gözlerimi hızla
yumdum. Saçlarındaki elimi istemsizce kıpırdatıp ona dokunma isteğiyle saç
tutamlarını okşadığımda dudağımı daha sert bir şekilde emip öptü.
Onu taklit ederek ve aynı zamanda da ondan
güç alarak aynı şeyi dudaklarımın arasında bulunan üst dudağına yaptığımda
yanağımdaki eli boynuma doğru inip orayı kavradı. Boynumdaki ince deriyi teğet
geçen parmak uçları yutkunma güdüsüyle dolmama yol açtı.
Öpüşmemiz ne kadar daha sürdü bilmiyorum
ama Tuna’nın yavaşça geriye çekildiği an gözlerimi aralayıp kısıkça ona
baktığım ilk andı.
Mavi irisleri parıldıyordu, aynı
parıltıların kendi gözlerimde de bulunduğundan emin olmak için aynaya ihtiyacım
yoktu. Hissediyordum.
“Seni seviyorum.” dedim kısık bir sesle.
Uzun zamandır benimle olan bu gerçeği,
herkes bildiği halde daha önce hiç sesli olarak dile getirmemiştim. Bunun belli
bir sebebi yoktu ve şimdi de daha fazla geç kalacak olmak beni korkutmuştu.
Yatakta ileriye doğru kayıp yüzümü
Tuna’nın omuzu ve boynu arasındaki boşluğa yasladım. Ensemdeki saçlarımın
arasına dolanan elleri beni oraya iyice yerleştirdiğinde şikâyetsizce tenine
sindim.
Çenesinin sert çıkıntısını başımın
tepesinde hissettim. Ona sürtünüp yüzüne dağılan saçlarım etrafa saçılmışken
beni taklit ederek aynı tonda mırıldandı.
“Ben
de seni seviyorum gece güzeli.”
Kollarımı sıkıca sırtına sarıp ona
dolanmışken içime çöken huzura son zamanlarda sıkça rastladığımdan artık
alışmaya başlamıştım. Bedenim başlarda bu hisse yabancı gibi davranıp beni
ruhsal olarak afallatsa da artık farklıydı, huzuru tanıyordum.
Uykuya dalmayacağımdan emindim ama yine de
hissettiklerim kalp atışlarımı ve nefesimi düzene soktuğundan Tuna’nın beni
uyuyor zannettiğini düşünüyordum. Bunun aksini ispatlamak için hiçbir şey
yapmadım, Tuna’ya sarılmış halde boynunda soluklanmayı sürdürdüm.
Sırtımı sıvazlayan avucunun hareketleri
dahası mümkünmüş gibi iyice rahatlamama sebep oluyordu.
Kulaklarıma dolan telefon ziliyle yerimde
hafifçe kıpırdadım. Tuna’nın telefonu çalıyordu.
Ağzının içinden bir şeyler homurdandı.
Ardından cebindeki telefona uzanmadan önce ben geriye çekildim. “Sessize
almamışım, özür dilerim güzelim. Uyumaya devam et sen.”
“Uyumuyordum.” dediğimde şaşırmasına
gülümsedim. Yanağımı yeniden kendi tarafımdaki yastığa yasladım. Tuna da
cebindeki telefonu çıkarttı.
“Efendim abla?” diyerek kulağına yasladığı
telefondan gelen sesleri duyamıyordum. Nilperi abla bir süre konuştu, Tuna
elini uzatıp saçımdan ayırdığı bir tutamı parmağına dolayıp açarak kendi
kendine oyalanırken bir yandan da onu dinliyordu dikkatle.
“Acil mi çok?” dediğinde Tuna’nın gitmesi
gerekeceğini anlamaya başladığım için dudaklarımın bükülmesine engel olamadım.
Saçıma uzanan elini takip edip bileğinin biraz üstüne tutundum. İşi varken
gitme demeyecektim tabii ki ama sanki tutmasam hemen kaybolacakmış gibi umutsuz
bir çabayla koluna tutunmuştum.
“Tamam, abimdeydim ben. Eve geçerim
birazdan, götürürüm Yasemin teyzeye çantayı.”
Gidişi tamamen kesinleşince ‘acaba peşine
mi takılsam’ perileri zihnimi işgal etse de şu an evden gidersem annemlerin
tamamen yanlış yorumlayacağını düşündüğüm için direkt vazgeçmiştim.
Telefonu kapatıp yeniden cebine koydu.
“Gitmen mi gerekiyor?” dedim sesime yansıyan üzüntüyü gizleyemeden.
“Maalesef, evet.” dedi benden farksız
sesiyle. “Yasemin teyzelerde olan yedek anahtarı bulamıyorlarmış, Gülin’in
birkaç eşyasının olduğu bir çanta vardı evde kalmış sabah. Uras abim çantasız
götürmüş Gülin’i.”
Uras abi ve Nilperi abla çalıştıkları için
ikisinden biri gelene dek Gülin babaannesi ile kalıyordu. Tuna’nın
anlattıklarını anlamam bu detayı bildiğimden kolay olmuştu.
“Anladım.” dedim mırıl mırıl bir sesle.
Tuna yaklaşıp dudağımın yanağımla kesiştiği noktayı öpüp birkaç saniye
bekledikten sonra geri çekildi. “İstersen sen de gel.”
“Evde kalsam daha iyi olacak sanırım.”
Neyi kastettiğimi anladığı için üstelemedi. “İlk anda herkes afalladı, ama
şimdi daha sakin şekilde konuşursunuz. Bir sorun olursa da ara beni, gelirim ya
da çıkarız birlikte. Tamam mı gece kuşu?”
Başımı sallayarak onayladım. Ben de böyle
düşünüyordum, benden saklamalarına çok kırılmıştım ama bunu günlerce uzatıp
herkesin -ben de dahil- tadını kaçırmak gibi bir saçmalık yapmayacaktım. Derdim
ilişkileriyle değildi, yalan söylemeleriyleydi.
Tuna odadan beni son kez öpüp çıktığında
yatakta doğrulup bağdaş kurup oturdum. Boş bakışlarla odayı sanki hiç
görmemişim gibi incelerken kasıklarımdaki baskı sabredemeyeceğim kadar arttığı
için banyoya gitmek için ayaklandım.
Odadan çıktığımda ev sessizdi, koridorda
da kimse yoktu. Banyoya girip işimi hallettikten sonra yeniden odaya döndüm.
Dışarı çıktığım rahatsız kıyafetlerden daralmıştım. Üzerime bol bir şort ve
tişört geçirdikten sonra yeniden koridora çıktım.
Mutfaktaki balkonda oturduklarını, salonun
boş olduğunu gördüğümde tahmin ettiğim için oraya yöneldim. Mutfağa girip
ayaklarımın yerde çıkarttığı şap şup seslerle balkon kapısına kadar ulaştım.
Balkonda iki tane sandalye vardı, tam
aralarında kalacak şekilde de küçük bir masa. Demir abi burayı sigara içme
alanı olarak kullanıyordu. Bizden önce içiyor muydu bilmiyorum ama asla evin
içinde sigara içtiğine denk gelmemiştim.
Kapıya dokunup ileri ittiği anda ikisi de
hızla buraya döndüler. Sandalyelerde sessizce oturuyorlardı mutfağa girdiğimden
beri.
“Lal!” Annem heyecanla ayaklandığında
ayaklarımı balkonun zeminine bastım. Hava cehennem gibi sıcak olduğundan mermer
bile ılıktı. Balkona çıktığımda üzerime akın eden sıcak havayı çok mutlu
karşılayamamıştım.
Oturacak üçüncü bir yer olmadığı için
yüksek olmayan masanın üzerine kalçamı yaslayıp bacaklarımı sallandırarak
yerleştim. İkisinin karşısında ama tam aralarındaydım bu şekilde. Annem de
tekrar yerine oturmuştu ben yerleşirken.
“Pastayı yediniz mi?” dedim konuyu
alakasız bir yerden açarak.
İkisi de bu girişi beklemedikleri için
önce birbirlerine sonra bana baktılar. “Pasta mı?” Aynı anda konuştukları için
gülecek gibi oldum.
Hem çok kızgın hem de mutlu hissediyordum.
Beni bu ikilemde bıraktıkları için de kırgındım. Bu haberi düzgünce
verebilirlerdi.
“Evet, pasta. Sen yemişsindir kesin.”
dedim Demir abiye tip tip bakarak. “Güvenemedim sana.”
Aslında bu onların söylediğinden daha
büyük bir yalandı çünkü Demir abiye olması gerekenden çok çok daha fazla
güveniyordum. Birlikte olmalarının beni etkilemeyecek oluşunun en büyük
sebeplerinden biri de buydu. Hatta annem adına sevinmiştim de.
“Yemedim, tekrar güvenebilirsin.” Ilımlı
bir sesle konuşuyordu, sık rastlanmayan bu halini sömürmek istesem de
uzatmadım. “Bakarız.” dedim gıcığımsı bir tavırla.
Annem tenis maçı izler gibi bir bana bir
de Demir abiye bakıyordu. “Kişiliklerinizi mi değiştirdiniz?” diye şaşkınca
sorduğunda kollarımı göğsümde birleştirdim.
Gıcık etmeye çalışan hep Demir abiyken saf
saf inanıp konuşan hep bendim bu güne dek. Annemin bu soruyu sormasına
şaşırmamak gerekiyordu.
“Benden öğrendiklerini bana satıyor.”
diyerek beni ortaya attığında Demir abiye bakıp gözlerimi irileştirdim.
“Bunları ben kendim öğrendim bir kere, ne üstüne alınıyorsun sen hemen ya?”
Sıyrılmaya çalışsam da haklıydı, gıcık tipimin idolü Demir Özkan’dı.
Masadan sarkıttığım bacaklarımı diziyle
ittiğinde aynı şekilde karşılık verdim. Sırtıma direkt vuran güneş ensemden
aşağıya doğru sıcaklık aktarırken yüzümü buruşturdum. Soracaklarımı sorup
balkonu terk etmek istiyordum, neden bu sıcakta manyak gibi burada
oturuyorlardı?
“Ee?” dedim dedikodu yapacakmış gibi
hevesle. “Beni ne zamandır kekliyorsunuz?” Devamında iğneleyici bir tavırla
sorduğum kısım ikisinin de az önceki yumuşamış halden çıkmalarına yol açtı.
“Kimsenin seni keklediği falan yok kara
böcek, yanlış anlıyorsun.” diyen Demir abiye ‘öyle mi’ dercesine baktım. “Biraz
beklememiz gerektiğini söyleyen bendim.”
Ağzım şaşkınlıkla aralanırken ona baktım.
Annemin saklamak istediğine o kadar inanmıştım ki kendi kendime, şimdi Demir
abinin böyle bir çıkış yapması aklımı karıştırmıştı. Çekingen taraf annem
olurdu hep, benim tepkimi gözünde büyütüp Demir abiden de böyle yapmasını
istediğini sanmıştım.
Anneme göz ucuyla baktığımda omuzlarını
düşürmüş halde bizi izlediğini gördüm. Araya girmek için hamle yapmadı.
“Neden beklemeniz gerektiğini düşündün?”
diye sordum merakla. O kadar mı ilişkilerine karşı çıkıp ortalığı yıkacak
birine benziyordum onun gözünde?
“Annen bile daha bir hafta önce
kesinleşebilmişken düşüncelerinde, senin de aceleyle aklını buna yormanı
istemedim. Daha yeni yeni iyileşiyorsun ruhsal olarak ama iyileşirken ben hiç
görmek istemeyeceğim başka yaraların açığa çıktığını görüyorum sende Lal.”
Söylemek istediklerini algıladığımda
gözlerimi ondan kaçırdım. “İyiyim ben.” diyerek kestirip atmayı denedim.
Devamını duymadan balkondan kaçmak istiyordum.
Saklama nedenlerinin benim tepkimin onlara
vereceği zarar olduğunu zannederken beni beklemediğim bir yerden vurmuşlardı ve
şimdi ne demem ya da yapmam gerektiğini bilmiyordum.
“İyisin tabii ki, bir de kötü olsaydın
kara böcek!” Modumun değiştiğini anladığı için özellikle benimle uğraşıyormuş
gibi yaptığını biliyordum. Bu çabasına buruk bir gülümsemeyle baktım. “Susar
mısın, üste çıkarsan sana kızamıyorum böyle?”
Başını geriye doğru atarak güldü. “Tamam,
bugünün sonuna kadar üste çıkmayacağım. İstediğin gibi kız, anlaştık mı?”
“Anlaşmadık, bugün hemen biter. Daha uzun
bir anlaşma talep ediyorum.” Anneme baktım. “Haklıyım değil mi anne? Bir şey
der misin?”
“Çok haklısın annecim, bence bir yıl
yeterli.” dediğinde masadan düşmeme sebep olabilecek şekilde sarsılarak güldüm.
“Sağ ol İnci’m, çok yardımın dokundu.” Demir abinin yıkılmışlığına gülmeye
devam edecekken kulağıma dolan isim afallamama sebep oldu.
“İnci?” diye tekrarladım sorar gibi.
“İsmini unutmuş anne, yok artık.” dedim abartıyla.
Annemin saçlarıyla yarışır koyuluktaki
gözleri parıldadığında öne doğru eğildim. “Ama sen kızmadın?”
Aniden aklıma dank eden ayrıntıyı hatırlar
hatırlamaz elimi ağzıma kapattım. Müge,
inci çiçeği demekti.
“Yaa!” diyerek aklımda yerleşen yapboz
parçalarını belli ettiğimde annem hafifçe kıkırdadı. “Açıklamama gerek kalmadı
mı?”
“Kalmadı evet, ama birinin bir açıklama
yapması gerekiyor çok acil.” dedim dik dik Demir abiye bakarken. “Yine ne
yaptım kara böcek?”
Gözlerimi kıstım. “Sorarken bir daha
yaptın!”
“Ne?” dedi şaşkınca.
“Anneme isminin anlamından tatlı tatlı
İnci’yi bulmuşsun ama bana böcek diyorsun resmen, bu kadarı da ayıp artık.”
Derdimin ne olduğunu anlayınca şaşkın
ifadesi yerini keyifli bir hale bıraktı. “Herkese hak ettiği muamele
diyebiliriz o zaman.”
“Çok kırıcı birisin, ben pasta yemeye
gidiyorum. Sen de otur İnci’nle.”
Masadan inip ayaklarımı vura vura içeri
geçecekken iki yanımda sallanan kollarımdan kendi tarafında olanı tuttu. Beni
durdurmak için yaptığını sansam da elimi kavrayıp avuç içimi öpüp bıraktığında
içimin eridiğini belli etmeden pastaya ilerlemek oldukça zorlayıcıydı.
Beni görmedikleri için gülümsememi
saklamaya gerek duymadan buzdolabına yönelirken üzerimden kocaman bir ağırlık
kalkmış, yerini gelecek olan günlerin çok daha güzel olduğuna dair bir umuda
bırakmıştı.
Yanılmamayı, gerçekten artık her şeyin
güzel devam etmesi ve yolunda ilerlemesini bugüne kadar istediğim her şeyden
daha yoğun diliyordum.
~~~
Yorumlar
Yorum Gönder