Sen Başkasın 9.Bölüm

 9.BÖLÜM



İyi okumalar!

 

~~~

 

 

Bir anlığına başımı geriye doğru yaslamış, koltuğun sırt kısmına ensem denk gelecek şekilde kendimi serbest bırakmıştım.

Üstümde dinmeyen bir yorgunluk, taşıyamadığım bir ağırlık vardı. Günlerdir… Hayır, yıllardır benimleydi bu hisler…

Gözlerimi kapatmaya karar verdiğim anın üzerinden henüz birkaç dakika bile geçmemişken kulağıma dolan karmaşık adım sesleri ve konuşmalar ile birlikte kaşlarım çatılı halde gözlerim aralanmıştı.

Salondaki koltuklardan birindeydim. Bu koltuktan kapıyı net bir şekilde görebiliyordum. İçeri birbiri ardına giren üçlüyü de rahatça gözlemleyebilmiştim bu nedenle.

İlk gelen Sinan’dı. Koşuyor görünüyor ancak bana kalırsa normalin de altında bir hızla ilerliyordu. Ne yapmaya çalıştığını anlamam ise birkaç saniyemi bile almamıştı.

Koşma hızını peşindeki kişiye göre ayarlamıştı. Tam arkasında yamuk bir şekilde koşturan Umay vardı, Sinan’ın ağır çekimdeki adımlarına zar zor yetişiyordu. Sinan’ın sahilde yürüyor gibi tasasız ve rahat görünmesine karşın Umay nefes nefeseydi.

Bütün bunların aralarındaki bir oyun olduğunu zannetmeme engel olan, salona dalan üçüncü kişiydi. Doğan da Umay’ın arkasından ona yetişmekte zorlanır gibi koşturuyordu. Elinde tuttuğu tabağı gördüğümde gülecek gibi olmuş ve bütün bu koşturmanın nedenini anlamıştım.

Tabakta Umay’ın ara öğünü vardı.

“Geliyoy Şinan, koş. Yakalıcak bisi.”

Umay, Sinan’ı uyarma nezaketini elden bırakmadan kesilen nefesleri eşliğinde konuşmuştu.

“Dayanamıyorum,” dedi Sinan ilk bulduğu koltuğa kendisini bırakırken. “Gücüm bitti, çiçeğim. Daha koşamam.”

Umay gözlerinin önünde koltuğa devrilen Sinan’a bakarken küçük omuzlarını düşürdü. “Ama… Ama yakalanıysak yemek yemek lajım, sös veydik.”

Umay, Sinan’a bir şeyler anlatırken arkasından yaklaşıp tek koluyla kendisini karnından sarıp havaya kaldıran Doğan’ı sezememişti. “Ay!” diye tiz ama kısık bir sesle karnındaki kolu tuttuğunda paniğinin bile bu denli sevimli oluşuna güldüm hafifçe.

“Ne oluyor?” diye sorduğumda Umay havada durmasına rağmen herhangi bir sorun yokmuş gibi bana baktı. “Meyaba Ateş,” dedi adımı kendisine özgü şekilde seslenip.

“Sana da merhaba bebeğim,” dedim oturduğum yerden dikkatle ona bakarken.

Yanaklarının kızarık bir hal almasını anbean izledim.

Ona adından başka bir şeyle seslendiğim anlarda zaman zaman böyle tepki verip beni tatlığıyla öldüresi oluyordu.

Al al olan yanaklarının ona kattığı tatlılıkla sınandığım kadar, bu özelliğini kopyaladığı annesini de aklıma düşürüyor ve bir süreliğine nefessiz kalmama neden oluyordu.

Kimi kandırıyordum?

Esila’nın aklıma uğraması için Umay’ın onu andırmasına gerek yoktu. Hep aklımın bir köşesindeydi, o köşe onundu. Kovabilecek olsam yıllarca beklemez, bunu çoktan halletmiş olurdum.

Umay’ın bedenini bana doğru yaklaşmış, üstüme eğik bir biçimde gördüğümde daldığım yerden kopmam da aniydi. Doğan’ın kucağındaydı ama bana doğru sarkıyordu, daha doğrusu sarkıtılıyordu.

Beklemedim. Küçük bedenini kavrayıp kendime çektiğimde göğsüme yakın bir yere yaslı olacak şekilde kucaklamıştım onu.

Bedeni sıcaktı. Bir süredir koşturdukları için -ikizler yürüdüğü ve Umay onlara hız uydurmak için koştuğu için- kalbinin hızlandığını da göğsüme dayalı göğsünden hissedebiliyordum.

“Yoruldun mu?” diye sorduğumda sarı bukleleri sallanacak şekilde başını iki yana hareket ettirdi. Olumsuz cevap vermesine rağmen bedenini bana devirmiş, sessiz sessiz nefeslerini düzenlemeye çalışıyordu.

Güler gibi oldum. Müdahale etmeden onun beni dinlenme koltuğu olarak kullanmasına izin verdim.

Bir kolum Umay’a sarılıydı, dizimde düzgünce oturabilmesi için destek veriyordum. Diğeri ile Doğan’a elindeki tabağı işaret ettim. Doğan hiç itiraz etmeden tabağı elime tutuşturdu. Bu görevden azat edildiği için günü aydınlanmış gibi görünüyordu.

Birkaç kaşığı bile doldurmayacak miktarda yoğurt ve yanına küçük küçük kesilerek eklenmiş muz parçaları vardı tabakta. Umay’ın neyi hiç yemeyeceğini ve neleri biraz ısrar sonucu yiyebileceğini öğrenmeye başlamıştım.

Onu tanımaya başlamak içimi iki farklı yerden tırmalıyordu. Hem hoş hem de bir o kadar nahoştu. Öğreniyor olmam güzeldi ama geç kalmış hissetmem ve bazı bilgilerin öğrenmemeyi dileyeceğim kadar can sıkıcı olması korkunçtu.

“Önce muzları mı yiyelim yoksa yoğurdu mu?” diye sorduğumda nefeslerini yeni yeni düzenlemeye başlamış olan Umay kafasını omuzumdan kaldırıp bir bana bir de diğer elimle tutup bacağımda dengelediğim tabağa baktı.

“Süt,” dedi Umay sunmadığım seçeneği seçip.

Üç öğün ballı süt içse gıkı çıkmayacaktı. Uyandığında uzun bir süre aç kalmasın diye içtiği sütlere bağımlı hale gelmişti. Sinan bunu sevdiğini keşfettiğinde başta iyi bir şey yaptığını düşünmüştüm ancak Umay başka hiçbir şey yememeye ve sürekli süt istemeye başlamıştı.

Göz ucuyla Sinan’a baktığımda neden baktığımı bildiği için gözlerini kaçırmıştı.

“Önce bunlardan biraz ye, sonra yine süt istersen onu da içebilirsin.” dedim ikna olması için.

Umay tabağa acıklı bir bakış attı. Eğer muzun ve yoğurdun tadını bilmeseydim ona korkunç bir karışım yediriyor olduğumuzdan şüphelenebilirdim. Öyle dertli bakıyordu.

İnadını biraz kırdığımı hissettiğim için oyalanmadan Umay’ın boyutlarına uygun olan kaşığına biraz yoğurt ve muz alıp ağzına doğru yaklaştırdım.

Kaşıktakileri ağzına aldı almasına ama yutmak yerine ağzının soluna orada bir cep varmış gibi doldurdu ve sağ yanağıyla da yeniden omuzuma yaslandı.

“Bu kadar iştahsız olman normal mi gerçekten?” diye kendi kendime konuştum.

“Aç hissetse söylerdi bence, artık bize bunu söyleyebilecek kadar yakın.” diyen Sinan’a doğru döndürdüm başımı. “Aklından neler geçtiğini bilmiyoruz,” dedim sıkıntıyla. “Ummayacağım bir şey yüzünden aç olduğunu da dile getirmekten çekinebilir.”

Ağlayışları sessiz, yaşadığımız herhangi bir anın içinde birden beni şaşkına çevirecek şeyler söyleyen bir bebekti. Onun acıktığında paçalarımı çekiştirip yemek isteyeceğine güvenemiyordum.

Başımı eğip Umay’a baktım. Yanağındaki muzlu yoğurt kütlesi küçülmeye başlamıştı. Yavaş yavaş da olsa yutuyordu. Kısa bir süre sonra da tamamen bitirmiş olacak ki başını kaldırıp yüzüme bakındı. Gözlerini kırpıştırdığında ne yemeği ne de başka bir şeyi düşünecek halim kalmamıştı.

Gözlerindeki farklılığa hayrandım. Her şeyin düzenli olmasına, aynı görünmesine ve simetrik durmasına dikkat eden bir adamın, bunların hiçbir önemi olmadığına daha kolay ikna olması için gönderilmiş eşsiz hediyesi gibiydi.

“Bi tane daha yiyim ama sonya daha yok, oluy mu?”

Benimle pazarlığa tutuşmasına rastgele baş sallamıştım. Başımı olumlu anlamda salladığımı da ikizlerden yükselen gülme sesiyle ayırt edebilmiştim. Umay’ın beni parmağında oynatıyor olması en çok onları keyiflendiriyordu.

Umay gerçekten bir kaşık daha muzlu yoğurt yedikten sonra ağzını fermuar çekilmiş gibi kapatmış ve kucağımdan firar etmişti.

Sinan’ın elini -avucunun yetebildiği kadarıyla işaret parmağını- tutarak onu salondan çıkartmıştı.

Hava yağmurluydu. Sonbahardaydık, yağmur yağma sıklığı gittikçe artacaktı. Umay’ın ilk geldiği günlerde istisnasız bahçeye çıkıp çiçeklerin etrafında dolanması bazı günler zorlaşıyordu. Bugün de o günlerden biriydi.

Sinan ona bahçede eşlik edemediği için evin içinde kuyruğu olmuştu, ne yaptıkları hakkında pek bir fikrim de yoktu ama arada Umay’ın kıkırdamaları kulağıma doluyor ve yeterince eğlendiğinden emin oluyordum.

Sinan, Umay ile ilgilenirken Doğan ise benim yanımda kalmıştı.

“Hâlâ bir şey çıkmadı mı?” diye sordum telefonuna gömülmüş olduğu için dikkatini çekmek isteyerek.

“Efendim?” diyerek dalgınca başını kaldırdı birden.

“Kerem konusu,” dedim ismi anarken çenemin kasılmasına engel olamadan.

Umay’dan bu ismi duymamın, onu korkuyla kuytu bir odada saklanıyor halde bulmamın üzerinden dört gün geçmişti. Pazartesi günü yaşanan olayın üstüne neredeyse hafta bitmişti, bugün Cuma’ydı.

Üst üste isimler duymuştum Umay’dan. Kerem, Ayça… Kimin nesi olduklarına dair hiçbir fikrim yoktu ve bu şekilde onları arayıp bulmak da samanlıkta iğne aramaktan beterdi.

Bu isimlerin Esila ile bağlantısı vardı, bu kısmı anlamıştım. İsimleri duymadan hemen önce de Esila’yı hesap sormak için değil, güvende olduğundan emin olmak için hızla bulmam gerektiğini düşünmeme başlayacak kadar aklım karışmıştı ama isimlerden sonra çalan alarmların sesi daha da yükselmişti.

Kırmızı elbisesini parçalayıp savurduğunu düşündüğüm, bana dair fotoğrafları yakmış olacağını sandığım kadının o elbiseyi fotoğrafı saklamak için sığınak yaptığını öğrenmiştim. Acımasızca çekip giden, yıllarca kızını hırs uğruna tek başına büyütecek olan birinin içinde böyle bir yumuşaklık kalır mıydı?

“Bulabildiğim bir şey yok,” dedi Doğan sıkıntıyla. “Önceliğimiz Esila’yı bulmak dediğiniz için ona yöneldim. Ama o da… Yani mümkün mü böyle bir şey bilmiyorum ama hiçbir yerde ne bir kayıt ne de bir iz var ona dair. Hastane kaydı, resmi kurumlarda herhangi bir işlem; asla yok.”

Bir şey söyleyecek ama söylemekte tereddüt ediyor gibi duraksadığında kaşlarımı kaldırdım. “Söyle,” dedim uzatmadan.

“İki ihtimalden fazlası gelmiyor aklıma, Ateş Bey.”

“Nedir?” dedim benim aklımdakilerle örtüşüp örtüşmeyeceğini öğrenmek için acele ederek.

“Başka bir kimliğe bürünmüş olabilir, isim olarak onu bulamama nedenim bu olabilir.” dediğinde başımı salladım. “İkinci seçenek..?” dedim sıkıntıyla.

Gözlerini kaçırdı. “İradesi dışında bir gizlilik,” dedi sessizce. “Bu ihtimal daha yüksek çünkü yüzü ülkedeki neredeyse herkes tarafından tanınan bir kadından bahsediyoruz, başka bir kimlik onu bu kadar yıl boyunca bir şekilde ele verirdi.”

Elimi kontrolsüzce savurmuş, masaya bırakmak yerine koltukta dengede bıraktığım Umay’ın bitirmediği tabağın devrilmesine neden olmuştum.

Tabağın yerde paramparça olmasına da, yoğurdun sıçrayıp giydiğim pantolona leke bırakmasına da o an için kördüm.

Kendime itiraf etmeyi ertelesem de, bencilce bundan kaçsam da Doğan’ın ikinci seçeneği benim aklımdaki tek seçenekti günlerdir.

Esila geri gelmedi diye kendimi dolduruşa getirdiğim yılları düşündüm. Onsuzluğumun nedeni gelmemesi değil de gelememesi ise ne yapacaktım?

Suçlayıcı olan taraf olmayı öyle ya da böyle başarmıştım. Peki, hikâyenin suçlusu olmayı kaldırabilir miydim?

 

 

~

 

 

Kapıyı açtığı anda beni görür görmez söylenmeye başlamakta hiç gecikmeyen Duygu’ya büyük bir sakinlikle bakıyordum.

“İnanılmaz bir adamsın sen ya,” demişti bıkmış bir tavırla. Devam etmekte hiç zorlanmayacağını biliyordum, en az bir saat daha konuşabilirdi nefes almadan. Ancak beline sarılarak ona kapının eşiğinde sarmaşık gibi dolanan kocası sayesinde dikkati dağılmıştı bir an için.

Erdem’in bu hareketini benim tarafımda olmasına yormuştum aslında ama bu büyük bir yanılgıydı. Konuştuğunda anlamıştım. “Söylenmelerini Ateş ile yalnız kaldığımız bir anda devam ettirirsin hayatım, önceliğimiz farklı şu an.”

Erdem konuştuktan hemen sonra usulca dizlerini büküp yere çöktü. Kapı açıldıktan sonra kendisini gizlemiş olan, bacağımın arkasında gardını almış gibi görünen Umay’a doğru baktı.

Buraya gelişimiz dünden ya da daha öncesinden planlanmış değildi.

Öğleden sonra telefonum çalmış, iki haftadan uzun süredir ekranda hiç adını görmediğim Erdem’in aradığını gördüğümde oyalanmadan açmıştım.

Erdem, biri bana arkadaşın var mı diye sorsa düşünmeden işaret edebileceğim tek kişiydi. Ortaokuldan beri tanıyordum, yirmi yılık bir maziden bahsediyorduk yani. Aramızda her gün birbirini gören, arayıp soran nitelikte bir ilişki yoktu ama gördüğümde herhangi bir uzaklık hissetmezdim.

Benim sınırlarımı ve sebeplerimi bildiği için ona karşı rahattım.

Üniversiteden beri sevgilisi olan Duygu ise ayrı bir konuydu. Öncelikle… Delinin tekiydi. Öte yandan, çoğu insanda rahatsız edici duran aşırı sıcak özellikler onda abartıyla bulunmasına rağmen tanıdığım en samimi insanlardan biriydi.

İkisini birbirinden ayrı görmek mümkün olmadığından, Erdem ile görüştükçe Duygu ile de görüşmüş ve altı yıl kadar önce nikâh şahitliklerini bile yapmıştım. Bile diyordum çünkü Erdem’in değil Duygu’nun şahidiydim. Benimle uğraşmak için kendisi ısrarcı olmuştu.

Bugün telefonumu açtığımda Erdem’in ismi yazılı olduğu halde karşı taraftan Duygu’nun sesinin gelmesine de bu nedenlerle hiç şaşırmamıştım.

‘İki hafta oldu!’ diye cırlamıştı pat diye. ‘İki haftadır tüm ülke kızın olduğunu öğrendi, biz de haberlerden öğrendik ve sen insafa gelip bizi arayıp haber verirsin diye bekliyoruz burada.’ demişti sitemle.

Aklımın bir kenarında duruyordu bu aslında ancak üst üste yeni karmaşalarla boğuştuğum için o kenar görünmez hale gelmişti.

Akşam yanlarına uğrayacağımı söyleyerek Duygu’nun suratına telefonu kapatmıştım, kapatmasam o arama sonlanmazdı çünkü.

Bacağımın arkasında, dizime yakın bir yere yaslı duran parmakların bana daha sıkı tutunduğunu hissettiğimde içinde bulunduğum ana geri dönmüştüm.

Erdem’in çömelmesi ile birlikte Umay onun kendisine yaklaştığını anladığı için olacak ki, kasılmıştı.

“Umay,” dedim hemen ona doğru bakmayı deneyerek.

Gelmeden önce ona arkadaşlarımın yanına gidiyor olduğumuzdan bahsetmiştim. Kaşlarını tatlı tatlı büküp ‘Piyens ve Şinan gibi aykadaşlayın mı’ diye sormuştu. Bu ikililer arasında birtakım farklar vardı ancak Umay bunu ayırt etmek için çok küçüktü, onaylamakla yetinmiştim.

Sesimi duyar duymaz başını kaldırıp çenesini bacağıma bastırarak bana baktı iri gözleriyle. “Ney?” diye fısıldadı.

“Tanışmak ister misin? Arkadaşlarım bunlar, söylemiştim sana gelirken.”

“Olabiliy,” diye mırıldandı biraz tereddütlü görünse de.

“Önce içeri gelin isterseniz, Ateş. Üşümesin çocuk, serin dışarısı.” Duygu henüz göremediği Umay’ı düşünerek konuştuğunda onu onayladım.

Erdem ayaklanıp önümüzde engel oluşturmayı kesti, içeri geçip kapıyı düzgünce araladı. Bu sırada ben önce kendimi içeri atmış, ardından benden zaten ayrılmamış olan Umay’ı kucaklayıp kaldırmıştım.

Adım attığım anda dudakları aralandı. “Ayakkabısım,” diye soludu. “Piş olmuş, çıkaytmak lajım.”

Erdem’e ve Duygu’ya doğru döndüm, ben kucağımdan indirmeden ayakkabılarını onlar çıkartabilirlerdi diye düşünmüştüm. Fakat aradığım karı-kocaya şu anda ulaşılamıyordu.

Yan yana dikilmiş, kucağıma aldığım için açığa çıkan Umay’ın yüzüne alık alık bakıyorlardı.

Erdem gözlerini kırpıştırırken Duygu mırıldandı. “Bu kadar güzel bir bebeği anca Esila doğurabilirdi zaten…”

Duymayacağımı umarak sesini kısmıştı ama duymuştum. Hiçbir tepki vermedim. Saf doğrusuna katacak ek bir düşüncem yoktu.

Umay yüzünde saplı duran iki çift bakışı hissedince kucağımda kıpırdanarak merakla onlara bakmaya başladı. “Meymun olmak isteysiniz mi?”

Göğsüm sarsılacak şekilde güldüm. ‘Tanışmak ister misiniz’ sorusuna kendince yeni bir soluk getirmişti.

“Yerim yalnız ben seni,” dedi Erdem çok ciddi bir konudan bahseder gibi.

Umay’ın çekineceğini düşündüm ancak öyle olmadı. “Şinan da öyle diyoy,” dedi başını sallayarak. “Ama… Ama ben yemek deyilim.”

Gözlerimi devirir gibi oldum. Sinan bu isteğini artık Umay’dan da saklamıyordu anlaşılan.

“Nesin peki sen?” dedi Duygu bize doğru yaklaşıp. “Bal olabilir misin?”

Umay yine başını salladı olumsuz anlamda. “Umay benim adım,” dedi karışıklığın önüne geçerek. “Sizin adınıs vay mı?”

Duygu hevesle başını salladı. “Var tabii, benim adım da Duygu.”

Umay kendi kendine tekrarladı önce. “Duygu…” dedi ismi hiç değiştirmeden. Doğru telaffuz edebildiği harflerden oluşan bir isme sahipti çünkü Duygu. Duygu eliyle Erdem’i işaret etti. “O da Erdem,” dedi kocasını da tanıtıp.

“Eydem,” dedi bu kez Umay. Peltek peltek konuştuğu için Duygu’dan bir iç çekiş kazanmıştı. Erdem’in kızıma yapışacak gibi görünmesine engel olma dürtüsüyle dudaklarım aralandı.

“Kızım ayakkabılarının çıkartılmasını bekliyor, Erdem. Boş boş dikilme.”

Erdem bana dönmedi bile. Gözleri parlayarak Umay’a bakmayı kısa bir süre daha sürdürdükten sonra uzanıp yavaşça Umay’ın ayakkabılarını çıkarttı.

Elinde tuttuğu ayakkabıları Duygu’ya gösterdi tarihi eser görmüş gibi. “Pembe kurdeleleri var ayakkabısının,” diyerek erir gibi karısının omuzuna yaslandı.

Kendimi tutmayı bıraktım ve cidden göz devirdim.

Dışarıdan bir göz bizi izliyor olsaydı, bu ikilinin ilk kez bir bebek gördüğünü düşünebilirdi. Beş yıldan uzun zamandır anne-baba olmaları ihtimali kimsenin aklına gelmezdi.

“Umay muhtemelen aklından zorun olduğunu düşünüyor şu an aşkım,” dedi Duygu, Erdem’i dürtüp omuzundan kaldırırken.

“Oğlunuz nerede sizin?” dedim ikisine sırayla baktıktan sonra. “Evi mi terk etti? Ne bu çocuk özleminiz?”

Duygu önümden çekilip salonun olduğu tarafa doğru giderken bir yandan da beni yanıtlamıştı. “Onu arkadaşına anlat, oğlunu askerlik arkadaşı sanıyor. Kız çocuk gördüğü için dibi düştü o yüzden.”

Umay’ı koluma bir nevi oturtmuş halde göğsüme doğru yan bir biçimde yaslamıştım. Duygu’nun peşinden giderken de aynı haldeydik.

“Askere gidecek yaşa geldi zaten, sevdirmiyor ki artık kendini.” diye söylenen Erdem de hemen arkamdan salona girmişti.

Oturduğum koltukta rahat sayılırdım. Kendi evim dışında rahat edebileceğim yerler kısıtlıydı, burası da o yerlerden biriydi.

Umay’ı kucağımda tutmaya devam edersem çekingenliğinin süreceğini düşünerek onu koltukta yanıma oturttum. Bacakları koltuğun sınırını geçmeyecek kadar kısa olduğundan ayakları düz bir şekilde öne uzanmıştı sırtını yastığa denk getirdiğimde.

“Allah’ım,” diye soludu Duygu. Az önce kocasıyla alay eden bendim sanki. O da aynı haldeydi, dibi düşmüş gibi bakıyordu. “Biblo gibi bekliyor orada.”

Umay ona hitap edildiğini anlayınca göz ucuyla önce bana baktı. Gözlerimi yavaşça kapatıp açarak ona rahat olması için güven vermeye çalıştım. Bakışlarını benden ayırdıktan sonra, yakınındaki koltukta oturmakta olan ikiliye doğru döndü.

“Sizin evinis buyası mı?”

“Evet,” dedi Duygu. “Bizim evimiz burası, beğendin mi? Birlikte gezeriz istersen.”

Umay konuşmadan önce düşünmedi bile. “Şişekley vay mı?”

Duygu şaşkınca durdu. “Ne var mı canım?”

Umay’ın seyrek sarı kaşları çatıldı. Bana baktı. İçinden ‘bu cahillerle arkadaşlığı kes’ diyor olabilir miydi? Şüphelenmiştim.

“Şişek,” dedi sanırım Duygu’ya acıdığından tekrar ederken. “Kırmısı oluy, mavi oluy.” dedikten sonra peş peşe sesli nefesler çekti içine. “Böyye yapaysak güsel kokar.”

“Çiçek diyorsun…” diye mırıldandı Erdem. “Maalesef yok çiçek.”

Umay dudaklarını büktükten sonra bana doğru yaslandı hafifçe. “Niden yok?”

“Evde polen alerjisi olan biri var desem mantıklı bulur musun acaba?” diyen Erdem’e baktım. “Aynen,” dedim onaylayarak. “Mükemmel açıklama.”

Bana dikti bakışlarını hemen. “Gerçek olan bu, ne yapayım? Kızın botanik bilimci mi ayrıca neden evin çiçeklerini sorguluyor?” dedikten sonra benden bakışlarını çekip Umay’a geri baktığı anda ağlayacakmış gibi sızlandı. “Tipe bak… Ayakları koltuktan taşmıyor, bu boyut ne?”

“Kızım çiçek seviyor,” dedim omuz silkerken. “Nasıl bu kadar çok seviyor ben de bilmiyorum, ama seviyor işte.”

Bir anda koluma yapışan parmaklarını hissettiğimde Umay’a baktım. “Efendim?”

“Kuzucum ayabada kalmış, Ateş. Elini bıyakmıştım.”

Evden çıkarken yanımıza almayı unutmadığı kuzusunu arabada bıraktığımızdan ben haberdardım aslında. Yeni insanlarla tanışmanın ona kuzusunu unutturacağını düşünmem büyük hataydı. On dakika geçmeden hatırlamıştı.

“Öyle mi olmuş?” dedim üzülmüş gibi.

“Evet, çapuk olmamıs lajım. Tek başısına koykabiliy.”

“Yani… Korkudan altına yapıp arabayı mahvetmesin o zaman. Alalım gidip.”

Cevabıma Erdem sesli bir şekilde gülmeye başlarken Duygu ayaklanmıştı. “Gel biz gidip alalım Umay, ister misin?”

Duygu’nun iletişim kurmaya çalışma çabasını anlıyordum ama Umay’ın beni ilk kez geldiğimiz bir yerde tek başıma bırakıp uzaklaşması mümkün değildi. Henüz bu aşamada değildik. Döndüğünde burada olacağıma güvenmezdi.

Umay direkt olarak hayır demedi ancak çekingence bana sokuldu. Yüzünü saklamasına müdahale etmeden onu düzgünce kucağıma aldım.

“Biz alalım Duygu, teşekkür ederiz ama teklif ettiğin için.”

Duygu anlayışla başını salladı. Bu akşam duyacaklarından sonra bu an ile ilgili daha da anlayışlı bir hal alacaklardı muhtemelen. Umay’ın korkusu çocuktur deyip geçilemeyecek kadar ağırdı çünkü.

Umay omuzuma yaslı olacak şekilde ayaklandığımda arabaya doğru gidecektim ki salondan çıkmadan önce mırıl mırıl çıkan sesiyle durmama neden olmuştu. “Şeşekküy edeyiz Duygu.”

Dudaklarımı dayanamayarak yanağına bastırıp kokusunu soluya soluya öptüm. Neden teşekkür ettiğimi anladığını zannetmiyordum ama beni taklit ediyor olması komalık olmama yol açmıştı.

Duygu erir gibi iç çekti. “Rica ederim canım.”

Arabaya gidip Umay’ın kuzusunu almış ve kısa sürede geri dönmüştük. Umay kuzusuna kavuştuktan sonra onunla kendi kendine bir oyun kurmuş, daha doğrusu bizim duyamayacağımız bir yükseklikte sohbet etmeye başlamıştı.

Umay yanımdayken ne onu bulduğum günden ne de o günden beri olanlardan bahsedemezdim, bu nedenle sıradan şeylerden konuşulmuştu. Erdem ve Duygu’nun bakışlarında soru işaretleri görüyordum ama Umay’dan dolayı onlar da soru soramıyorlardı.

Saat biraz ilerlediğinde Umay’ın koluma yaslı duran ağırlığı artmaya başladı. Bunun neyin işareti olduğunu bildiğim için kıpırdamadan durmaya devam ettim. Kısa bir zaman sonra ise Umay’ın uykusunun derinleştiğinden emin olarak başımı eğmiştim.

“Daldı seninki,” diyen Erdem’i onayladım başımla. “Sabahları benden önce uyanıyor çoğu zaman, erkenden de sızıyor o yüzden.”

“Odaya yatırabiliriz, rahat rahat uyusun istersen.” dediğinde Duygu’ya döndüm. “Uyandığında direkt beni görsün, ara ara uyanıyor.”

“O zaman şu koltuğa yatır, ben küçük bir yastık ve örtü getiriyorum.”

Duygu dediklerini getirmeye giderken ben de Umay’ı fazla sarsmadan kaldırmış ve pencerenin altında kalan, bize biraz uzaktaki ikili koltuğa yavaşça yatırmıştım.

Duygu başının altına yastık koyup örtüyle düzgünce üstünü örttükten sonra geri çekildi. Ben de yerime dönmeden önce yüzüne değen buklelerini düzeltmiş ve rahat göründüğünden emin olduktan sonra alnına tüy kadar hafif bir öpücük bırakmıştım.

Kalkacağım sırada Duygu’yu duydum. “Bunu unuttun,” diyerek omuzumun üstünden peluş kuzuyu uzatmıştı.

Kuzuya kısa bir bakış attıktan sonra onu Umay’ın yanına, örtünün altına -çünkü üstü örtülü olmazsa Umay çok endişeleniyordu- yatırmıştım.

Koltuğa sonunda oturabildiğimde karşımda oturuyor olan Duygu ve Erdem’in bakışları pürdikkat kesilmiş halde benim üzerimdeydi.

Ben ağzımı açmak yerine onlara aynı şekilde bakınca Erdem omuzlarını gerdi, aynı anda da Duygu konuştu. “Başla,” dedi çatılı kaşlarıyla. “En baştan başlayıp her şeyi anlatıyorsun bize.”

Esila’nın benimle son konuşmasından haberleri vardı, dolayısıyla hamile olduğunu da biliyorlardı. O son konuşmanın ardından içinde kıvrandığım aylar boyunca etrafımdalardı hatta. Duygu’nun içten içe Esila’yı haklı bulduğunu da biliyordum, yani en başında bu böyleydi ama hiçbir yolla ona hiçbirimiz ulaşamayınca onun da aklı karışmıştı.

“Üç hafta önce şirkete bir zarf bırakıldı,” dedim gerçekten en başa dönerek. Her şey böyle başlamıştı.

Birkaç satırdan ibaret bir mektup, o mektubun sonuna iliştirilmiş adres… Tüm bu olanların başlangıcıydı.

 

Ateş,

Ben artık çok yoruldum. Her şeyden, herkesten.

Bambaşka bir başlangıç istiyorum. Sadece kendimden ibaret bir başlangıç. Bu yüzden onu yanımda tutmayacağım daha fazla.

Aşağıdaki adreste kızın seni bekliyor olacak. İstersen onunla tanışırsın.

Ölmesinin umurunda olmadığını daha önce zaten söylemiştin, şimdi de umursamazsın herhalde. Ben yine de kızından habersiz bırakmadım seni. Bu iyiliğimi unutmazsın artık Ateş Karmen.

Esila.

 

Hiç susmadan dakikalarca konuşmuştum. Mektubu elime aldığım andan, bugün buraya gelene dek olan neredeyse her şeyi anlatmıştım. Bu kadar uzun konuşmayı zaten pek sevmezdim, böyle bir konuyu konuşmayı ise hiç sevmemiştim.

Erdem de Duygu da beni bölmeden, hiç araya girmeden dinlemişlerdi. Duygu’nun ara ara gözlerinin dolduğunu ve parmaklarıyla göz altlarına bastırarak gözyaşlarına engel olduğunu görmüştüm ama sesini çıkartmamıştı.

Umay’dan bahsettiğim, onun normal bir bebek gibi keyifle büyümediğini düşünmeme neden olan anları anlattığım zamanlarda ikisinin de bakışları biraz uzağımızda derince uyumakta olan kızıma doğru çevrilmişti sık sık.

“Şimdi ne olacak?” diye mırıldandı Duygu, ben artık tamamen susunca. Ağladı ağlayacak bir sesle konuşmuştu.

“Esila’yı bulacağım,” dedim duraksamadan.

Erdem kaşını havalandırıp beni süzdü. “Birkaç yıl önce, adını anıyoruz diye bizi bir daha görüşmemekle korkutan adam için çok fazla Esila diyorsun bu akşam.”

Laf sokuyordu. Açıkça…

Dudaklarım kıvrıldı. Yorgunca, keyiften uzak bir hareketti bu.

Esila’nın adını bile anmalarına iznim yoktu. Onlara da ikizlere de Esila’nın adını yasak etmiştim. Çünkü duyarsam… Duyarsam unutamazdım ve bir halta yaradığını sandığım gururum terk edildiğim halde onu unutamamaktan çekinmişti.

Duymamıştım adını. Ona dair her şeyi kaldırmış, bir kuytuya saklamıştım. İşten dahi uzaklaşmış ve onu anımsatacak her şeyden kaçmıştım.

Sonuç gülünçtü. Unutmanın yakınından uzağından geçememiştim.

“Söylemek onu yanıma getirecekse daha fazla da anabilirim,” dedim Erdem’e hiç direnmeden. Kabullenişime bir an afalladı, fark ettim.

“Köpek gibi aşık olan Ateş Karmen’in geri geldiğini mi itiraf ediyorsun?” dedi Erdem kollarını göğsünde kavuştururken.

Başımı iki yana salladım. “Hiç gitmediğini itiraf ediyorum.”

Erdem benimle uğraşıyorken sesi çıkmayan Duygu’ya bakma ihtiyacı duydum. Ona doğru döndüğümde bakışlarını Umay’ın üstündeyken yakalamıştım. Dudakları hüzünle bükülmüş, nemli gözlerle kızımı izliyordu.

“Duygu,” diye seslendiğimde dalgınlıkla başını bana çevirdi. “Efendim?”

“Umay güvende, iyi.” dedim onu bulduğumuz hali anlattığımdan beri diken üstünde göründüğü için.

Başını alelade salladı. “Çok şükür,” dedikten sonra bir anda gözlerini daha iri açıp yüzüme dikkatle baktı. “Ateş,” dediğinde onu dinlediğimi belli eder şekilde gözlerimi kapatıp açtım.

“Onu oraya Esila bırakmamıştır,” dedi kısık bir sesle. “Bırakmaz. Değil kendi kızını bırakmak… Esila oraya kimseyi bırakıp gitmez.”

Duygu’nun tek seferde adından emin bir şekilde dile getirdiklerine ben gecikmeli ulaşabilmiştim.

Mektubu Esila’nın yazdığından, Umay’ı orada öyle… ben bulamasam belki de bir sonraki güne gözlerini aralamayacak halde bırakıp gittiğinden nasıl şüphe duymamıştım?

“Biliyorum,” dedim. “Esila oraya kimseyi bırakıp gitmez.” diye tekrarladım onu. Hemen sonra da içimden cümlemi düzelttim. Esila kimseyi bırakıp gitmez.

Birkaç gün önceye kadar yakındığım kadına, şimdi görsem yalvarırdım. Affedilmesi gerekenin o olduğunu sanıyorken şimdi ondan af dilesem işe yarar mı diye düşünmekten deliren taraf olmuştum.

Salondaki kısa sessizliği bir anda yüksek bir şekilde içeriyi dolduran zil sesi bölüp parçaladığında bakışlarım direkt Umay’a çevrilmişti.

Konuşma sesimiz yüksek değildi, uykuya daldığı sırada da konuşuyorduk ve uykusunda da bunu garipsememişti; uyanmamıştı. Ancak zil sesi duyulduğu anda irkilerek sallanmıştı.

Erdem ile aynı anda ayaklandık. Ben yabancı bir tavana gözlerini aralamış olan Umay’ın yanına varıp onu kucaklarken Erdem de salondan çıkmıştı.

Omuzuma yatırıp sırtını sıvazlayarak Umay ile birlikte oturduğum yere dönerken Duygu’ya baktım. “Birini mi bekliyordunuz?”

“Kuzey gelmiştir. Arkadaşlarında kalmak için yaka paça izin alıp uykusu gelmeye başlayınca vazgeçip kendisini eve bıraktırıyor genelde.”

Umay beni hissettiği için uykusunun sarhoşluğunu sakince omuzumda atmaya çalışıyordu. Sımsıcak bir hal alan yüzünü boynuma bırakmıştı.

“Buyası neyesi Ateş?” diye fısıldadı.

“Arkadaşlarımın evine gelmiştik, bebeğim.” derken göz göze gelebilmemiz için onu hafifçe doğrulttum. Avuçlarını boynumun biraz altına dayayıp destek alarak kafasını kaldırmıştı. “Duygu ve Erdem ile tanıştın uyumadan önce, hatırlıyor musun? Oradayız.”

Umay beni usul usul dinledikten sonra başını çevirip etrafa baktı. Duygu’nun ona gülümsediğini görünce yanakları al al olmuş olsa da bakışlarını kaçırmadı. Umay’ın bir çeşit samimiyet reseptörü olduğunu fark etmiştim.

Kendisine olan tepkilerde herhangi bir yapmacıklık sezdiğinde, o kişilere yoklarmış gibi davranıp gözünü bile çevirmiyordu. Şirkete geldiği günlerde buna bizzat şahit olmuştum.

İlk gördüğü andan beri bıcır bıcır konuştuğu Yeliz vardı mesela. Öte yandan da şirketteyken ben yanındayım diye ona zorunda hissederek selam veren kişileri gözü hiç görmemişti bile.

Şimdi Duygu’ya da yanaklarını kızartacak kadar fırsat tanıması ve gözlerini kaçırmaması aynı hesaptı sanırım. Sevmişti onu da.

“Uykun bitti mi?” diye sordu Duygu.

Umay’ın dilini konuşabiliyordu, bu anne olmasıyla ilgiliydi belli ki. Ben ‘uykun bitti mi’ sorusunu kızımdan öğrenmiştim. Uykunu alabildin mi diye sorunca ‘ney’ diye boş boş suratıma bakıyordu çünkü.

“Bitti,” dedi Umay başını sallarken. “Biz evimise gitmicez mi Ateş?” diyerek bana döndü sonra. “Piyens ve Şinan yanlıs kaldılay.”

“Prens Doğan mı?” diye kıkırdayan Duygu’ya başımla onay verdim. “Maalesef,” dedim iç çeker gibi.

“Ben de piyenses,” dedi Umay bana sorduğu soruyu anında unutarak. İkizlerin yalnızlığına olan hüznü sönmüştü hemen. Duygu’ya kendisini tanıtmaya aklı kaymıştı.

“Anlamıştım zaten,” dedi Duygu da. “Tam bir prensessin, söylemesen de bilirdim ben.”

Umay bu cümleler sayesinde uykusundan tamamen sıyrılmış gibiydi. Kucağımda ters dönüp Duygu’ya daha rahat bakabilmek için sırtını göğsüme yaslayarak oturdu.

“Tam biy piyensesim,” dedi Umay oldukça mütevazı bir şekilde.

Duygu başını geriye atarak güldü. “Yiyeceğim ama bak.” dedikten sonra kapıya doğru baktı. İçeriye bir türlü gelemeyen kocasına bakınıyordu muhtemelen. “Ben seni bir prens ile daha tanıştıracağım şimdi.”

“Eydem piyens mi?” dedi Umay hevesle.

Duygu iç geçirdi. “Ay keşke,” dedi elini sallayıp. “Bir zamanlar öyleydi gerçi, evlenince bir haller geldi bu adama.”

Umay onu anlıyormuş gibi kocasının arkasından konuşmaya başlayan Duygu’ya hayretle baktım. “Duygu..?” dedim sorgularcasına.

“Ne ya?” dedi omuz silkip. “Ben bu evde iki erkek bireyle yaşamaktan çok sıkıldım, Umay ile sohbet ediyoruz işte.”

Umay’a baktım başımı eğip. O da başını geriye doğru atıp alttan alttan bana bakmıştı. “Ben dinliyom,” dedi içimi rahatlatır gibi. Anlamıyordu ama dinliyordu, müthişti.

Kendimi tutamayarak güldüm. Umay’ın bana doğru diktiği başına yaklaşıp alnını yumuşakça öptüm.

Bu sırada kapıda bir hareketlilik hissetmiştim. Erdem ve Kuzey içeriye yeni geliyorlardı belli ki.

“Benim prensim de geldi sonunda,” dedi Duygu oraya dönüp. “Ne yapıyorsunuz kaç dakikadır kapıda?”

Erdem önünde duran Kuzey’i omuzlarından tutarak ilerletiyordu koltuklara doğru. “Üstünü değiştirdik Kuzey efendinin,” dedi annesine yaklaştıklarında.

Kuzey beni fark ettiğinde gülümsedi. “Merhaba Ateş amca,” diyerek selamladığında aynı şekilde gülümseyip yanıt vermeyi planlamıştım. Kuzey beş yaşını geride bırakmış, doğduğu günden beri etrafında olduğum için bana da alışmıştı. Bazı huylarımı garip bulduğundan emindim ama sorgulamazdı, kafasına göre takılan ilginç bir çocuktu. Zekasının yaşından büyük olduğunu düşünüyordum.

Kuzey’e gülümseyip selam verme planımı baltalayan, sırtı göğsüme yaslı duran Umay’ın hafifçe kucağımda kıpırdanması olmuştu. Eğer kıpırdanmakla kalsaydı durumu garipsemezdim fakat dudaklarından da bir şeyler dökülmüştü.

“Küçükçük piyens,” demişti sessiz sessiz.

Sessizliği daha büyük alanda işe yarayabilirdi ancak herkesin onu duymasından bu boyutlardaki bir salonda kaçamamıştı.

Duygu’nun bahsettiği prensinin kim olduğunu direkt çözmüş, çözmekle kalmadan başına bir de yeni bir sıfat eklemişti.

“Hım?” dedim afallamış bir halde.

Kuzey de Umay’ın konuşmasıyla birlikte dikkatini benden çekip kızıma yoğunlaştırmıştı. “O kim?” diye sordu arasında oturmakta olduğu anne ve babasına sırayla başını çevirip bakarken.

“Ateş amcanın kızı,” dedi Duygu. “Umay ismi, tanış annecim.”

Umay’ın Kuzey’e prens demesi, Kuzey’in kızımı dik dik süzmesi ve bıyık altından sırıtan Erdem bir an için aklımdan silinmişti. Çünkü Umay’ın titrediğini hissetmiştim.

Duygu, Kuzey’e ağız alışkanlığı ile dolu dolu ‘annecim’ diye seslendiğinde kızımın kucağımda tir tir titrediğini hissetmiştim.

“Annecim,” diye mırıldandı ağzının içinde. Duymuştum ancak duymamayı dilemiştim o an.

Umay’ı hızla kucağımda kendime doğru çevirdim. “Ben buradayım,” dedim çaresizce. Aradığı, dilediği ben değildim ama ben vardım işte. Ona annesini getiremiyordum. Getirebilsem… Esila’ya kavuşmak için ben de onun gibi sızlanmaya başlayacak kadar sınırdaydım artık, sabrım yoktu.

Umay boyun boşluğuma kapandığında avucum sırtında hareketsizce kaldı. Akıttığı gözyaşları boynuma dolmaya başladığında, küçük bedeninin ürettiği o yaşlar beni boğabilecek kadar fazlaymış gibi hissetmiştim. Belki hak ettiğim de buydu.

Nefes almak son zamanlarda ağır gelmeye başlamıştı, almayı artık hak etmediğimden olabilir miydi?

 

 

~~~

Yorumlar

  1. Kuzey ve umayı shipledim gitti. Hayırlı olsun

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir bölümdüüü😻😻

    YanıtlaSil
  3. Umay çok tatlı ya ağzını yüzünü yemek istiyorum🫠🫠

    YanıtlaSil
  4. Çok güzeldi yeni bölümü sabırsızlıkla bekleyeceğim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gözyaşı Kadehleri 27.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 29.Bölüm

Gözyaşı Kadehleri 28.Bölüm