Aykırı Çiçek 36.Bölüm

 36.BÖLÜM



- Mayıs 2002, İstanbul

 

“Tekrar hastaneye gidelim Savaş, anlayamadılar belki de. Bir sorun olmasa bu kadar ağlayıp huysuzlanmazdı.”

Savaş, kucağındaki bedeni sıkıca sararak odanın içinde yürümeye devam ederken gözleri dolu dolu kendisine bakan karısını gördüğünde yanına ilerledi. Bir elini yüzüne uzatıp Pınar’ın yanağını yavaşça okşadıktan sonra elini çekmeden konuşmaya başladı. “İki buçuk yaşında bir bebek o, Pınar. Bize ne derdi olduğunu tam olarak anlatamıyor, doktorlar olabilecek her şeyi değerlendirdi. Eğer yarın sabah devam ederse gelin dediler güzelim duydun sen de.”

Pınar, babasının kucağında içli içli ağlamaya devam eden kızına baktığında, aslında mantıklı gelen bu açıklama bir anda tamamen uçup gidiyor gibi geliyordu. Gece yarısına yaklaşan saate rağmen saatlerdir sakinleşmeyen kızı için ne yapabilecekse yapmış, aklına gelen ve sevebileceği her çeşit oyunu denemişti.

“Bayba,” diye mırıldanan sesle birlikte Savaş dikkatini hızla kızına yönlendirdi. “Söyle babacım, baban burada can suyum.”

Hıçkırıkları ve iç çekişleriyle kesik kesik çıkan sesiyle bir şey anlatmadan sadece ara ara kendisine seslenen kızının alnına, yanaklarına küçük öpücükler bıraktı. “Neyin var güzel kızım, bir yerin mi acıyor niye ağlıyorsun?” Daha önceki sorular gibi bunlar da cevapsız kaldığında Savaş kulağına dolan içli ağlama sesine daha fazla yüreğinin dayanmayacağını anlayarak karısına döndü.

“Barış’ı ara, gelsin çocuklarla dursun uyuyorlar zaten. Biz çıkalım.”

“Hastaneye mi?” Pınar ayaklanırken bir yandan telefonunun nerede olduğunu hatırlamaya çalışmakla meşguldü.

“Değil, başka bir yere gideceğiz. Babasının kopyası diye seviyorsun madem, benim sakinleştiğim gibi sakinleşecek mi deneyeceğiz.”

Pınar ne olduğunu az çok kavramış halde itiraz etmek üzereyken Savaş buna izin vermeyerek Deniz ile birlikte dışarıya yöneldi. Kısa süre içerisinde Barış eve geldiğinde, uyuyan çocuklarını ona emanet ettikten sonra evden ayrıldılar.

Savaş sürücü koltuğuna geçerken Pınar ise kucağındaki kızına sıkıca sarılmış halde arka koltuktaydı. Onu bebek koltuğuna bırakmayı aklından geçirememişti bu kadar çok ağlıyorken.

Dakikalar sonra araba durduğunda Deniz annesinin kucağında camdan dışarıyı izliyor haldeydi. Halen ağlıyordu ama evdeki kadar yoğun değildi.

Savaş arabadan inip arka kapıyı açtı. “Montunu giydireyim, bekle.”

İki koldan Deniz mızmızlansa da montunu giydirdiklerinde Savaş kızını kucaklayarak onunla birlikte yürümeye başladı.

Gecenin karanlığında koyu bir örtüyle örtünmüş olan sonsuzluğa doğru ilerlerken Deniz şaşkın bakışlarla babasının kucağından etrafı inceliyordu. Burnunu sık sık çekerek az önce ağlıyor olduğunu kanıtlıyorken ilgisini çeken dalgaların hareketiyle bakışlarını denize dikti.

“Bu ne?” diyerek küçük parmaklarıyla denizi işaret ettiğinde Savaş burnunu kızının yanağına yasladı. Yaşlarla ıslanan yumuşak yanağına burnunu hafifçe sürterken mırıldandı. “O deniz babacım.”

“Ben?” Deniz afallamış halde elini bu kez kendine çevirdiğinde Savaş da birkaç adım gerilerinde onları izliyor olan Pınar da gülümsediler.

“Sen, evet. Sen de Deniz’sin, o da deniz.”

“Çok güselmiş, ama niye kayanlık?”

“Gece olunca karanlık oluyor, aslında mavi. Masmavi bir yer.” Deniz heyecanla yerinde kıpırdandı. Gözlerini denizden çekmeyişi Savaş’ın gülümseyişini büyüttü. “Maviş olunca da bakim sonra, tamam mı?”

“Tamam prensesim, mavi olunca da geliriz.”

Deniz, nedenini kimsenin anlayamadığı, saatlerdir devam eden ağlayışı ve sıkıntısını karşısındaki manzarayla tanışır tanışmaz bir kenara bırakmıştı.

Baba evinden ayrılıp hiçbir güvencesi olmadan İstanbul’a geldiğinde Savaş’ı kendisine hayran bırakan bu sonsuzluk kızında da aynı etkiyi yaratmıştı. Pınar yanılmıyordu, Deniz’in babasının kopyası olan tek özelliği gözleri değildi.

Kızından önce hayallerine ulaşması için bir dayanak, kızıylayken tatlı bir anı olan deniz; Savaş için gelecekteki 20 yıl boyunca uzunca bakmaktan kaçındığı bir karanlığa dönüşmüştü.

İstanbul’da denizden ne kadar kaçabilirse o kadar kaçmıştı Savaş.

Küçük bir yangının koca bir denizi söndürmeye gücünün yetmiş olması Savaş’ı sonsuz maviliğe küstürmüştü.

 

~

 

Bazı anları yaşayabilmek için öncesinde birçok engelden atlamamız gerektiğini artık anlamış sayılırdım.

Oturduğum yerden salondaki herkesi görebiliyor haldeyken sessizce onları izlemekle meşguldüm. Garip bir sessizliğin oluşacağını zannetsem de herkes birbirine hızlı alışmış gibi görünüyordu. Böyle bir sahneye şahit olmak için şu ana kadar çektiğim tüm acıların ve her düşüşümün silikleştiğini hissedebiliyordum. Bir oda dolusu insanın ortak noktası olup onları bir araya getirebilmek, içimde bir yerlerde yalnızlıktan kıvranan çocukluğumun elinden tutup kaldırmaya çalışıyor gibiydi.

Babam ve Sedat amcam benden en uzaktaki tekli koltuklarda oturuyorlardı. Fazlasıyla yoğun bir konuşmanın içerisinde olduklarını onları duyamasam da anlayabiliyordum. Konuşmanın benim hakkımda olmadığını zannedecek kadar saf değildim, ama bu gerçeği görmezden gelmeyi seçerek bakışlarımı onlardan ayırarak yaşlarına göre ayrılmış görünen ekibe döndüm.

Hangi ara olduğunu anlayamasam da Soner abi ve Acar, Soner abinin tabletinden işle ilgili bir şeylere bakmaya başladıklarında Yaman abim de onlara katılmıştı. Mesleki olarak konuyla alakası olmayan Yekta abim ise sol omuzunda Pamir’i, sağ omuzunda ise beni dinlendirmekle meşguldü.

Rüzgar ve Toprak ise üçüzleri ben değil de Koray’mış gibi kafa kafaya vermiş ne olduğunu anlayamadığım bir şeylerden bahsediyorlardı.

Annem az önce bizim yanımızda oturuyorken sessizce mayışmış olmamızdan sıkılmış olacak ki diğer tarafındaki Yeliz teyzeyle sohbet etmeye başlamıştı.

Kendi kendime bu anın bana hissettirdikleriyle dayanmayıp kıkırdadığımda sesimi kontrol edemediğim için Yekta abim merakla bana doğru eğildi. “Neye gülüyorsun sen orada kıkır kıkır?”

“Hiç…” dedim uzata uzata. Pamir de bana bakıp ben güldüğüm için bir şey anlamasa da gülünce daha çok güldüm. Sinir bozukluğuyla kendimi durduramazken abim de bu halime gülmeye başladı. Sesimiz arttığında sanırım salondaki bölünmüş tüm grupların dikkatini çekmeyi başarmıştık.

“Ne oluyor orada? Ben ekibimi değiştirmek istiyorum, bu iki işkoliğin arasında yeterince enerjim emildi.”

“Sen bizden beter çıktın oğlum, az önce dinlemesem inanacağım söylediğine.” Soner abi, Yaman abime hayretler içerisinde cevap verirken Acar’ın üzerimde gezdirdiği bakışlarına gülüşümü durdurmadan aynı şekilde karşılık verdim.

“Pamir ve Deniz’i almak doğru karardı, baştan düşünecektim.”

“Neye gülüyordunuz siz?” Toprak araya girdiğinde omuz silktim. “Hiç…” diyerek az önceki gibi cevapladım.

“Deniz başlattı, biz eşlik ediyoruz. Değil mi babacım?” Pamir babasının ona bir şey sorduğunu fark etmemiş gibi henüz tamamlanmamış dişleriyle sırıtırken dayanamayıp tek elimle iki yanağını birden olacak şekilde sıktım. “Niye bu kadar tatlısın sen?”

“Hala!” diyerek elimden kurtulmaya çalışırken canını acıttığımı düşünüp panikle elimi çektim. “Acıttım mı? Özür dilerim bebeğim.” Tuttuğum yere yaklaşıp yumuşak yanağını öptükten sonra geri çekildim.

“Ben de öpçem.” diyerek yanağıma yapıştığında biraz salyalı bir öpücük olsa da halimden memnundum. “Oh, ne güzel öptün öyle.” dediğimde bilmiş bilmiş gülüp babasının omuzuna yeniden uzandı.

“İnsanın canını çektiriyor, şapır şupur öptü kızı.” Rüzgar oturduğu yerden söylenirken yanında oturan Koray eliyle beni gösterdi. “Yeğenini kıskan bence, üçüzünün nasıl bir bebek hastası olduğunu bilsen aklın şaşardı.”

Koray’a dil çıkartıp, anında pişman olup abimin göğsüne saklandım. Herkes bana bakarken fazla rahat davranmıştım bir anda. Abim kolunu sırtıma sarıp beni iyice sakladı.

Yükselen gülüş sesleriyle kaşlarım havalanırken göz ucuyla etrafa baktım. “Bana mı gülüyorlar?” Yekta abim soruma dudaklarını birbirine bastırarak cevapsız kaldığında ayaklandım. Kalktığım anda Pamir dahil herkes bana bakınca açıklama yapmak zorunda kalmıştım.

“Lavaboya gidip geleceğim.”

Evden kaçacakmışım gibi tetikte olmalarına güleyim mi ağlayayım mı bilememiştim. Herkesin -benim kadar olmasa da- garip hissedebileceği bir andaydık, hatta dönemdeydik.

Salondan çıkıp banyoya ilerlerken yüzümde huzurlu bir gülümseme vardı. İşimi halledip salona dönmek için adımlarken kapıya yaklaştıkça belirginleşen konuşmaları içeriye girmeden önce duymaya başlamıştım.

“Sevgilisiniz yani, ciddi ciddi?” Babamın sorduğu soru gözlerimin irice açılmasına sebep oldu. “Öyleyiz.” Acar’ın duraksamadan verdiği cevaba yerimde çocuk gibi heyecanla sallanarak tepki verdim. “Bu kalabalık göz korkutucu olmadı mı gerçekten, ben evli olsam söylerken kekelerdim anasını satayım.”

Rüzgar’ın tepkisine gülmemek için dudağımı ısırdım. Acar’ın yerinde başka biri olsaydı kalp krizi geçirip kaçmak için bahane arayacağına emindim, ama ben şaşırmasam da onu tanımıyor oldukları için herkes şaşkın gibiydi.

“Korkacağım bir şey yok diye düşünüyorum, Feris’i üzmediğim sürece hiçbirinizin farklı bir tepki vereceğinizi sanmıyorum. Onu üzmek gibi bir düşüncem de yok zaten.” Toplantıdaymışçasına kendinden emin tavrıyla açıklama yaparken artık içeriye girmek için son adımımı attım.

“Herkes farklı isimle sesleniyor, aklını bulandırıyoruz böyle yaparak.” Annemin bambaşka bir konudan bahsetmesine içim erirken salona girdiğim için herkes susmuştu. “Ben de öyle düşünüyordum, üç isimle anılıyor olmak biraz yorucu gibiydi ama artık hiçbir derdim yok bununla. İstediğiniz gibi seslenebilirsiniz, her ismimi ayrı ayrı seviyorum.”

Annemi duyduğumu belli ederken diğer konuşmaları duymamış gibi eski yerime yerleştim. Az önce tabağımda bıraktığım, bitirmediğim bisküvilerden birini ağzıma tıkıp çiğnerken annem bana doğru döndü. “Deniz’i de seviyorsun yani, öyle mi?” O kadar büyük bir hevesle sormuştu ki eğer cevabım evet olmasaydı da hayır diyemeyeceğime emindim.

“Hı hı,” gibi bir mırıltıyla onaylarken annemin omuzuna doğru yattım. Yanağını saçlarıma yaslayıp aynı yeri öptü. “Adımı hanginiz seçtiniz?” diyerek aklıma gelen soruyu sorduğumda annem gülümsedi.

“Yaman ve Yekta’ya baban karar verdiği için üçüzlere isim seçmek için hakkı kalmamıştı.” Kıkırdayarak babama baktım. “Üç tane olacağımızı bilsen ilk iki ismi anneme bırakır mıydın?”

Sesli olarak anne kelimesini daha önce dile getirmemiştim. Annemin cümlemin arasında kaskatı kesilmesi ve hemen ardından kolunu bana daha sıkı sarmasının sebebi de büyük bir ihtimalle buydu.

Onun bu tepkisini başımı omuzuna daha sıkı bastırarak yanıtladım.

Benim sorumla herkes gülerken babam başını iki yana salladı. “Bıraktığımı söylemem aslında.”

“Ne?” Şokla aynı anda konuşan Toprak ve Rüzgar bir anneme bir babama baktılar. “İsmimizi annem koymuştu hani?” dedi Toprak merakla.

“Öyle oldu zaten oğlum, isimlerinizi ben koydum.” dedi annem

“Deniz hariç.” Bu kez aynı anda konuşan ikili annem ve babamdı.

“Ben Deniz ismine karar verince üçüzlerin isimlerinin anlam olarak uyması gerektiğine takmış olan anneniz isimlerinizi seçti.” Babamın gülümsüyor oluşuna aldanmadım, çünkü gülümsemesi buruk gibiydi.

Kaşlarım istemsizce çatılırken, Rüzgar ve Toprak’ın annemle olan diyaloğunu tam olarak dinleyemeden babama bakmaya başladım. Neden üzülmüş gibi bakıyordu?

“Baba!” diyerek dayanamayıp seslenerek dikkatini çektiğimde dikkatini çektiğim tek kişi o olmadı. Herkes bana dönmüştü. “Söyle can suyum.”

“Üzecek bir şey mi hatırlattım?” dedim kaygıyla. Hızla başını iki yana salladı. “Hayır, hayır tabii ki.”

İnanmadığımı belli edercesine üsteleyerek yüzüne baktığımda bakışlarını benden kaçırmadan yeşil gözlerini gözlerime çevirdi.

“İzgi’yi sık sık deniz kenarına kaçmış halde bulmamızın asıl sebebi belli olmuş oldu o zaman.” Yeliz teyze araya girdiğinde babam hızla ona döndü. “Nasıl yani?”

Koray’ın anlatmak için benden izin ister gibi bakmasına tebessüm ederek başımı salladım. “Özellikle kötü hissettiği anlarda İzgi’yi en hızlı iyileştirmenin yolu deniz kenarına götürmek, kendisi çoğunlukla bunu unutur ve tek başınayken içi sıkılsa da gitmeyi aklına getirmez ama biri yaparsa çok mutlu olur.”

Acar’ın bakışlarındaki değişimi kaçırmamıştım. Beni kahvaltıya götürdüğü, Bursa’dan yeni döndüğüm günlerdeki anıyı hatırladığına emindim. Denizin bana iyi geleceğini yine kendim unutmuşken o farkında olmadan beni denize kavuşturmuştu.

“İsminin aslında Deniz olduğunu öğrendiğimde benim için en büyük aydınlanma buydu sanırım.” diye ekleyerek susan Koray’a tekrar dönemedim. Babamın dikkatle onu dinlediğini görmüştüm. Yüzünü göremediğim annem ise kolumu yavaşça sıvazlayarak beni sarmayı sürdürüyordu.

“Telefonumu arabada bıraktım ben, alıp geleyim.” Babamın aniden salondan çıkması o kadar hızlı gerçekleşmişti ki kimse ne dur diyebilmiş ne de oturduğu yerde duran telefonunu aslında yanında getirdiğini anlatabilmişti.

Derdinin telefon olmadığını anladığım anda annemin omuzundan kalkıp ayaklandım. Savsak adımlarla salondan ayrılıp, babamın ne tarafa gittiğini anlayamaya çalışırken dış kapının kapanma sesiyle oraya yöneldim.

Kapıyı açıp bahçeye çıkarken ayağımda terlik dahi olmaması umurumda olan son şeydi. Çimlere basarak ilerlerken babamın beni fark etmeden arkası dönük halde yürüyor oluşunu durdurabilmek için seslendim. “Baba!” Sesim ona ulaştığı anda adımları bıçak gibi kesildi. Fakat bana dönmedi.

Bahçenin ortasına doğru ilerlemişti, adımlarımı hızlandırıp yanına yaklaştım. Önüne geçtiğimde avuçlarımı sakallarının üzerine yaslayıp yanaklarına dokundum. “Baba…” diye tekrarladım, bu kez sesim daha kısıktı.

Yeşillerinin parladığını, ama bu parlaklığın sebebinin mutluluk değil oraya dolan yaşlar olduğunu gördüğümde dudaklarım titredi. Kollarımı sıkıca boynuna sarıp başını omuzuma bırakmasını sağlarken parmak uçlarımda yükselmiştim.

“Özür dilerim, her şey için özür dilerim Deniz.” Babamın sesinin titrediğine ilk kez şahit olan kulaklarım bütün bedenime ikaz ışıklarıyla uyarılar verirken boynundaki kollarımı sıkılaştırdım. Yüzümü çevirip yanağına, sakallarının üzerine küçük bir öpücük bıraktım. “Sen bir şey yapmadın ki, suçlu olan biz değiliz baba.”

İki yanında sallanıyor olan kolları halen bana dolanmamıştı, bu genzimi yakarcasına acıttığında gözlerimin dolmaya başladığını hissederek sıkıca yumdum. “Benim yüzümden… Benim yüzümden ayrı kaldık, her şey benim yüzümden Deniz. Allah kahretsin beni, başımın dikine gitmeye çalıştığım günü Allah kahretsin.”

Babamın gittikçe yükselen sesiyle korkmak yerine onun için endişelenirken yanağını öpmeye devam ettim. “Senin yüzünden değil, sen beni bırakmak istemedin ki. Yaşıyor olduğumu bilseydin beni bulurdun, biliyorum ben.”

Yumruk halindeki ellerinden birini belime çıkartıp oraya yasladı. Bana sarılmıyordu ama kaskatı kesilmiş elini hissediyordum.

“Affedecek misin beni?” diye sorarken Pamir’den farksız oluşuna gözlerimden intihar eden birkaç damlayla tepki verdim. Ben ne söylersem söyleyeyim babam bambaşka bir andaymış gibi kendi kendine konuşuyordu. Ona ulaşamıyor oluşum çaresizce duraksamama neden oldu.

“Ben babamı affetmeyeceğim hiç, Deniz. Ama sen beni affet can suyum, sen babanı affet.”

Cümlelerini ilk anda hiçbir şey anlayamadan dinlemişken zihnimde duyduklarımı tekrarladığımda fark ettiğim kısımla, kapattığım gözlerimi araladım. “Baban mı?” diye fısıldayabilmiştim.

Yüzünü yasladığı boynumda hareket etmeden durdu, belimdeki eli yumruk olmayı bırakıp avucu sırtıma yaslandı. Cevap vermediğinde geri çekilmeye çalıştım. “Baba, ne demek istedin az önce?” Duyacağım cevaptan hem korkuyor hem de bir an önce duymak için acele ediyordum.

“Yok bir şey babam, yok bir şey.”

Başımı iki yana salladım. “Var, kandırma beni. Yalan mı söyleyeceksin bana?”

Babam hızla boynumdan kalkıp az önce benim ona yaptığım gibi yanaklarımı kavradı. “Söylemem, yalan falan yok.”

Gözlerimden yaşların firar ediyor olduğunu böylece fark etmiş oldu. Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı, ne dediğini anlayamamıştım bile. Yanaklarımdan akan yaşları boynuma inmeden önce dudaklarıyla yakalayıp üzerlerini öptü. “Ağlama kurban olurum gözyaşlarına senin.”

“Benden bir şeyler saklama, herkes benden bir şeyler saklamış bugüne kadar. Sen saklama baba, n’olur.” Yalvarır gibi çıkan sesimle konuşurken babam yanaklarımı okşamayı sürdürüyordu. “Sonra konuşacağız, söz veriyorum konuşacağız ama şimdi değil.”

“Akşam konuşuruz o zaman, içeride bizi bekliyorlar diye mi konuşamıyoruz?” diye sordum burnumu çekerek. Babam içeride olduğu gibi buruk bir gülümsemeyle baktıktan sonra önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. “Tamam, akşam konuşacağız. Evde hep birlikte konuşmamız gerekecek.”

Kollarımı aşağıya indirip sırtına sardıktan sonra kafamı göğsüne yasladım. “Sarıl şimdi kocaman, demin sarılmadın diye küsmeme on saniye kaldı.”

Babamın kısık sesli gülüşünü dinlerken güçlü kollarıyla beni sıkıca sarışı dışında hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Yüzümü göğsüne sürtüp kokusunu almaya çalışırken saçlarıma bastırdığı çenesinin ağırlığıyla gözlerimi kapadım.

“Yetiştim mi küsmeden?”

“Biraz düşüneceğim.” diyerek yalancı bir şımarıklıkla mırıldanırken güldü. Söyledikleri ve az önceki hali bütün dengemi bozmuştu, evet. Ama akşam konuşacağız demişti ve ben akşama kadar kalan saatleri bunu düşünerek geçirmeyecek kadar tecrübe edinmiştim. Bunun hiçbir yararı olmuyordu.

“Koray’ın ailesiyle hep yakın mıydın?” diyerek konuyu bambaşka bir yere çekmek istemesine engel olmadan ona uydum.

“Koray okula dahi gitmeden önce hayatıma giren ilk arkadaşım, komşuyduk aslında ama sonra taşındık biz.” dedim iç çekerek. O yıllarda buna ne kadar üzüldüğümü şimdi bile çok net hatırlayabiliyordum. “İçe kapanık bir çocuk olarak büyüdüm. İnsanların beni sevebileceğine olan inancım hep azdı, bu evdeyken bu sorunu en az anımsadığım anları yaşıyordum hep.”

Anlattıklarım boyunca kafamı babamın göğsünden kaldırmamıştım. “Eksik büyüdüm,” dedim fısıldayarak. “Ama Koray ve onun ailesi olmasa eksik bile olsa büyüyemezdim sanırım.” Bu kendime de çok sonradan ettiğim bir itiraftı. Ağır bir itiraftı.

Ergenliğimde fazlasıyla artan, intihara meyilli düşüncelerimi uygulamaya döküşüme en büyük engel onlardı. Kimsenin beni sevemeyeceğine o kadar inanmış haldeydim ki Koray karşımda bağıra çağıra bana ‘onları görmezden gelen bir bencil’ olduğumu haykırana dek gerçekten ölmeyi düşünmüştüm defalarca.

Babam söylediklerimi doğru şekilde algıladığına emin olduğum bir halde bedeni titrer gibi irkildiğinde kolları mümkünmüşçesine beni daha sıkı sardı.

Bir süre boyunca öyle kaldık, hiçbir şey konuşmadan sadece sarılarak bekledik. Bundan bir şikayetim yoktu, halimden memnundum. Babam saçlarımı öptükten sonra konuşmaya başladığında dikkatimi ona verdim. “İçeriye dönelim mi artık? Annen delirmiştir.”

Tek delirenin annem olduğunu sanmıyordum, bayağı zaman geçmişti ve ne halde olduğumuzu herkes merak ediyordu muhtemelen. “Dönelim.” dedim itirazsız.

Babam omuzuma attığı koluyla beni kapıya yönlendirirken bahçeye bakan büyük camda dizili duran kalabalığın aniden ortadan kaybolmaya çalışmasına denk geldiğimde dudaklarımdan küçük bir kahkaha fırladı. “Bence delirmemiş de olabilir, hepsi film izler gibi buraya bakıyordu.” Elimle salonun büyük camını işaret ettim. Şu an kimse kalmamış olsa da az önce yediden yetmişe orada bekliyorlardı.

“Fikir kimden çıkmıştır sence?” dediğinde duraksamadım. “Sedat amca olduğu konusunda varımı yoğumu verebileceğim iddialara girebilirim.” Bugün babamla konuşurken kapı menteşelerini incelediğini hatırladığımda parçaları birleştirmek kolay olmuştu.

“Ben 1 numaraya da hiç güvenmiyorum.” Yaman abimi araya katan babamla konuşa konuşa kapıya yaklaşırken olumsuzca kafa salladım. “Sedat amca diyorum.”

“Girelim o zaman varınızı yoğunuzu vereceğiniz iddiaya Deniz Hanım.” Serçe parmağını uzattığında tereddüt etmeden parmağımı onunkine doladım. “Girelim Savaş Bey.”

“Kazanırsam…” dedikten sonra sırıttı. “Bu gece birlikte uyuyacağız.” Kalbimin heyecanla çırpınması hiç gecikmezken içimden ‘lütfen fikir Yaman abimden çıkmış olsun’ diye dilekler dileyen sesi susturdum. Babamla uyumak istediğimi az önce fark etmiş olabilirdim ama kuyruğumu indiremezdim.

“Ben kazanırsam peki?” dedim kendimden emin bakışlarla.

“Açık çek, kazandıktan sonra karar versen de olur. Ne istersen kabul edeceğim.”

“Anlaştık.” diyerek heyecanla konuşurken zile peş peşe bastım. Sedat amcanın mesleki deformasyonuyla herkesi gözlemlemesine güveniyordum, iddiayı kazandığımdan yüzde doksan dokuz emindim.

Kapı Koray tarafından açılınca heyecanımı bastırmak ve şans getirmesi için yanağını öpüp salona ilerledim. Ben salona girdiğimde babam ve Koray da arkamdan geldiler.

Koray yerine geçip otururken babam ve benim üzerimizde gezinen birçok çift bakışa zaman tanıyarak sessizce bekledim. İyi olduğumuzdan emin olmuş gibilerdi.

“Az önce camdan bize bakıyordunuz ya hani,” diyerek başladığım cümlemle hepsi anketör görmüş ve kaçmak istiyormuş gibi kafalarını çevirdiğinde kollarımı göğsümde birleştirdim. “Gördük zaten, buradan kurtarmanız çok zor.”

“Yanlış görmüşsünüz demek ki koca yanak, hepimiz koltuklarımızda oturmuş sohbet ediyorduk.” Soner abiye ‘tabii öyledir’ anlamlı bir bakış atıp babama baktım. “Sorun bizi izlemeniz değil, Deniz başka bir şey soracak.”

“Sor annecim.” Annem bana baktığında onun doğru cevabı vereceğinden emin olamadığım için en objektif kişiye yöneldim. “Acarcım?” derken bakışlarımı sevgilime çevirmiştim.

Odadaki erkek çoğunluğu yine kılçık yutmuş gibi sesler çıkartırken burnumdan sert bir nefes vererek düzelttim. “Yani şey, Merihcim?”

Düzeltme yapacağımı zannettikleri ilk iki saniye rahatlayan ekip bana şaşkın şaşkın bakarken omuz silktim. “İkinci adına mı şaşırdınız?”

“Kesinlikle ona şaşırdık abicim evet.” Yekta abime göz kırpıp Acar’a döndüm. “Dinliyorum zümrüt göz.” Acar halinden memnun görünüyordu, nötr ifadesinde neredeyse gülümsemeye dönen bir hareketlilik oluşmuştu.

“Zümrüt göz diyor kızıma Pınar, duyuyor musun?”

“Duydum Savaş, çok tatlı bence de hayatım. Ben de sana derim beğendiysen, gözleriniz aynı zaten.” Annem babama destek çıkmak yerine uyarır gibi konuştuğunda ona gülümsedim. Babam sırtımı göğsüne yapıştırdığında hiçbir şey olmamış gibi ona yaslandım. “Camdan bizi gözetleme fikri ilk kimden çıktı Acar?”

“Ne yapacaksın sen bunun cevabını acaba?” Rüzgar merakla sorduğunda ona elimle bir dakika gibi bir işaret yaptım. Beklentiyle Acar’a döndüm. “Kim söyledi bunlara bir baksak mı diye, kimsenin baskısı altında kalmadan cevaplayabilirsin ben seni korurum. Yani… Benim gücüm yetmezse de babam korur.”

“Yok, korumam. Elimi bile sürmem.” Babam homurdanırken kafamı ona çevirip gözlerimi kırpıştırdım. “Bakma öyle koca koca gözlerinle.” derken görüş açımdan çıkmaya çalıştı.

“Abindi.” Acar’ın ağzından çıkan tek kelimeyle son bir umut sordum. “Yekta ya da Soner olma ihtimali nedir bu abiden kastımızın?” En azından ikimiz de bilememiş olsak iddianın kazananı olmamış olurdu.

Acar benim neye üzüldüğümü anlamamış gibi bakarken kaşlarını olumsuz anlamda kaldırıp indirdi. Yanında oturan Yaman abimi gözleriyle işaret ettiğinde babam kolunu boynuma doğru sardı arkamdayken.

“Sedat amca ya!” diyerek hırsımı ondan çıkartırken irkilerek bana baktı. “Yaman dedi kızım bana ne kızıyorsun? Geldiler buna yine.”

Ben görmüyormuşum gibi eliyle ‘deli’ olduğuma dair bir işaret yaptığında herkes kahkahalara boğulurken ben de içten içe sırıtıyor olsam da kaybettiğime sevindiğimi belli etmemeye çalıştım.

“İlk defa bu kadar işe yaradığını görüyorum 1 numara, aferin.” Yaman abim babamdan gelen ani iltifatı şaşkınlıkla sindirmeye çalışırken Toprak söylendi. “Şu numaralandırma işi sonlanmamış mıydı?”

“Kim söyledi sonlandığını 4 numara?”

“Bari neden Rüzgar 4 değil de ben 4 numarayım onu söyle.” Rüzgar pis pis sırıtıp Toprak’ın omuzuna vururken babam düşünür gibi bir ses çıkarttı. “Keyfim ve kahyası öyle karar verdiler.”

Verdiği cevabın alaycılığı Toprak dışındakileri güldürürken ben merakla babama baktım kafamı geriye doğru atıp. “Ben 5 numara mıyım?”

“Sen numaralandırma da yoksun.” Bir an kendimi nedensizce kötü hissedecekken babam şakağımı öptü. “Sen bir tanemsin, bu danaların listesine seni koyar mıyım?” Gönlüm hızla alındığında gülümsedim.

“Evlatlarını ayırmayışın çok tatlı baba, eksik olma.” Yekta abim dalga geçerek konuştuğunda babam benimle birlikte boş kalan koltuğa ilerledi. “Evlat eşitliği isteyen anasının dizinin dibine gidebilir, benim tarafım hep belliydi.”

“Şeytan tüyü var sende koca yanak, babam da Koray ve benden daha çok seni seviyor. Babalarımızı salsana kızım.”

“Ayı gibi oldunuz, şu kızın narinliğine güzelliğine bak bir de dön kendinize bak. Sizi mi sevecektim?” Sedat amca hayretler içerisinde konuşurken Soner abinin küskünce arkasına yaslanmasına yine salonda kopan kahkahalar eşlik etti.

“Sedat düzgün konuşur musun, bak çok üzüldü çocuk.” Yeliz teyze, Soner abiyi üç yaşındaymış gibi sarı sarmalarken Sedat amca omuz silkti. “Doğruları söyledik işte.”

“Üzülmesin diye beyaz yalan söyle biraz, bir şey olmaz.” Yeliz teyzenin tepkisine bu kez ben de kahkaha atınca Soner abi doğruldu. “Sağ ol anne ya, yalan söyle diyorsun bir de.”

Yeliz teyze dudaklarını büzüp Soner abinin göğsüne yaslandığında Soner abinin siniri fıs diye sönüp annesini sarıp sarmaladı.

“Kıskandıysanız siz de bana yaslanabilirsiniz canım anacım.” Yaman abim annemi omuzuyla dürterken annem kıkırdadı. “Kıskandım bayağı. Yaslanayım bakayım.”

Babam bana, Soner abi ve Yaman abim de annelerine sarılmışken Toprak homurdandı. “Kadın kalmadı geriye, Rüzgar’a mı sarılayım Koray’a mı sarılayım ne yapayım?”

 

~

 

“Arabada beklemek isterseniz…” diyerek başladığım cümlem arabadan beni duymamış gibi inen babam, Toprak ve Rüzgar nedeniyle havada asılı kalmış oldu. “Sanırım istemiyorsunuz.” diyerek hafif alayla konuştuğumda Toprak beni kolunun altına çekip birlikte yürümeye başlamamıza sebep oldu.

Yanımda hiçbir eşyam yoktu, eve geçmeden önce babama atölyeye gitmek istediğimi söylemiştim. Pamir uyuduğu için annem abimlerle birlikte eve geçerken ben babam ve üçüzlerimle birlikte buradaydım. Sedat amcalar yemeğe kalmamız için ısrarcı olsalar da babamın eve sakladığı konuşmayı yapmak için daha fazla dayanacak sabrım yoktu.

Koray’dan aldığım yedek anahtarım elimdeydi, binanın kapısını açtığımda üçü peşimden geliyorlardı. Üst kata çıkmak için asansörü beklemek yerine merdivenlere yöneldim. Asansör fazlasıyla dardı ve Toprak’ın klostrofobisinin bundan memnun olacağını sanmıyordum.

Son merdiveni çıkıp atölyenin kapısını açmaya başlarken binanın içini inceleyen babama göz ucuyla baktım. “Bir şey mi oldu?”

“Olmadı babacım, aç hadi girelim.” Kilidi açıp kapıyı geriye doğru ittim. Önden ben girip köşedeki ayakkabılıkta ayakkabılarımdan kurtuldum. İçerisi birkaç gündür uğramadığım için havasızdı.

“Kapıyı kapatırsınız, camları açayım ben direkt.” Salona geçip camlardan birini sonuna kadar açtım. Peş peşe salona giren üçlünün meraklı küçük çocuklar gibi salonumu incelemeye başlamalarını küçük bir gülümsemeyle izliyordum.

“Atölye derken abartmıyormuşsun, cidden atölye burası.” Rüzgar, en son üzerinde çalışıyor olduğum tablonun karşısında duran sandalyeme oturup etrafında yavaşça döndü. “Çok güzeller.” Toprak da yerde duran eski tablolarıma bakarken mırıldanmıştı.

“Teşekkür ederim.” diyerek Toprak’a odaklanmışken babamın tablolardan uzakta, kenardaki masanın üzerindekilere dikkatle bakıyor olduğunu gördüm. Önce masada hangi çizimleri bıraktığımı anımsayamamıştım ama ona doğru bir adım attığımda parmak uçlarıyla dokunduğu çizimleri görebilir haldeydim.

Rüyalarımdan uyanır uyanmaz aklımda kalanları çizdiğim portrelerdi. Babam, Yaman abim ve Rüzgar şu anki halleriyle resmedilmişken annem, Yekta abim ve Toprak -yani o rüyalardan önce henüz hiç tanışmadıklarım- rüyalardaki halleriyle kağıttalardı.

“Bunlar…” diyerek bir şey söyleyecekmiş gibi başlasa da devamını getiremeden başını çevirip bana baktı. Babamın tepkisi Toprak ve Rüzgar’ı da masanın yanına götürdüğünde yanlarına yaklaşmak yerine biraz gerilerinde beklemeyi seçtim.

“Şirkete geldiğim günün öncesinde tam bir hafta boyunca her gece benzer rüyalar gördüm. Zihnim yaşadığım anıları bana hatırlatmak istedi ya da benzerlerini kendisi üretti, bilmiyorum ama hepsinin karakterleri sizdiniz. Sabahları, ya da gece yarılarında uyandığımda aklımda kalanları çizmek istedim.”

“Annemin gençliği… Fotoğrafa bakıyormuşum gibi geliyor, bunu çizmeden önce annemi hiç görmemiştin ki ama.” Rüzgar şaşkınca konuşurken elinde annemi çizdiğim resmi tutuyordu.

Babamın elinde ise kendisi vardı. Kucağında yüzü ona dönük şekilde boynuna yaslanmış bir bebek tutuyordu. O bebeğin kim olduğunu belli eden tek ayrıntı bebeğin saçlarının tepede küçük bir fıskiye gibi toplanmış olmasıydı. Bir kız bebeğe sarılıyordu, ama kendisi şu anki görünüşüyle aynıydı.

Bugünkü Savaş Göktürk, yirmi yıl önceki Deniz Göktürk’e sarılıyordu.

Babam, resmi incitmekten korkar gibi narince kavramışken bana baktı. “Bunu ben alayım mı?”

Tereddüt etmeden başımı salladım. “Hı hı, al.”

“Diğerlerini de zarar görmeyecekleri şekilde çerçeveletelim. Böyle kalmasınlar.” Toprak kalan resimleri yavaşça bir araya topladıktan sonra onay ister gibi bana baktığında ona da onaylar bir baş hareketiyle cevap verdim.

Üçü de şaşkın haldelerdi. Onları biraz rahat bırakmaya karar verdim. “Ben sırt çantama bir iki parça eşya koyayım, üzerimi de değiştirip geleyim.”

Yanlarından ayrılıp içerideki odama geçtim. Dediklerimi çok oyalanmadan hallederken üzerimdeki siyah tayt ve Koray’dan arakladığım kocaman bir tişörtle salona döndüm. Sırt çantama gece giyebileceğim bir şeyler koymuştum, o da elimdeydi.

“Hazırım ben.” diyerek salona girdim. Toprak ve Rüzgar koltuğa oturmuşken babam camın önündeydi, dışarıyı inceliyor gibi görünüyordu. Ben konuştuğumda üçü de bana döndüler.

“Çıkalım o zaman.”

“Tişörtlerini seneye giymek için büyük mü alıyorsun güzelim?” Toprak ayağa kalkarken konuştuğunda sırıttım. “Koray’ın bu, rahat oluyor kocaman olduğu için.”

Rüzgar memnun olmamış gibi baktı. “Neyse, Acar’ın da olabilirdi sonuçta. Bununla idare edelim.”

“Ben evde sana bolca tişört hediye ederim, yetmezse diğerlerinin dolabına da bakarız.” Toprak yanımdan geçerken elimdeki sırt çantasını da alıp tek omuzuna taktı.

“Boş bir dosya buldum kenarda, resimleri buna koyduk. İyi mi böyle?” Rüzgar masada duran resimleri gösterdi. “Olmuş evet, eve gidene kadar köşeleri kıvrılmamış olur.”

Rüzgar da resimleri aldığında geriye ben kalmıştım. “Ben de seni alayım o zaman.” Babam omuzuma attığı koluyla beni göğsüne yasladı. Dış kapıya yürümeye başladık. “En zor iş sana kaldı.”

“En güzeli bu, merak etme.” dediğinde alttan alttan nazlı bakışlarla babama baktım. Gülerek alnımı öptü. “Atölyeyi daha güvenli bir yere taşımak seni çok üzer mi?”

Aniden sorduğu soruyla adımlarım yavaşlarken Toprak ve Rüzgar’ın aşağıya doğru inmeye başladığını belli eden adım sesleri duyuldu. “Neden taşınayım ki? Burası yetiyor bana.”

“Güvenliği olan bir site bulurum senin için, hatta nasıl bir yer istersen sen incelersin. Böyle apaçık bir binada kalman içimi rahat ettirmeyecek. Anladığım kadarıyla sıkça burada kalıyorsun geceleri de.”

“Bugüne kadar hiçbir sorun yaşamadım, iyiyim böyle.” dedim fazla uzatmadan. Burası benim için yeterliydi, ilk aylarda Levendoğluların ödediği kiramı zamanla tamamen üstlenmiş ve sattığım tablolardan çıkarmaya başlamıştım. Sıkıştığımda onlardan yardım istemek işiteceğim bin azar demek olduğu için ise Soner abi birkaç kez yardım etmişti.

“Bugüne kadar sorun yaşamaman daha sonra da olmayacağı anlamına gelmiyor Deniz, bir düşün sen bunu babacım. Ben de bulduğum yerleri sana gösteririm bu süreçte. İçine sinen bir yer bulana kadar bekleriz.” Başımı yana doğru eğdim. “Bir anda nereden çıktı bu konu?”

“Senin güvenliğinle ilgili hiçbir risk olmamalı ortada Deniz, buna evham de abartıyorsun de ama umurumda değil. Her adımını güvenle atmanı istiyorum, sana gelecek en ufak bir zarar bana bin katı gibi geliyor.”

Derin bir nefes aldıktan sonra sessizleştim. İtiraz etmemiştim ama kabul de etmiş sayılmazdım. Ama düşünmek için kendime biraz zaman verecektim.

“İnelim biz de, merak etmişlerdir nerede kaldık diye.”

“Seni sıkmak istemedim, kızdın mı?” Yürümeye başlamadan önce yanağımı kavrayıp ona bakmamı sağladı. Yanağımı avucuna doğru bastırdım. “Kızmadım, senin bakış açından görebilmek için biraz düşüneceğim sadece.”

Boşta kalan yanağımı öptü. “Tamam can suyum, düşün.”

Anahtarımı bu kez unutmamaya dikkat ederek kapıyı düzgünce kilitledikten sonra arabaya ilerledik. Gecikme sebebimizi sormayan Toprak ve Rüzgar çoktan yerlerine yerleşmişlerdi.

Gelirken arka koltukta Toprak’la oturmuşken şimdi ise Rüzgar yanıma geçmişti. Yol boyunca kafamı onun omuzuna yaslayıp dışarıyı seyrederken çok geçmeden eve ulaştık. Hava biz yoldayken tamamen kararmıştı. Bahçedeki ışıklandırmaların parıl parıl parlayışı ilgimi çektiğinde merakla etrafa bakındım.

Amcamların oturduğu ev ile paylaştığımız geniş bahçe birçok alana bölünmüştü. Her alanı ziyan edilmeden değerlendirilmişti.

“Akşam daha güzelmiş bahçe.” diyerek arabadan indikten sonra konuştuğumda Rüzgar da ilk kez görüyormuş gibi etrafa bakındı. “Yemekten sonra dışarıda otururuz biraz istersen.”

“Olur.” diyerek memnuniyetle onayladım. Eve doğru ilerlerken aniden önümüzde beliren bedenlerle bir adım gerilemiştim.

Dört kişiden üçüne artık aşinayken dördüncünün de kim olduğunu az çok tahmin edebilmem zor olmamıştı.

“Kimleri görüyorum burada, ortamın enerjisi değişmiş hemen.” Amcamın beni Rüzgar’ın kollarından hızlıca ayırıp sarılmasına kıkırdadım. Kollarımı sırtına sardım. “Güzel bir değişimdir umarım.”

“Barış! Çekilsene azıcık, siz kaynaşmışken ben daha tanışamadım bile.” Amcamın arkasından sitemle seslenen kişinin yengem olduğunu düşünüyordum.

Amcam beni serbest bıraktığında eliyle karşımdaki kadını gösterdi, annem yaşlarındaydı. “Eşim Aylin, arkadaki iki sırığı tanıyorsun zaten fıstığım.”

Sırıktan kastının oğulları olmasını göz ardı ederek nasıl bir hamle yapmam gerektiğini düşünerek Aylin yengeye baktım. Elimi uzatmak ya da sarılmak arasında gidip gelirken parıl parıl parlayan gözleriyle kollarını iki yana açtı. “Sarılabilir miyim?”

İzin istemiş olmasına tebessüm ederek cevabımı kollarının arasına girip vermiş oldum. “Canım benim, güzel kızım.” Sırtımı okşarken verdiği tatlı enerjinin anne şefkatine benzer oluşuyla mayışmış gibiydim. Omuzunun üzerinden arkada bekleyen Ufuk ile göz göze geldiğimde bana göz kırptı.

Sanırım şu ana dek en az diyaloğumun olduğu isim ve o ve annesiydi. Selim -abi demeye başlama konusunda nedensizce acele etmiyordum- ile ilk geldiğimde aniden derin bir sohbet etmiş olduğumuz için geriye onlar kalmıştı.

“Hoş geldin ait olduğun yere yengesinin güzeli.”

“Replik çalma hatun, ben amcasının güzeli diye seviyorum onu.” Amcam araya girdiğinde yengem sinek vızıldamış gibi beni sarmaya devam etti. Babamın güldüğünü duydum. Amcamın umursanmamasına tabii ki en çok o sevinmişti.

Amcamlar da dahil olmak üzere eve girdiğimizde bu akşam duyacaklarımı ikinci kez aklımdan silmeyi denedim.

Babam anlatmaya başlayana dek hiçbir şey olmamış gibi davranacaktım. Bu doğru bir karar gibi görünse de yine sonradan bir patlama yaşamaktan çekiniyordum.

Herkes evde bir köşeye dağılmışken tek başına bir koltuğa ilerliyor olan Selim’i gözüme kestirerek adımlarımı yanına yönelttim.

Sessizce koltukta yanına yerleşip karşıya bakarken burnundan sert bir nefes vererek güldüğünü duyumsadım. “Pamir uyumak istediği kişiyi seçip yanına böyle yaklaşır ve sessizce bekler fark edilene dek. Halası da aynı şeyi konuşmak istediği kişiyi seçtiğinde mi yapıyor?”

Göz ucuyla ona bakarken kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Gideyim mi?”

“Bence gitme, ama sen bilirsin tabii.” Sakince cevapladığında yarı açık ağzımla birlikte ona döndüm hızla. “Hayır sakın gitme canım kuzenim demen gerekiyordu.”

Salondaki kimsenin dikkati bizim üzerimizde olmadığından bacaklarımı tamamen yukarıya toplayarak bütün bedenimi ona çevirdim. “Etik olarak sana psikoloğummuşsun gibi davranamam değil mi? Aileden birisin çünkü…”

Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. “Psikoloğun olamam evet, ama dertleşmek istediğin kuzeninmişim gibi yapabiliriz belki. İstemesem de mesleki alışkanlıklarım ortada kalır merak etme.”

Omuzlarım gevşerken gülümsedim. “Anlaştık o zaman psikoloğum olmayan ama dertleşmek istediğim kuzenim.”

“Kısaca Selim abi yeterli olabilir sanki.”

Yüzümü buruşturdum. “İlk tanıştığımızda sana abi diyerek başlamadığım için bir süre abi demek için kendimi alıştırmam gerekecek.”

Bu, duyduğu en acı habermiş gibi arkasına yaslandı. “Yekta ve Yaman’ı kıskandırarak delirtemeyeceğimi mi söylüyorsun yoksa bana mı öyle geldi?”

Kulağına doğru yaklaştım. “Onlar varken demeye çalışırım, teşekkür olarak kabul edebilirsin.”

Gülerek beni omuzumdan kendisine doğru çektiğinde arkamdan acı dolu bir inleme yükselince telaşla oraya döndüm. Kendisini koltuğa yarı yatar halde atmış olan Ufuk’a korkuyla bakarken kalbini tuttuğu için Yekta abime seslenmek için ağzımı aralamıştım.

Kalp krizi geçiriyor gibi duruyordu, tek tesellim evde bir kardiyolog oluşuydu.

Benim dışımda salonda olan -babam, amcam ve üçüzlerim buna dahildi- kimsenin kılı kıpırdamadığında şaşkınlığım katlanırken Selim’in kollarından ayrılıp Ufuk’a gitmeye çalıştım.

“Ufuk iyi misin? Baba bir şey yapsanıza!”

Ufuk ben konuştuğumda az önce kriz pozisyonunda duran o değilmiş gibi sırıtarak doğruldu. “Abimle benden önce yakınlaştığını gördüğümde kalbim kırıldı, ama iyiyim. Daha iyi olmam için abimi bırakıp yanıma gelebilirsin.”

Yanında oturan Toprak kafasına vurdu. “Senin mallıklarına alışkın değil Deniz, rahat dur ruh hastası çocuk.”

“Kalp krizi geçiriyor gibi duruyordun.” dedim sakinleşmeye çalışırken.

“İyiyim iyi, Yekta abi evdeyken kalp krizi geçirmek istemem. Biraz geç müdahale edilsin de aksiyon olsun hayatımızda.”

Yanımda oturan, ilk andan beri olgunluk abidesi gibi görünen Selim ile karşımda konuşan kişinin aynı anne babadan var olmuş olmasına hayret etmekle meşgulken Ufuk ayaklanıp yanıma yaklaştı. Abisi ile aralarında kalacağım şekilde yanıma oturdu.

“Herkesle yakınlaşmışken ben biraz uzakta kaldım, aramızdaki mesafeyi hızlı aşalım istedim.”

“Kalp krizi rolü gerekli miydi?” dedim gözlerimi kırpıştırarak ona bakarken.

“Rolümü büyütmeyi seviyorum diyelim.” derken içten bir şekilde güldüğünde dayanamayarak ben de güldüm.

Şu ana kadar ailenin diğer üyeleriyle tüm tanışmalarım dramatik olsa da Ufuk bir ilki gerçekleştirerek beni hem şoklar içinde bırakmış hem de fazlasıyla korkutmuştu.

Kafasını omuzuma koyduğunda yanağımı saçlarına yaslarken bizi izleyen salondaki diğer kişilere gülerek tepki verdim.

“Biraz… Değişik bir anı oldu.”

“Narinliğe bakar mısın? Değişik diyor Ufuk’a, kızın aklını aldı üç dakikada asalak herif.” Amcam, babama beni işaret ettiğinde babam göğsünü kabarta kabarta konuştu. “Üçüncü çocuk için Aylin’i ikna etmeyi başarsaydın belki kızın olabilirdi, bu benim.”

“Amca baba yarısıdır, o yüzden Deniz’in yarısı benim. Boşa kendini yorma.”

Üzerimden arsaymışım gibi pay çıkartıp bunu eşleri gelene dek neredeyse bir tartışmaya çeviren babam ve amcamı Ufuk’un saçlarına yaslı şekilde kocaman açılmış gözlerimle izlemeye devam ettim.

Çok sevileyim diye dilediğim çocukluk dileklerim yerine gelirken biraz yoğun gerçekleşmişlerdi sanırım.

 

~~~


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm